1. Hakikat, özne ve iktidar arasındaki ilişkinin panoromasını değiştirir Michel Foucault. Foucault’nun çalışmasının farklı yerlerinde, farklı disiplinlerin, düşünce ve bilgi modellerinin sorgulanmasının bir ürünü olarak karşımıza çıkar “hakikat rejimi” kavramsallaştırması; “bilme istenci”, “episteme”, “soykütüğü” ve “söylem” gibi özgül analitik-kavramların bir parçası olarak alınması, birlikte düşünülmesi yerinde olur kanımca.

    Özneye odaklanan, özneden hareket eden düşünce tarihine hakim bakışı-mızı yerinden eder. İktidar, hakikat üretir ve kendisi tarafından belirlenirken iktidar olarak kendisini de mümkün kılan özneler bu hakikatin taşıyıcısı olarak iktidarı süreklileştirir.

    Bu yaklaşımda “özne”, “iktidar” ve “hakikat” kavramlarının algılanışında da kökensel bir dönüşüm ortaya çıkacaktır: Özne bir özerklik noktası değildir kendinde, iktidar bir ‘yalan’ olarak -salt bir ‘olumsuzluk’ olarak- kavranamaz, hakikat de bu yüzden öznenin kendisine ulaştığında iktidarı altedebileceği bir bilgi değildir yalnızca.

    Hakikat ve iktidar ilişkisinde ‘sır’ Foucault’nun kavrayışında, sorunun salt bir “bilinç sorunu” olmayışından hareketle açığa çıkarılır. Yani, öznenin özneliğinin -bir anlamda- “yapısal” kavranışıyla. Bir anlamda diyorum, çünkü Foucault’nun bir yapısalcı olarak düşünülmesine bu kavramın kullanılması sebep olmamalıdır.

    “Sorun insanların bilincini ya da kafalarını değil; hakikati üreten siyasi, ekonomik, kurumsal rejimi değiştirmektir” diyecektir Foucault Hakikat ve İktidar‘da. Basit görünmektedir ifade bu haliyle, ancak “hakikat”in siyasi-ekonomik-kurumsal bir “rejim” sorunu olarak kaydedilmesinde, “politik bilinç” sorununa ilişkin modern düşüncede üretilmiş olan hakikat kavramı ve iktidar perspektifinin aşılması veyahut da değiştirilmesi gündemel gelir.

    Foucault’nun “ideoloji teoisi”ni çalışmalarının dışında bırakmasının, “ideoloji eleştirisi”ni geçersiz ve hatta sorunlu saymasının gerekçelerini de burada bulabiliriz. Değişen yönelimleri ve yaklaşım biçimleriyle Foucault’nun çalışmalarının bütününü oluşturan şey, özne ile hakikat ve hakikat ile iktidar arasındaki düzeneğin – “hakikati üreten siyasi, ekonomik, kurumsal rejim” olarak- kavranması ve açığa çıkarılmasıdır.

    Anlam ilişkileriyle güç ilişkilerinin içiçe geçtiği, bilgi ile tahakküm ilişkisinin bir ağ halinde birbirine dolandığı bir tür “tarihsellik” kavrayışı söz konusudur, “hakikat/bilgi rejimleri” anlayışında. Bu önerme yalnızca “bilgi, güctür” diyen Bacon’cı düşüncenin yansıması değildir; aksine, burada, daha başka kavrayış söz konusudur. “Bilgi/iktidar” kavramlaştırması, bilnin bir güç olduğunu işaret etmenin ötesinde “iktidar”la “bilgi” arasındaki derin ilişkiye gönderimde bulunur.

    Aydınlanma düşüncesinde “eleştiri”, bilgi ve iktidar alanlarını birbirine karşıt ve çatışan konumlar olarak almakla negatif bir iktidar algısını mümkün kılmış, ancak böyle yapmakla tam da modern dünyanın alametlerinden biri olarak iktidarın kuruculuğunu görmeyi imkansızlaştırmısştır.

    Foucault’nun “iktidar analizi” ile birlikte eleştirel düşünce, “söykütüksel eleştiriri”de karşılığını bulacaktır. Soykütüksel düşünce merkeyi-kurucu özne düşüncesinden uzak, öznenin bağlılığını, onu özne kılan ağı dikkate alan bir yaklaşımdan hareket eder. Buna göre hakikat ve iktidar ilişkisi, özne ve iktidar ilişkisi halinde biçimleniyordur. “Kendilik” dediğimiz şey bir “kendilik tekniği”nin ürünüdür, bilginin/hakikatin bir iktidar sorunu -“iktidar tekniği”- olması da bu bağlam içine oturur.

    Özne ve hakikat -buna göre- iktidarın bastırdığı, yok ettiği ya da etmek istediği, yok saydığı ve dışarda bıraktığı bir şey olmaktan önce ve asıl olarak, daha derin bir ilişkiler ağı içinde, onun kurduğu ve dolaşıma soktuğu, kendisini süreklileştiren bir doğallık haline getirmek için tesis ettiği kavramlar olarak anlaşılabilirler ancak.

    Bilgi dediğimiz şey, tıpkı özneler gibi, bir iktidar konusudur ve dolayısıyla da bir iktidar sorunu -ve sorusu-dur. “Hakikat”in bir “rejim” dolayımında kavranılması, geleneksel ve modern epistemolojilerin aşılması, bir anlamda bilgiye atfedilen saflığın “kökten” sarsılması anlamına gelir. “Bilen özne” bu bağlam içerisinde iktidarı altedebilecek dışarlıklı bir öznel konumlanış içinde düşünülemez dolaysızca. Kendinde geçerli ve kendiliğinden ‘nesnel’ olarak kabul edilecek bir hakikat söz konusu değildir; bilgiden söz edildiği noktada ne tür bir hakikat rejiminden bahsedildiğini düşünmek ve sorgulamak, deşifre etmek gerektir asıl olarak. İktidar her yerdedir Foucault’nun düşüncesine göre, dolayısıyla direniş de bütün bunlardan dolayı.

    Toparlayacak olursak: “hakikat rejimleri” formülasyonu, bilginin her zaman iktidar/güç kavramlarıyla ilişkili olduğundan hareket eder. Bilginin oluşumu, kulllanımı ve dolaşımı bir rejim konusudur. Belirli bir hakikati üreten de geçerliliğini sağlayan da belirli bir iktidardır. Dolayısıyla, bilgiden sözedilen yerde sorulması gereken, hangi bilgi rejiminin devrede olduğu ya da egemen olduğudur. Ne tür bir hakikat rejiminden söz edilmektedir. Ve bu rejim ne türden bir iktidarın alametidir.

    Entelektüelin anlamını ve dolayısıyla siyasal işlevini de farklılaştıran bir anlayış geliştirir bu yaklaşım. Ortada ne gizli bir gerçek, ne de bilinçlendirilmesi ve bu gizli gerçek karşında uyarılması gereken kandırılmış kitleler vardır. Asıl sır ortada bir sır olmamasıdır.

    Foucault’ya göre, tam da bundan dolayı entelektüelin yeni rolü, “herkes hakkındaki ifade bulamamış hakikati söylemek için biraz öne veya biraz yana çıkmak değil, iktidar biçimlerine karşı, bu biçimlerin hem nesnesi hem aracı olduğu yerde mücadele etmek” olarak tanımlanımlanır. Nitekim Foucault’nun kendi politik pratiği de bu düşünce çerçevesinde şekillenmiştir.

    Teorik-pratik olarak iktidar ilişkilerinin nasıl kurulmuş olduğunu deşifre etme çabası bizzat bir direniş hattı oluşturmaktadır; çünkü böylece iktidarın kuruluşu açığa çıkartmaktadır. Hakikatin bir iktidar tarafından kurulmuş olduğunun deşifresi aynı zamanda o hakikatin yeniden kurulabilir olduğunu da ima eder.

    Böylelikle, nesnel ve tarafsız bilgi anlayışı olarak ortaya çıkmış olan söylemler, kendilerini üreten ve kendileri tarafından yeniden üretilen iktidar bağlamında sorgulanmaya, nesnel bilgi tarafından hem görünmezleştirilen hem de meşrulaştırılan rejimin deşifre edilmesine dönüşür. Foucault’nun kuramsal müdahalesi bu noktalarda önemlidir. Hakikat ya da bilgi, her zaman zaten bir rejim (ya da iktidar) konusuysa, politik mücadale salt bir merkeze karşı dışarıdan yürütülecek bir mücadele olmaktan öte anlamlar kazanmaya başlar.

    Tarafsızlıktan ve bu anlamıyla nesnel bilgiden sözedildigi yerlerde, gerçekte hangi rejimin devrede olduğunu ve bu yansızlık/nesnellik ifadelerinin ve kabul edilegelen genel geçerliliğin hangi söylemsel yapıyı ve iktidarı gizlemeye çalıştığını anlamak sorunu kendiliğinden ortaya çıkar. “Hakikat” ve “gerçeklik” söylemleri, ister “nesnellik” kılığında olsun ister “insan doğasının zorunlulukları”ndan türetilsin genel olarak gündelik yaşam düzleminde iktidarın doğallaşma biçimlerinin bir parçası olarak çalışırlar.

    İktidar yalnızca kültüre yerleşip alenileşmekle, genel geçer bilgiler halinde doğallaşmakla sınırlı kalmaz, söylenebilir olanın sınırlarında dolaşımdaki aleni hakikatin de kurucusu olarak işler. Bilginin ve öznenin bağımlı konumu, yirminci yüzyıl felsefi tartışmalarının bir çok farklı yönden gündemini oluşturmuştur bu nedenle. Özne hakikatin çıkış noktası olmadığı gibi, hakikat de öznenin özerkliğinin kaynağı olamaz; Foucault, bize, özne’nin bir iktidar tekniği, iktidar tarafından üretilen ve dolaşıma sokulan taşıyıcı bir birim olduğunu anlama imkanı verir.

    Bundan dolayı olsa gerek, Foucault, “kendini bil”mekten değil, “kendini kendinden koparmak”tan söz eder.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/