1. türk sanat müziğinde bir makam.

    huzur - ahmet hamdi tanpınar romanında adından sıkça bahsettiği makamdır. romanda ferahfezanın geçtiği bölüm şöyledir:

    "emin dede makamların arasında çok kısa bir gezinti yaptı ve sonra dede'nin devrikebir peşrevi'ne girdi. mümtaz bu peşrevi cemil'den birkaç defa dinlemişti. fakat şimdi o büsbütün başka bir eser olarak karşısına çıkıyordu. daha ilk notalardan itibaren garip bir hasret duygusu binlerce ölümün arasından güneşe hasrete benziyen bir özleme içlerini kapladı, sonra bu hasret duygusu hiç dağılmadan -mümtaz karşısındaki nuran'ı hep bu duygunun arasından görüyordu;- garip ve sonsuz bir sonbaharda yaprak yaprak dağıldılar.

    altın semaların, büyük sararmış yaprakların, acayip nilüferlerin, beraberce yüzdükleri durgun bir havuz, bilmedikleri bir tarafta, belki -ve hatta şüphesiz,- uzviyetlerinin bir tarafında genişledi.

    emin bey'in neyi, nefes ve rüzgar mahiyetini hiç kaybetmeden, madeni, yahut daha iyisi garip ve renkli çoğalışında mücevher parıltılariyle nebat yumuşaklığını birleştiren bir ses çıkarıyordu. fakat ne kadar tok, hacimli ve genişti. büyük sofa onunla doluyor, pencerelerden dışarı taşıyor, adeta bahçe son çiçeklerinin, sararmış yapraklarının üzüntüsüyle onda değişiyordu. bazen herşeyi kendi cevherine ve oradan da daha derin bir asıla iade edilecek gibi eriyor, tavandaki küçük avize bu gül yağmuruna benziyen ses çağlayanında acayip kavs-i kuzahlarla tutuşuyor, sonra cesur bir dirsek büküşüyle veya ancak hiç rengini kaybetmeden nizamını benimsediği sarmaşıklarda, salkımlarda, ince lifi nebatlarda görülen o acayip ve birbirine yapışık tırmanışla kendi kendisinden biraz evvelki çehresi olarak doğuyordu. mümtaz cemil'in neyini ustasının sesi arasında ararken birinci hane bitti. ikinci hane daha sakin bir raksla bu bitişin vehmettirdiği mahzun hatırlayıştan fırladı. tekrar üst üste rüzgarlarda savruldular, ruh fırtınasından geçtiler, ümitsiz iştiyakların -ah bu herşeyin ebediyen kaybolmuş vehmi,- aynasında yalnızlıklarını seyrettiler. ve ferahfeza peşrevi, yahut imkansız uzlet çöllerinde yolunu seçmeğe çalışan ruh, dördüncü defa o mahzun hatırlayışa, o sular altında tutuşmuş akşam dünyasına döndü. "

    bu bölümü her hatırlayışımda çok sevdiğimi söylediğim müzik hakkımda hiçbir şey bilmediğimi düşünürüm ve bundan hicap duyarım. daha sonra bu eseri buldum ve dinledim. tabii ki yukarıda yazılanları hissedemedim fakat -bilhassa- klasik türk müziğini az çok nasıl dinlemem gerektiğini öğrendiğimi fark ettim; kendimi müziğin bana hissettirdikleriyle baş başa bırakıyorum artık...