-
"ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
fedakârlığımı anlıyorsun:
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak:
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım.
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey:
belki diyor. "
nazım hikmet ran -
artık demir almak günü gelmişse zamandan,
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
biçare gönüller. ne giden son gemidir bu.
hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
yahya kemal beyatlı -
angina pektoris
yarısı burdaysa kalbimin
yarısı çin'dedir, doktor.
sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
sonra, her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
yunanistan'da kurşuna diziliyor.
sonra, bizim burda mahkûmlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim çamlıca'da bir harap konaktadır
her gece,
doktor.
sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikrâm edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma:
kalbim...
ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris...
bakıyorum geceye demirlerden
ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen
kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...
Nazım Hikmet
ayrıca: https://www.youtube.com/watch?v=GaLCuzSw328 -
hayatın en hüzünlü anı,
mevsimine kapıldığın kişinin
bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını
anladığın andır…
bırak, gitsin…
bırak, git… -
göz kapaklarımın üzerinde ayakta duruyor
ve saçları saçlarımın içinde
biçimi ellerimin biçiminde
gözlerinin rengi gözlerimin renginde
gölgemde yitip gidiyor
tıpkı bir taş gibi gökyüzünde
gözleri var her zaman açık
ve bir an olsun uyutmaz beni
düşleri var apaydınlık
güneşleri buharlaştıran
güldürür, ağlatır beni ve güldürür
konuşturur beni söylemeksizin tek bir söz
paul eluard -
gençlik bir kitaptı, okuduk bitti;
canım bahar geçti çoktan, kış şimdi.
hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş?
nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti
ömer hayyam
(bkz: nasıl ne zaman - hardal) -
mavi
üstünde yağmurdan başka hiçbir şey yoktu
anlam olmak için yeterince çıplaktın
şiirin nasıl bir şey olması gerektiğini
hatırlatıyordu gözlerin, sana böyle inandım:
ben inanmak için şiir yazıyorum, gözlerin
cihangir'i hatırlatıyordu, hayal içinde fakir
üsküdar'dan o rüyaya baktım: maviydin
bir özletip bir geri çekiyordun denizlerini!
usul usul inandım güzelliğin hatırına yağan
yağmurun üstümüzde hakkı vardır, inandım
uzak bir mavi kızın gözlerindeki bulut
burada içimize yağacaktır, inandım, mavi
bir yağmurluğun da olsa şiirden ıslanırdın!
gövdene de böyle inandım, duruydu, şiirin
nasıl bir şey olması gerektiğini hatırlatıyordu:
öyle çıplaktın ki içinde şiirden başka
hiçbir şey yoktu, gövden neyi hatırlatıyorsa
ona inanıyorum, beni hatırlamasa da, biliyorum
bazı uzaklıkların hiç mektup beklemediğini...
bazı şiirler de bekleyemiyor yağmurun dinmesini!
haydar ergülen -
aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci…
-çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
ülkü tamer. -
evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
hani kurşun sıksan geçmez geceden,
anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
ve zehir-zıkkım cigaram.
gene bir cehennem var yastığımda,
gel artık... -
biraz daha sıkıldım.
yazamadım iki satırı.
gece uzun mu? şimdi
ceplerimde, cüzdanımda,
kitabımın arasında, yok yok
hiç kalmamış hatırı.
galiba güldüğü yer ankaraydı.
kaybolduğum, saklandığım yer
bakışlarıydı.
(kaoa)