• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (9.00)
ecinniler - fyodor mihailoviç dostoyevski
1789 fransız büyük devrimi, hemen gününden başlayarak bütün dünya toplumlarını etkilemiştir. bu devrim başka devrimsel niteliklerin de kaynağı olmuştur. insanlığın anlağında mutlu geleceğin düşünsel süreçlerini başlatmış, türlü savaşımlara yol açmıştır. rusya'da sosyalizm, nihilizm ve narodnizm hep buradan kaynaklanmıştır. dostoyevski, "ecinniler"de insanların bu düşün fırtınası önünde nasıl savrulduklarını, nasıl devrimci istenç gösterdiklerini işliyor. sanırız siyasal romanın ilk örneklerindendir. dostoyevski listemizin eksiği olan bu romanı kıvançla metin ilkin'in türkçe'sinden sunuyoruz. (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. romanda bir yüzbaşının, "eğer tanrı öldüyse (ve/veya yoksa) benim yüzbaşılık apoletlerim ne işe yarayacak peki?" sorusu varoluş açısından çok sarsıntılıdır. dostoyevski tek bir cümleyle inançlı varoluşun bütün çaresizliğini çıplaklaştırıp dışavurmuştur. tanrı gibi evrensel bir kavramın, apolet gibi dar kavramla zincir gibi aynı kapıya çıkışı, tuhaf hissettirir. yüzbaşı, sayın ulus baker"in de zamanında dediği gibi, dostoyevski'nin "tanrı yoksa her şey mubah" formülünün daha derininde "tanrının öldürülmesi" yatıyor. çünkü çok açık. tanrı bir zamanlar varken şimdi yoksa ya olmuş olması, ya da öldürülmüş olması gerekir. ama ecinniler'de tanrı'nın öldüğü düşüncesi ön plana çıkıyor -yokluğu değil. tanrı hiç yoksa apoletlerim ve yüzbaşılık rütbem olmazdı. ama tanrı var idiyse ve şimdi artık öldüyse benim apoletlerim ve rütbem ne anlama gelir (?) - sorusunu sormak niyetindedir.
  2. dostoyevski'nin ecinniler'de "tanrı'nın ölümü"nü bir sorun olarak öne sürdüğünü söyleyebiliriz. fakat bu bir endişe konusudur dostoyevski'de. tıpkı, karamazov kardeşler'de "tanrı yoksa her şey mübahtır" yaklaşımında olduğu gibi. o endişenin anlamını nietzsche açıklığa kavuşturmuştur. dostoyevski'de değerler düzeninin işleyişinin tehlikeye düştüğü ve bunun bir şekilde değerler hiyerarşisinin kendisinden kaynaklanıyor olabileceği düşüncesi varsa, nietzsche'nin yaklaşımı söz konusu değerler düzeninin artık işlemediğidir. böylece, "tanrı yoksa apoletlerimin ne anlamı var" sorusu, "tanrı öldü hadi bakalım görelim şimdi ne halt edeceksiniz"e bırakmıştır.
  3. dostoyevski'nin en kapsamlı eseridir diyebiliriz. keza roman içerisinde nihilizm,sosyalizm,teoloji/din felsefesi gibi birçok unsuru, dönemin rusya'sını ve rus insanının karakterini, (hatta batıyı ve batı halklarını) psikolojisini,politik ve ruhsal çelişkilerini her yönüyle alışılmışın dışında olan karakterleri ile sunmuş okuyucusuna dostoyevski. kendisinin de dönemin rusya'sında 'yer altı sosyalist yapılanmaları'nda bulunmuş ve faliyet yürütmüş olması (bu sebepten mütevellit yazar sürgüne gönderilir) kitabın içerisindeki karakterlerde,olaylarda dostoyevskinin belki de en acı ve en gerçek tecrübelerine rastlarız. diğer yandan dostoyevski bu romanındaki karakter seçiminde/yaratımında dönemin yer altı sosyalist hareketinde aktif rol almış kişileri de yan karakterlerinde yansıtır okuyucuya. örneğin rus devrim tarihinin (bence) en ilginç karakteri olan devrimci sergey neçayev'i romanda pyotr stepanoviç verhovenski olarak karşımıza çıkarır yazar.
  4. cin konusuna olan merakıma, daha doğrusu zaafıma yenilip elime aldığım ve sayesinde 3 ciltlik siyasi bir romanla eşleştiğim kitaptır.
    sde
  5. çaykovski'ye eserlerini nasıl bestelediğini sormuşlar: önce yaylıları mı üflemelileri mi basları mı planlıyorsunuz? hepsi aynı anda geliyor demiş.

    bence dostoyevski'ye de benzer şey oluyordu. olgunlaşan, zamanla içinde biriken duygu, an geliyordu volkan gibi patlayıp (ilham?) olay örgüsü, karakterler, ilişkiler, sahneler, argümanlar vb olarak aynı anda somutluk kazanıyordu zihninde. başka türlü olması mümkün değil gibi. bir dostoyevski romanının akıl ile tasarlanması mümkün değil sanki. o, çeşitli gerçekliklerin bir yumak haline gelip potansiyel bir hayat olarak vücuda gelmiş halidir. romanın dokusuna akıl müdahale etmeye başladıkça, temas eden yerlerin boyası dökülür, sırıtmaya başlar. bir dostoyevski romanı yazabilmek için akıldan bambaşka bir yetenek gerekir.

    bu hissiyatı karamazov kardeşler'de oldukça tam halde yakaladığımı hatırlıyorum. ecinniler'de ise sanki insan ruhunun daha gizemli yerlerine keşfe çıkılmış gibi, daha deneysel.

    aşağısı spoiler.

    romanın esas oğlanı hiç kuşku yok ki nikolay stavrogin namlı zat. dostoyevski romanı bu kişilik üzerine kurmuş. aristokrat köklerinden nefret eden, buna karşılık sosyalizm gibi yeni düşüncelerede de derman bulamayan, arayış içindeki bir eylem adamı. cevapları bulmak için kafa patlatmak yerine doğrudan eyleme geçerek hayata sorularını soran bir cesur yürek. düşünce adamı olma iddiası olmamasına rağmen romanın düşünen kahramanları şatov ve kirillov'un önünde eğildikleri bir karizma.

    stavrogin'in anti tezi ise pyotr stepanoviç verhovensky namlı zat, kendi deyimiyle bir madrabaz. stavrogin öyle büyük ki, verhovensky ona bir güneş gibi tapıyor. stavrogin kendisine altın tepsiyle sunulan statüleri nasıl kolaylıkla reddediyorsa, verhovensky onlara ulaşabilmek için o kadar tırmalıyor. kendini etiketlediği nihilist sıfatıyla politik çıkar peşinde koşan güce tapıcı vehrovensky ne kadar madrabazsa, bütün ideolojileri ve ilaveten toplumsal statüleri, güç ve parayı elinin tersiyle iten sravrogin o kadar gerçek bir nihilist.

    tabi çocukluklarına inmek lazım. verhovensky'yi daha bebekken terkeden babası, stavrogin'in hocası. delikanlılığına kadar stavrogin'in yanında. ama baba verhovensky o kadar egzantrik bir zat ki, muhtemelen stavrogin'in böyle olağandışı hassas bir ruha sahip olmasının sebebi. yokluğuyla çocuk verhovensky'nin taştan bir kalple büyümesine sebep olduğu gibi. neyse, bu bahis beni aşar.

    ben iş bankası yayınlarının (ki rus klasiklerinde şaşmaz bir kalitedir) mazlum beyhan çevirisini okudum. iletişim yayınlarının önsözünü orhan pamuk yazmış ve orada haklı bir konuyu dile getirmiş: ecinniler sol cenahta kulaktan kulağa fısıldanan bir sır mıdır? yeraltı sol örgütlerin bazılarının verhovensky (dursun karataş?) gibi bir karaktere can vermeleri diyalektik gereği değil midir - tezin anti tezini kendi içinde doğuracağı savıyla? bunu da geçelim...

    kitabın en çarpıcı yönlerinden biri, olayların geçtiği atmosfer (19'uncu yy üçüncü çeyreği rusya'sı) ile türkiye'nin bi yirmi sene sonrasının benzerliği. atmosferden kastım, ülkeye giderek daha fazla nüfuz etmeye başlayan batı ekonomisi, ürünleri, kültürü, mevzuatı, sistemi vs. karşısında genel ahalinin takındığı tavır. her iki ülkenin yaşadığı o trajik an: avrupa/batı karşısında eskiye/yerele dair olanın korunmasının artık mümkün olmadığının anlaşıldığı o telaşlı an. bu idrak ile yaşanan travma. o travmanın tetiklediği devrimler; eskiye dair olanın kökten gittiğini mimlemeye çalışan devrimler. halkı olduğu kadar, kendilerini de ikna etmeye çalışan o devrimler...

    bizim bir dostoyevski'miz yok mu? sanırım ahmet hamdi tanpınar ucundan köşesinden bizim dostoyevski'miz olur.

    yine de dotoyevski'de tanpınar'da olmayan bir aşırı muhafazakarlık baharatının kokusunu almak mümkün. tanpınar bu gibi konularda daha az cesur idi. dostoyevsi deyim yerindeyse inatçı bir şekilde okuyucunun fikrini değiştirmeye niyet ediyor. tanrı yoksa insanların neden hemen intihar etmediklerine anlam veremeyen kirillov, bir örnek. ya da "tanrı yoksa apoletlerimin anlamı ne?" diye isyan eden yüzbaşı. ya da hayatı boyunca reddettiği hıristiyanlık'taki ışığı hayatının sonunda farkeden baba vehrovensky. ya da katlinin hunharca olduğunu okucuya daha iyi verebilmek için son anda duygusal bir mizansen içine sokulan şatov.

    bu arada dostoyevski romanlarında kadınlar var, güçlü kadınlar da var ama kadın karakterler hiç var mı?
  6. '' Ben Cinler’i Avrupa’nın kenarlarında, merkezden uzak, Batı hayalleri ve Allah’ın varlığı-yokluğu bunalımları içerisinde yaşayan radikal aydınların saklamak istedikleri utanç verici sırlarını haykıran bir kitap olarak gördüm.“

    eCinniler’in Önsöz’ünde, Orhan Pamuk

    Nietzsche’nin filozof mu yoksa bir sanatçı mı, düşünür mü yoksa bir şair mi olduğunu tartışabildiğimiz gibi, Dostoyeski’nin bir sanatçı mı yoksa bir düşünür mü olduğunu da uzatarak konuşabiliriz. Böyle Buyurdu Zerdüşt “şiir”se, Ecinniler‘in “felsefe” olduğunu söylemek abes kaçmaz. Yine de Nietzsche ve Dostoyevski asıl maharetlerini bu ayrımları katetmiş, ihmal ya da ihlal etmiş olmalarıyla gösterirler.

    Dostoyevski, genel kabul edilirliğini ve okur üzerindeki etkisini ilk olarak düşünürlüğüyle gösterir bir bakıma. Bu şaşırtıcı ya da yanlış bir durum değil elbette. Ortaya koyduğu meseleler, yarattığı karakterler felsefi-etik sorunların taşıyıcıları olarak okurun ruhunu derinden etkiler ve düşünmek zorunda bırakır. Dostoyevski’nin karakterleri, belirli bir fikrin, belirli bir varoluşsal tavrın temsilcileri olarak belirirler ve okura, özellikle etik sorunlar bağlamında okuma işlemi bittikten sonra da nüfus ederler. Anlatılan hikayelerin tuhaflıkları, olay örgüsünde beliren gevşeklikler, başka bir yazarın elinden çıksa rahatlıkla olmamış diyeceğimiz gariplikler bu anlamda bize yadırgatıcı gelmez, hatta romanın taşıdığı düşünsel gücünün nüfüs ediciliği bizi bu “zaafiyetleri” başka türlü anlamaya ve düşünmeye yönlendirir.(Nitekim Bakhtin, daha sonra bunu kuramsal olarak temellendirecek ve Dostoyevski’nin romanlarını açıklayacak kavramsal bir çerçeve oluşturacaktır).

    Bu açıdan, varoluşçu felsefeyi ele alırken başlangıç noktası olarak Dostoyevski’ye işaret edilmesini sanıyorum hiç birimiz yadırgamayız. Walter Kauffman’ın çalışması doğrudan ve tartışmasız bir şekilde varoluşculuğu Dosteyevski’den Sartre’a uzanan bir çizgide ele alır. Bu çizgide Hiristyiyanlık düşmanı Nietsche ile katı bir şekilde ortodoks Hristiyanlığı işaret eden Dostoyevski bir araya gelir. Hayatın anlamına, inanç-inançsızlık ikiliğine, iyilik ve kötülük sorununa, değerler sorununa, ölüm ve tanrı konusuna, bireye, topluma ve insana dair felsefi sorunlara onun metinlerinde karakterler şeklinde rastlarız. Bu karakterler sayesinde fikirler adeta olayların akışı içerisinde bir yöne doğru giderek cisimleşirler. Fikirlerin karakterlerce dramlaştırılması, tragedyalara özgü bir güç (etkililik) kazandırır Dostoyevski romanlarına.

    Dostoyevski böylece yapıtlarıyla, felsefe ile edebiyat, düşünce ile sanat arasındaki kategorize edilmiş ilişkiyi yeniden biçimlendiren, dile bu anlamda müdahale etmiş olan büyük isimlerden biri olarak ortaya çıkar. Burada söz konusu olan şey, edebi yapıtların düşünce konusu haline getirilebilecek unsurlar barındırmasının ötesindedir elbette. Bir anlamda, felsefi-etik kavramların, sorunsalların, fikirlerin kanlı canlı (felsefe yapmayan ama felsefenin meselesini ortaya koyan) karakterlere dönüşmesi söz konusudur. Dostoyevski’yi düşünürlüğünün önünde ve öncesinde (illede bu ayrımı vurgulamak gerekecekse) büyük bir sanatçı yapan, dehasının kaynağındaki bu anlatısal yaratıclıktır.

    Ecinniler, tam da bu boyutuyla işaret edilmesi gereken Dostoyevski romanlarının en güçlü, en sarsıcı ve kapsamlı olanlarından biridir.Tipik Dostoyevski sorunlarını ve varoluşculuğun temel meselelerini roman boyunca izleriz, ancak bu roman aynı tematik meseleri bir şekilde göreceğimiz Suç ve Ceza‘dan örneğin belirli bir şekilde ayrılır. Dostoyevski romanı içerisinde bir süreklilik çizgisi varsa da öne sürebileceğimiz bir kopuş noktası tam da Ecinniler romanı olacaktır. Biçimsel anlamda Bakhtin’in Dostoyevski romanıyla ortaya çıktığını söylediği nitelikler açısından kanımca Ecinniler bir eşik oluşturur. İletişim yayınları Cinler adıyla çevirmiş kitabı, açıkcası kitabın çevirisinden memnun kalsam da başlık olarak Ecinniler’i kullanmayı tercih ediyorum. Bunun için etimolojik bir gerekçe öne sürebilecek durumda değilim aslında, yalnızca okuma boyunca ve sonrasında düşündüğümde de zihnimde oluşan tuhaf imgenin cinler değilde ecinniler olduğunu sanıyorum. Bir bakıma anlatılan hikayenin cinelerden değil de içine cin kaçmış olanlardan ya da cinlere karışmış olanlardan söz etmesinden dolayı.

    Bu büyük romanında Dostoyevski, güçlü bir şekilde ve kesin olarak, sanatsal yaratım ile düşünce konuları arasında kategorize etmeye çalıştığımız ayrımı aşındırır ya da daha iyi bir deyişle sorunsallaştırır. Yediyüz sayfalık, otuzdan fazla karakterin yer aldığı ve tanrı, özgür irade, birey, toplum, doğu batı, nihilizm, benlik, varoluş, ölüm gibi kavramsal meseleleriyle Ecinniler, düşünür-sanatçı Dostoyevski’nin çelişkileri ve tutarsızlıklarıyla sanatsal yaratıcılığının ve düşünsel derinliğinin tartışmasız örneğini oluşturur.

    Dostoyevski’nin Ecinniler’i, gelmiş geçmiş en büyük politik romanlardan biri olarak kabul edilir. Orhan Pamuk, “Cinler, insanoğlunun yazabildiği en sarsıcı yedi-sekiz romandan biri, hiç şüphesiz gelmiş geçmiş en büyük siyasal romandır” der kitaba yazdığı önsözde. Eleştirmenlerin ve okurların sarsıcılığı, ürkütücülüğü ve derinliğiyle kabul ettikleri bir boyutudur bu romanın. İçerdiği politik fikirlerle gerçekleşmez bu, 19. yüzyılın gelişimi boyunca düzenle devrim arasında sancı içinde kalmış bir toplumsal ve düşünsel zemini kapsamasıyla ortaya çıkar. Ecinniler, büyük bir politik-gerilim roman örneğidir, bir anlamda kurucu metin örneğidir bu açıdan; edebiyatın, felsefenin ve politikanın bireşimiyle kendinden sonrasını bir şekilde belirleyecek ve kendisine göndermeler yapılacaktır.

    Bu yanıyla, Dosteyevski romanları arasında ayrım yapmak zor olsa da, Ecinniler, sonradan Dostoyevskien romanın doruğu sayılacak Karamazov Kardeşler’in öncüsü ve kimi özellikleriyle ondan da farklılaşarak en karakteristik yapıtı sayılmalıdır. Belki, Karamazov Kardeşler kadar tamlık ya da tamamlanmışlık duygusu vermez, öyle bir karşılaştırma da Ecinniler kusurlarıyla değerledirilecektir muhtemelen. Ancak içerdiği “ecinnili gerçeklik” açısından bakılırsa başka hiç bir romanında bu kadar güçlü bir uğultunun ortaya çıkmadığını ve zihnimize kazınmadığını söyleyebiliriz sanırım. İçerdiği entrikanın boyutları, korku filmlerini andıran sahnellerle sergilediği politik gerilimi, skandal sahnelerinde birbiriyle karşılaşan birbiriyle çarpışan karakterleri ile ortaya çıkan uğultu, edebiyatın ve felsefenin özgül bir yapıtıyla karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Dostoyevski üstelik bir yandan bu romanında fazlasıyla öğretici görünmesine rağmen başarır bunu. Çünkü, yüzeysel bir okumayla alınırsa rahatlıkla Ecinniler‘de Dostoyevski’nin didaktik bir şekilde “kökü dışarda öğretiler”le bozulan Rus gençliğine ders verdiğini söyleyebiliriz. 19. yüzyıl boyunca kendisinden önceki ve sonraki kuşaklara didaktik mesajlar verir bu yanıyla. Eğer monolojik-geleneksel bir roman olsaydı Ecinniler, tam da burada başlayıp bitirilebilecek bir yargı ve tartışma yeterli olacaktı; düşünür Dostoyevski’nin mesajını alıp yargılayacak ve romanını kapatıp unutabilecektik.

    Ancak, her iyi Dostoyevski okrunun bildiği gibi, bir Dostoyevski romanı (kimi yapıtlarında çok belirgin olarak) asla kendisini oluşturan ögelerin toplamından ibaret bir şey değildir. Kendisinin niyetlendiği açık ya da örtük mesajlarindan da öte bir bütünlükle karşılaşırız romanlarında. Ben en çok Ecinniler romanında bunu hissettim. Metinsel yapısına ve içeriğine ya da Dostoyevski’nin politik tutum alışına yönelik eleştiriler/itirazlar getirilebilir. Ancak, çeşitli katmanlardan oluşan ve yeni bir biçimselliğin, “çoksesli roman”ın kurucu metinlerinden biri olan Ecinniler yine de önemini ve gücünü kaybetmez. Edebiyatta türlerin kullanımına ve yazarın metindeki konumuna ilişkin başka bir durumla karşı karşıyayızdır artık. Ecinniler‘de politikayla teoloji, tarihle güncellik, melodramla romans, polisiye ile tragedya, korku ile ironi, komik ile trajik yanyana, karşı karşıya, üstüste gelir, birbirine yamanmadan, teğellenmeden bütün halinde kullanılır. Bakhtin’in Dostoyevski’yi “karnavalesk roman”ın kurucu temsilcisi saymasının nedeni, romanlarının diyalojik yapısı ve çoksesliliğidir -ve Ecinniler, karnavalesk romanın en tipik ve başlıca örneklerinden sayılmalıdır. Ekim sonunda başlamıştım Ecinniler‘i okumaya, kitap biteli çok oldu ancak kafamdaki ecinniler meselesi bitmedi ve bitecek gibi de görünmüyor. Böyle parça parça bir şeyler diyeyim arada.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/