• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.67)
göğü delen adam - erich scheurmann
papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse göğü delen anlamına gelir.
samoa'ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. o, göğü delip geçmişti.


  1. tuiavii ‘nin avrupa gezisinde yazdığı notları anlatır. papalagi beyaz insan, göğü delen adam demektir. papalagi zamanla yarışır. zamanını şeyler edinmeye çalışarak harcar. sürekli de zamanın yetmediğinden yakınır. papalagiyi mülkiyet edinmeye çalışma köle etmiştir. şeyler edindikçe daha fazla şeye ihtiyaç duyar. geceleri de uyumaz olmuştur şeylerin çalınma kokusundan. böylece şeyleri de şeylerle korumaya çalışır. gün geçtikçe daha fazla şeye sahip olur. kısaca ne kadar şeyin var o kadar saygın olursun konumuna gelir. çevresi şeylerle kaplandıkça güneşin, ayın ışığından mahrum kalır. bu sefer de papalagi kendi yapay ışığını oluşturur. doğadan gitgide kopan papalagi kendi oluşturduğu yapaylıkta yaşamını sürdürür gider sonsuza kadar mutlu bir şekilde.

    aşağı yukarı hepimiz türkiye' deki topluma, olaylara sinirlenerek başımızı alıp avrupa ya gideriz, daha doğrusu gitmek isteriz. peki gideceğimiz avrupa nedir?
    bize avrupa insanının yozlaşmışlığını anarşizm ve nietzsche düşüncelerinin üzerine oturtarak sorgulatır. kusursuz, eğitimli, insana değer veren olarak gördüğümüz avrupa insanının yozlaşmışlığını, gelişmişlik maskesi altındaki sömürücülüğünü, tüketerek tükenmesini anlatır. kısa bir kitaptır. okumak ve okutmak lazım.
  2. mükemmel bir sistem/modernizm eleştirisi. bir yerlinin gözünden avrupa!.. hepimiz ütopya'da yaşamanın halini kuruyoruz fakat kitabı okuduktan sonra bir distopya'da yaşadığımızın farkına varacaksınız. her yönüyle çok iyi analizlerde bulunmuş.kitap okumanın, düşünmenin saçma olduğu kısımlara pek katılmasam da genel olarak yaşlısı genci 7'den 70'e herkese okutulmalı diye düşünüyorum.

    kabile reis'inin şu müthiş sözünü de barındırıyor kitap: "eğer insan çok fazla "şey"e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir."

    gerçekten de yoksul olan onlar mı yoksa biz miyiz? cevabı bu kitapta
    ek olarak: kitabın sonunda yer alan yazarın biyografisi de ayrı bir roman tadında .
  3. oryantalizmin tam tersi olan garbiyatçılığı gördüğümüz avrupa eleştirisi.
  4. okuduğum boş kitaplardan biri. yani tamam, bir şeyler söylüyor ama bunları bu şekilde tabldot halinde okuyup almak yerine, bu kitaptan hem edebi hem de içerik anlamında daha düzgün şeyleri okuyup da bu kitapta anlatılanları kendin düşünüp sorgulamak çok daha iyi bence.
    mandra filozofu' nu izleyip de(o filmde bile can yücel adına uydurulmuş dizeler vardı) hayatı sorgulayan insan ne kadar zavallıysa gözümde, bu kitabı okuyup da ''hımm'' moduna giren herkes o kadar zavallıdır işte.
    genel bir çerçeve içinde değerlendireyim önce; bu tarz kitaplarla ilgili bir komplo teorim var benim. bir kere bu kitap, kişisel gelişim kitabı kategorisine girer benim nazarımda. bu kişisel gelişim kitapları da -yine bana göre- din ile zapt edilen zümrenin dışında kalanları zapt etmek üzerine ortaya çıkarılmıştır. modern bir tür dindir onlar da. sevgi? içimizde. eşya? çok eşyaya gerek yok. tanrı? tanrı sevgidir. elindekinin değerini bil falan der durur hepsi. bu düşünceye itirazım yok, itirazım elimizdekilerin değerini anlamak için kullanma kılavuzu ihtiyacı yaratılması ve o kullanma kılavuzlarının da güzel paketler, abartılı yorumlar eşliğinde bize sunulması. kişisel gelişim kitapları bunu böyle yap, şunu şöyle yap derken bu kitap da bu kez olayı tersten ele alıp o böyle yapıyor ve mutsuz, bu şöyle yapıyor ve mutsuz diyor. katıldığım yönler elbette var lakin bir o kadar da temelsiz, bilgisiz bölümler mevcut kitapta. hele bir yerinde ‘’ne yapcan uzayda, ben sana söyleyem uzayı’’ diyen, ‘’ingilizceyi napcan, mezarda geçmez, kabirde geçmez’’ diyen cübbeli ahmet hoca kafasına bürünüyor anlatıcı ve özetle düşünme, sorgulama diyor ki bu noktada kendisiyle zıt kutuplardayız tam anlamıyla. bir konuda haksızlık ediyorum elbette. bu kitap muhtemelen benzerlerinin pek çoğundan daha önce yazılmış bir kitap, bunu atlamamak gerekiyor.
    cinsellik konusundaki saptamaların çoğu temelsiz ve yetersiz. elbette kitabın böyle bir iddiası yok, hatta aksine, önsözde yazar bu kitabın bir yerlinin gözünden modern toplumun görünümünün o yerlinin basit hatta saf bakış açısıyla anlatımından ibaret olduğunu, gücünü buradan aldığını söylüyor. derin analizler yok. herkesin gözünün önünde duran ama modern dünyanın etkisiyle göremediği şeyleri görüp de herkesin anlayacağı kadar basit bir dinle anlatıyor kitap. ne var ki bir lise öğrencisi için etkileyici olabilir tüm bu anlatılanlar. anlatılan şeyleri kendi kafanızda sebep sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirebildiğiniz an bütün büyüsü kayboluyor kitabın, zaten bilmediğiniz hiçbir şey de söylemiyor kitap size. bu bakımdan geç okuduğum bir kitap oldu belki de ama genel olarak boş buldum kitabı.
    zaten genel olarak modern insan eleştirisinden de sıkılmaya başladım artık. yani hala eleştiri yapılması bana komik geliyor. bence yapılabilecek eleştirilerin hepsi yapıldı, şimdi varsa çözüm üretmek gerek, yoksa da sürekli aynı eleştirileri tekrar edip avunmaktansa baudelarie’ nin avunma yöntemini kendime çok daha yakın buluyorum ben;

    ‘’omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

    ama neyle? ...

    şarapla,
    şiirle
    ya da erdemle,
    nasıl isterseniz.
    ama sarhoş olun...

    ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “saat kaç?” deyin. yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “sarhoş olma saatidir! zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...”