edip cansever

Kimdir?

edip cansever (8 ağustos 1928–28 mayıs 1986), türk şair.

8 ağustos 1928’de istanbul’da doğdu. istanbul erkek lisesi’ni bitirdi. kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. bodrum'da tatildeyken beyin kanaması geçirdi, tedavi için getirildiği istanbul'da 28 mayıs 1986’da yaşamını yitirdi.

ilk şiiri 1944'te istanbul dergisinde yayınlandı. yücel, fikirler, edebiyat dünyası, kaynak dergilerinde çıkan ilk gençlik şiirlerini "ikindi üstü" kitabında topladı. bu şiirlerde varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri, duyguları ön plandaydı. 1951'de "nokta" dergisini çıkardı. bu dergi genç şairlerle ve yazarlarla tanışmasını sağladı. ilk kitabından 7 yıl sonra yayınladığı "dirlik düzenlik" bu dönemin ürünüdür. bu kitaptaki şiirlerde düşünceyi dil içinde eritmeye yönelen, özlü bir söyleyiş ve çarpıcı biçim arayan, toplumsal eleştiri için mizah aracını kullanan bir tutum görüldü. 1957'de yayınlanan "yerçekimli karanfil" ile kendisine özgü bir şiir evreni kurdu. ikinci yeni akımının özgün örneklerini verdi. yenilik, pazar postası, yeni dergi gibi dönemin sanat yayınlarında şiirsel canlılığı besleyen şairlerden biri oldu. şiirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. "dize işlevini yitirdi" gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi. şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar kullandı. "nerde antigone", "tragedyalar", "çağrılmayan yakup" bu dönemin ürünleri. yine de ikinci yeni içindeki bazı şairler gibi anlamsızlığı savunmadı. kapalı, anlaşılması güç, yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yöneldi. çok farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini gözardı etmedi. yapıtlarına tutarlı bir bütünlük kazandırdı. şiirinde düzyazı olanaklarını kullanmaktan da çekinmedi. yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle de kendisinden söz ettirdi. sürekli yazan, yayınlayan bir şair olarak ilgileri hep üstünde tuttu.

şiir kitapları

ikindi üstü (1947)
dirlik düzenlik (1954)
yerçekimli karanfil (1957)
umutsuzlar parkı (1958)
petrol (1959)
nerde antigone (1961)
tragedyalar (1964)
çağrılmayan yakup (1966)
kirli ağustos (1970)

sonrası kalır (1974)
ben ruhi bey nasılım (1976)
sevda ile sevgi (1977)
şairin seyir defteri (1980)
yeniden (1981)
bezik oynayan kadınlar (1982)
ilkyaz şikayetçileri (1984)
oteller kenti (1985)

hikaye ve romanları

gül dönüyor avucumda (ölümünden sonra, 1987)
şiiri şiirle ölçmek: şiir üzerine yazılar, söyleşiler, soruşturmalar. hazırlayan: devrim dirlikyapan. yapı kredi yayınları, 2009.

ödüller

1958 yeditepe şiir armağanı: "yerçekimli karanfil"
1977 türk dil kurumu şiir ödülü: "ben ruhi bey nasılım"
1982 sedat simavi edebiyat ödülü: "yeniden"


  1. doğanın bana verdiği bu ödülden
    çıldırıp yitmemek için
    iki insan gibi kaldım
    birbiriyle konuşan iki insan
  2. en sevdiğim şiirinin adı "gelmiş bulundum" dur.
    dünyevi duyguların dertlerin yanında hayatı da düşünen, sorgulayan şairlerimizdendir.
  3. kendisi benim gözümde maviye en yakışan şairlardendir. "bir kuş olsa mavilik derdi buna." cümlesi bile onu sevmek için başlı başına bi sebep olabilir.
  4. yerçekimli karanfil'den sonra en güzel şiirlerinden biri "kaktüs"tür.

    sonunu istemiyorum sessizliğin
    yokluğu istemiyorum bu akşamüstü çınlamasında
    yüzümü dizlerime dayıyorum, bitiştiriyorum
    kollarımı da
    bir kaktüs olmalıyım ben, dışıma yağan bir sağnak
    olmalıyım
    uçsuz bucaksız dünyada
    güneşin doğuşunu bekleyen.

    ufukta ansızın bir ışık çizgisi
    avuçlarımdayım belki.
  5. unutulmuş gibiyim ben.
    ve insan bir bakıma unutulmuş gibidir.
    bilmem ki nasıl anlatmalı?
    yalnız bile değilim.

    demiş olan şair. ikinci yeninin en duygusalı olduğunu düşünüyorum. hatta kelimelere indirgeyecek olursak cemal süreya en zamparası, turgut uyar en tutarlısı, edip cansever en hüzünlüsü, ülkü tamer en oyuncu, yaramaz çocuk yüreklisi...
  6. biz,
    aykırıya,
    ayrıntıya,
    ayrıksıya,
    azınlığa tutkunuz..
  7. adam yaşama sevinci içinde
    masaya anahtarlarını koydu
    bakır kâseye çiçekleri koydu
    sütünü yumurtasını koydu
    pencereden gelen ışığı koydu
    bisiklet sesini çıkrık sesini
    ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
    adam masaya
    aklında olup bitenleri koydu
    ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu
    kimi seviyordu kimi sevmiyordu
    adam masaya onları da koydu
    üç kere üç dokuz ederdi
    adam koydu masaya dokuzu
    pencere yanındaydı gökyüzü yanında
    uzandı masaya sonsuzu koydu
    bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    masaya biranın dökülüşünü koydu
    uykusunu koydu uyanıklığını koydu
    tokluğunu açlığını koydu

    masa da masaymış ha
    bana mısın demedi bu kadar yüke
    bir iki sallandı durdu
    adam ha babam koyuyordu.
  8. niye imalı öyleyse
    aşk mutlu bir sürgünlükse.

    üvey annemdi benim, ben sarışındım
    on altı yaşındaydım, sarışındım
    bulanık çıkmış fotoğraflar gibiydim, görünümsüz
    yalnızdım, karışıktım
    beni tanıyan kimseler yoktu
    hiç yoktu
    içime kapanıktım
    büyük ağaçların altında
    havuzun kırık taşları arasında
    bilmezdim mutluluk nedir
    bilemezdim
    alıp başımı gitmek isterdim
    isterdim ama, kalırdım

    sanki kar yağışlarının ardından
    uzun süren kar yağışlarının ardından
    sevimsiz bir lunaparkta
    kimsesiz bir atlıkarıncaydım.

    bir limonluğumuz vardı, öğle saatlerinde
    bazen o limonlukta uyurdum
    karışık düşler görürdüm
    yalnızlık?
    o bir başına kalırdı, ben bir başıma kalırdım
    sanki hiç tüketilmeyen bir otobüs durağı
    gibi kalırdım
    bir gün
    içeri girdi, uyanıktım
    yarı uzanmıştım, uyanıktım
    bir üşümüşlüğü tutuyordum yüzümde, uyanıktım
    dudakları aralıktı, ben uyanıktım
    öyle bir süre durdu, baktı
    o baktı ben de baktım
    yanıma usulca uzandı
    uzandığını görmedim, ama uzandı
    dağıldı, uçuştu, bir gülüş gibi uzandı
    önce şaşırdım
    önce hiç kımıldamadım
    - yalnızlık biraz azaldı -
    saçlarımı sevdi, hiç kımıldamadım
    bir biçim değildim sanki, bir nesne, bir şey değildim
    biraz utandım
    sokuldu bana iyice, bana sarıldı
    dudaklarımı aldı, dudaklarımı taşırdı
    köpüren sütler gibi taşırdı
    köpükler içinde kaldım
    - mevsim her zamanki gibi yazdı -
    birden beyaz bacaklarını gördüm
    sonra her şeyi gördüm
    o her şeyi ben ilk defa gördüm
    ses çıkarmadım
    ses çıkarmadım, köpüren sütler gibiydik
    beni yeniden öptü, üstüne çekti beni
    köpüren sütler gibiydik
    limonlar beyazlandı
    bir limondan başka bir limona geçtik
    bir limondan başka bir limona geçtim
    gözlerim süt gibiydi, sayısız gözlerim vardı
    ilk defa vardı
    upuzun sürdü, kısacık sürdü
    beni bıraktı
    ayağa kalktı, saçlarını düzeltti
    süt dindi
    ama ben kaldım
    çoraklar, çöller, tuzlu denizler gibi kaldım
    o gözlerini dikti bana
    - ben suyun yanması gibi tuzda -
    anlamsız, uzun
    gizli, korunaklı
    yüzüyle itermiş gibi ilk defa gördüğü bir yaratığı
    yıllarca, ama yıllarca
    baktı baktı baktı.

    kimseye bir şey söylemedim
    ama bir daha gelmedi
    ne sevgi, ne nefret, ne önceleri bir şey duymadım
    sadece gelsin istedim
    uyanık bekledim
    gelsin istedim
    ama bir daha gelmedi.

    anladım neden sonra
    anladım kötülük olsun diye geldiğini limonluğa
    o bembeyaz dişleriyle yoktu, ben vardım
    üç gündüz daha geçti, ben vardım
    on gün daha geçti, sonra ben günleri unuttum
    - unutmak ben büyüdükçe o benim çocukluğum -
    o yoktu
    beni uyardı, beni yalnız bıraktı, anladım
    çocukken vururdu, kanatırdı, ezerdi
    bu kez de
    anladım severekten
    okşayaraktan yapmak istedi aynı şeyi.

    üvey annemdi, ben sarışındım
    o da sarışındı
    beni uyardı, beni yalnız bıraktı

    (açık saçık giyinirdi, pek anlamazdım
    dudaklarını ıslak tutardı, pek anlamazdım
    şehvetle aralardı, bembeyaz dişlerini görürdüm
    bembeyaz dişlerini görürdüm
    bembeyaz
    kalçalarını okşayaraktan tutardı.)

    o günden sonradır ki iyi tanıdım ben kanı.

    bir gece uykudaydı bütün konak
    gizlice bahçeye çıktım
    yaralı bir hayvan gibi sürünerekten
    sokuldum limonluğa usul usul
    döktüm bir şişe gazı ve limonluğu yaktım.

    ruhi bey ve limonluktaki yangın
  9. bu yıla kadar neredeyse hiç okumadığım bir şairdi. neler kaçırdığımı yeni yeni fark ediyorum. en sevdiğim dizesi:

    dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
    ve dağılmış pazar yerlerine memleket.
    kalba
  10. "her şeyin fazlası zararlıdır ya
    fazla şiirden öldü edip cansever" demiştir cemal süreya. ne de güzel demiştir.
    bir de bugünler için edip abimizden gelsin:
    "gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir."