1. sanki hayatım bitmek bilmeyen bir pazar akşamı. huzur için savaşmakla geçiyor. uzun açlıktan sonra gelen yemenin hazzı, sıkışıp da tuvaletini yapabilince gelen rahatlama... hayat, en basit ihtiyaçlarımızda bile bize sorun yaratıyor ve karşılığında bizden istediklerini yaptığımız için bir haz duyuyoruz. öğrenmenin hazzı, öğretmenin hazzı, sevgili bulmanın ve sevişmenin hazzı, hediye almak ve hediye vermek, şık giyinmek, güzel bir parça dinlemek... her haz, yanında bir bağımlılık ve bir de yoksunluk taşıyor. fakat aslına bakarsak, her şeyi gelişigüzel sisteme bıraktığımızda, geriye yalnızca yoksunluklar ve bu yoksunluklardan doğan ölüm kalıyor. zaten insan da bu duruma düşünce çektiği acıya dayanamadığı için var gücüyle yaşamıyor mu? hayatlarımız bir acıdan kaçış öyküsü. hayatlarımız, bir başarısızlık öyküsü. eninde sonunda ölüyoruz. ölmeyen, hiç acı çekmeyen nesiller gelecek mi bilemiyorum, fakat şurası belli ki, acı bizim varoluş gerçeğimiz. acı, bizim tek gerçek kamçımız. haz, acının görmezden gelinmesini sağlayan bir ödülden ibaret. olta ucundaki havuç peşinde kilometrelerce koşturulan atın, bir kesme şekerle ödüllendirilmesi. at er geç ölecek ve o havuç, başka atların koşması için kullanılmaya devam edecek. ta ki kendisi de çürüyene, onu tutan kolun sahibi ölene dek. genlerimize öylesine sıkı sıkıya yapışmış bir sahte dünya ki bu, çoğumuz onu yaşarken reddedemiyoruz. kendimizi ondan arındıramıyor, arındırmayı da istemiyoruz. bu kafesin içinde yaşamaya mahkumuz, aksini çoğumuz sorgulamıyor, sorgulayanların çoğu ise boyun eğiyor. boyun eğmeyip ne yapabiliriz ki? her birimizin birer hayatı var ve ölümden sonrası yoksa eğer görebileceğimiz her şey bundan ibaret. öyleyse, niçin bu kahpe düzenin piyonu olmayalım? niçin, varoluşun doğasına siktir çekmek yerine ona kölelik etmeyelim? başkaldırının doğasında da doğanın farklı bir düzenine itaat yok mudur? özgürlük de bir bağımlılık değil midir? öyleyse, niçin birini ötekine tercih edelim, bir çıkış arayalım? bu, bir çıkış mıdır ki? üstünlük aramanın sisteminde, sisteme karşı üstünlükten söz edilebilir mi? doğanın kendisini ret mümkün müdür? dinlerdeki şeytan, tanrının iradesi haricinde başkaldırabilir miydi ona? peki, hiçbir gerçek başarısı olmamış, hala başkalarına bağımlı benim, ihtiyaçlara giden yoldaki başarı savaşını reddederek doğaya başkaldırması gerçekçi bir tavrın ürünü müdür?

    bu bağlamda bana görüş sunduğunda güveneceğim çok az insan var, çünkü ne pes etmişlerin ne de edemeyenlerin vızıltısı çözüm olur bu sorularıma. yalnızca arayıştakilerdir muhatabım, zira bulmak, başarmaktır. oysa bu, başarısızlığı benimsemenin yolculuğudur ve her daim savaşıp, ölümce gafil avlanmayı şart koşar, ki kişi galip geldiğini asla bilemesin.