1. menekşe istasyonu kitabında yer alan bir öykü.

    !---- spoiler ----!

    "rızkınızı ticarette arayınız buyurulmuştur" dedi arif demir... babam ona hacı arif bey diyor. ikisi birlikte, babamın emekli ikramiyesiyle "marley ve dekarasyon mağazası" açacaklar... hacı arif'in dükkan açılışı için bastırdığı el ilanlarına bakıp "arif amca, dekorasyon mağazası yazılacaktı, yanlış basmışlar galiba" dedim. hacı hiç istifini bozmadan dudaklarını şapırdatıp "uğurdur" dedi... iyi... o dediyse öyledir... zaten babam hacının ticari deneyimine güveniyor... yoksa henüz emekli olmuş bir füze astsubayı, dükkandan felan ne anlasın... "müjde, müjde, müjde" diye başlayıp "güven marley mağazasına uğramanız menfaatiniz icabıdır" diye biten el ilanını son bir kez okuduktan sonra, bisikletime atlayıp çekmece tren istasyonuna doğru uçarak pedal çevirdim. ilanları, trenden inenlere dağıtacağım... ertesi sabah, babam askerlikten kalma bir alışkanlıkla yedide kalkıp besmeleyle "marley mağazasını" açtı... "sabahın köründe millet marleyi naapıcak" diye düşünmedim değil... ama kızar diye babama söyleyemedim. "hayırlı işler" dileyip annemle yolcu ettik... dükkanın ilk siftahını amcam yaptı. "lazım olur" diyerekten bizden anlamsız yere iki kutu marley satın aldı... onu da akşamüstü yengem geri getirip "ayol manyak mı bu adam... tutup iki kutu marley almış... biyere taşınsak neyse, kira evine ne marleyi döşetecez" diyerek parasını geri istedi... babam, paranın ikiyüz lirasını cebinden, elli lirasını da siftah parası diye duvara astığı çerçeveden çıkarıp geri verdi...

    sonraki günlerde de pek gelip giden olmadı... hacı zaten uğramıyordu, babam da gereksiz yere marley kutularını dükkanın içinde bir oraya bir buraya taşıyıp "iş yorgunu" olarak eve dönüyordu. yüzlerce ağır kutu "börtüflex pvc yerkarosu"nu dükkanda ordan oraya sürüklerken pazu yapmayı planladığım için, olanlara pek sesimi çıkarmıyordum... zaten annem "emekli oldu, çok sıkılıyor, yoluna gidiver adamın" diye beni sıkı sıkı tembihliyordu... o sıralarda nerden girdiyse aklına "emekli olan askerler boş dururlarsa çöker, hızlı yaşlanıp ölürler" lafı girmişti... o'na bir şey olmasındı, dükkanda vakit geçiriyordu işte...

    derken bir gün hacı arif bey olağan hicaz seferlerinin dönüşünde dükkana uğradı (arif bey sık sık arabistan'a gider; ezan okuyan saat, pusulalı seccade, poşet çay, tuhaf balonlar, ütü, sigara felan getirip bavulla satardı)... dükkana şöyle bir bakınıp "piyasa durgun, dönmez burası" diye ortaklıktan çıktı... o günün akşamı babam, arif demir'in camekanda yazan yaldızlı ismini kendininkinin yanından jiletle kazırken elini kesti, küfrederek dükkanın kapısını çarpıp kayboldu... "kesin kapatır artık burayı" diye düşündüm... ama öyle olmadı...

    ertesi sabah, dükkanı teşhir amacıyla marley kaplamaya karar verdi... her yer vıcık vıcık zift, rengarenk marley... bittiğinde "acayip kötü oldu" diyerek fikrimi belirttim, beni kafama marley kırıkları atarak eve kovaladı...

    aradan geçen aylar içinde birkaç iş olmadı değil... ama yine de dükkanın kirası çıkmıyordu bile ve babam fena halde sıkılıyordu... sıkıntıdan kırık radyoyu marleyle kaplamak, artık marleyleri yuvarlak kesip üst üste yapıştırarak eksik tavla pullarını tamamlamak gibi tuhaf işlerle vakit geçiriyordu... hatta bir keresinde marley dükkanımızın vitrinini bile süsledi... rengarenk marleylerin üstüne köpükten karlar yağdırıp, camekana pamukla "yeni yıl" yazdı. dışardan bakınca "n" harfi ters gözüküyordu... o kadar uğraşmıştı ki, söyliyemedim... zaten bütün umutları kırılmıştı. hacı arif bey'in "kalp sektesinden" ölümü iyiden iyiye tuhaflaştırdı onu... sıra arkadaşım nezih'e evlerini marley kaplatmaları için baskı yaptığımı anımsıyorum...

    olmadı ama... annem "üzülme be, istersen ben de emekli olurum, dükkana orlon filan da koyarız" diyince babam dayanamadı... dükkanın kepengi son kez kapanırken kötü oldum. babamın, yaşlı bir insanın "dünyaya tutunabilmek için zorladığı son kapı kapanıyor" gibi gelmişti bana...

    oyuncakçı dedeler, kırtasiyeci amcalar; bişey araklanmaya son derece müsait, kafası karışık, şişe dibi gözlüklü, rafları boş bakkal amcalar... insana 'buyur canım, arzun 'diyen altın künyeli, gürbüz kuruyemişçilerle, acar kasapların, birbirlerine dandikten 'bilmemkim bey, bişey hanım' diye seslenen yavşak kasiyerlerle dolu süper marketlerin arasında usulcacık kapanır onların ufak dükkânları... ben onları hep göz ucuyla izleyip kepenglerini açık görünce rahatlarım... kapalı kepenglerine bakamam. belki de "cenaze nedeniyle kapalıyız" yazısını görmekten korktuğumdandır... ve hep onlardan alışveriş ederim... siz de gidin ara sıra. "uğramanız, menfaatiniz icabıdır..."
    !---- spoiler ----!