1. üst komşum olan abi çok güzel müzikler dinliyor. malum duvarlar ince hepsini duyuyorum. insanları sırf dinledikleri müziklerden dolayı sevebileceğimi fark ettim. bu da böyle bir anımdır.
  2. cüzdanımı kaybettim yakın zamanda. bütün banka kartlarım, tüm param gitti. napacağımı bilemedim arkadaşımı aradım. hemen geldi hem para getirmiş hem taksiyle gittik kaybettiğim yerlere baktık. zaten diyordum da o an yine ve yeniden dedim ki ya ben böyle güzel insanlar nasıl bulmuşum? neyse sonra biri cüzdanımı bulmuş, içinde hep gittiğim bi yerin kartından bana zar zor ulaşmış. hiç gelmez diye düşünürken, bir de panik olmuşlar içinde şöyle paranız var böyle paranız var alabilir misiniz diye. ben de şans bu ya şehir değiştirmek üzereyken aldım haberi. yine aynı arkadaşımı aradım gidip alır mısınız dedim. hiç ikiletmediler, bugün almışlar bi de fotoğraf atmışlar birlikte. ya siz ne güzel insanlarsınız diye gözüm doldu fotoğrafı görünce. ben ne şanslıyım, siz ne güzelsiniz. az ve öz. dost mükemmel bir şey. ay çok seviyorum sevgim içime sığmıyor. neler söylesem yetmezmiş gibi sevgimi anlatmaya. sadece iyi ki.
  3. -minnoşş, pisi pisiii
    -miauww!

    tam 3-4 yaşındaki çocuğun ironi kabiliyetine hayran olurken,

    annesi - naptınız!
    ben - ???
    annesi - kendini bir süredir kedi sanıyor, şimdi ikna etmemiz iyice zorlaşacak!
    çocuk - anne bak bana kedi dedi, bildi anne bak, pisi dedi...

    bence benziyordu...
    mesut
  4. son 2 haftadır bir kızı rüyamda görüyordum. hiç tanımadığım biri ama sürekli rüyalarımı süslüyor. hani böyle sıcaktan iyice bunalmışken aniden serin bir rüzgar eser ya öyle bir şeydi onlu rüyalar. ben o kızla cumartesi günü tanıştım. ben artık mucizelere inanıyorum.
  5. ben hikaye anlatmayı çok severim. hikaye dinlemeyi daha çok severim. ondan da daha çok, çok sevdiğim bir şey varsa, anlatılan hikayenin bir ucuyla, bir parçasıyla gerçek hayatta, hayatımın içinde karşıma çıkıp beni şaşırtması. hayatımızın anlatılmaya değer en güzel yanı bu tesadüflerin varlığı bana kalırsa.

    sene 2013 yanılmıyorsam. gürsel (korat) hocanın " metin ve yorumları" dersini alıyoruz zorunlu olarak. yine bir dersinde söz dönüyor dolaşıyor, kapadokya'ya geliyor. beni ankara'ya cemal süreya, kapadokya'ya da gürsel hoca aşık etmiştir; daha önce görmediğim hâlde bu şehirleri üstelik. gördüğüm zaman da değişen bir şey olmadı, hatta şairi de yazarı da unuttum ama o yerlere sevgim, özlemim hiç sönmedi. neyse.

    hocamız kayserili, kapadokya bölgesine özel bir sevgisi var. her taşın altını, hikayesini bilir, romanları özellikle o coğrafya zemininde geçer çoğu zaman. konu yine kapadokya'ya gelince konuşa konuşa " st.george"un yani "yorgi"nin, bizde bilinen ismiyle "cercis / circis" in hikayesini anlatmaya başladı. özellikle tarihî bilgilerini ve sayısal veriler içeren olayları şu an için hatırlayamasam da cercis'in kim olduğunu öğrenmiş; rivayet edilen hikayesinde atından heybetle iner inmez, aynı atı kollarına hızlıca dolayıp başına eski püskü bir başlık olarak geçirerek muhtaç bir dilenci kılığına girmesine , "tanrı rızası" için her kapıdan yardım istemesine, geri çevirmeyen evleri ödüllendirip kovulduğu yerleri fukara etmesine, ejdarhayla savaşına hayran kalmıştım çocuk gibi.

    daha sonra 2015 yılında 10 günlüğüne kapadokya'ya gittiğimde ilk işim cercis'i aramak oldu. tamam bee, ilk işim acayip ucuza gelmiş odanın jakuzisini köpükle doldurup eski sevgilimle şarap keyfi yapmak oldu ama jakuzinin masaj özelliği su sıcak olduğunda kösnül bir gevşeme yaratacağı yerde hipertansif etki yaptığı için karaya vuran balinalar misali kendimizi küvetten dar atabilmiştik içeri. cercis daha gelir gelmez cezalandırmıştı beni... sonra "tamam george, şimdi sakin ol ve elindeki atı yere bırak, şimdi çıkıyorum müzeye, okay?" diyerek cercis'in aziz hatırasını aramaya koyuldum. göreme açık hava müzesi'nde, adını yine unuttuğum bir kilisede, bir savaş sahnesinde temsil edildiği duvar resmini görüp fotoğrafını çektim. sevgilim olan insana bildiğim hikâyatı heyecanlı heyecanlı anlattım ama pek sallar gibi değildi. en de sevmediğim şeydir heyecanımın, şaşkınlığımın, sanki her şey 50 yıldır aynı şekilde oluyormuş gibi davranılarak söndürülmesi. boşver cercis, sen ona bakma , kameraya bak, çekiyoruum! tişörtlerini de yapmışlar, denk getirip alamadım o gün, bir dahaki sefere artık dedim. adettendir diye o duvardaki resmin basılı olduğu bir ayraç aldım. cercis'le ilk karşılaşmam böylece olup bitmişti.

    2016 yazında, çalıştığım kitapçıda bazı kitaplar bulunmuyordu. müşterinin isteği üstüne sipariş ediyorduk, kendilerinin iletişim bilgilerini alıp. bir gün yaşlı, akça pakça bir amca girdi içeri. yine hatırlamıyorum, iki kitap sordu. "yok ama sipariş edebiliyoruz, getirtelim mi sizin için? " diye sordum. "tabi olur, et gızım" dedi. işlemi yaptım, amcanın irtibat bilgilerini alacağım ki kitaplar geldiğinde ulaşabileyim. "isminiz nedir amcacığım?" dedim. "cercis" dedi. kalbimin "gümp" diye tek seferde çarpışını şu an dahi hatırlıyorum. üç saniye kalem elimde donuklaştıktan sonra "afedersiniz, cercis mi dediniz? " diye sordum. " he gızım, c -e - r..." diye devam etti. "biliyorum amca cercis'i ben. isim olarak hiç duymamıştım. siz nerelisiniz ki?" diye sordum. "buralıyım gızım ama pek yoğ ismimiz, doğrudur. sen nerden biliyin cercis kim?" diye sordu gülerek. bütün hikâyeyi aynı müzede olduğum günkü heyecanla anlattım amcaya, sevgilimden daha çok şaşırıp bana eşlik etti yemin ederim. hatta verdiği numaraya "sni ryamda qrdüm, ii msn???" diye mesaj atmayı bile düşündüm bu yüzden. atını sarıp sarık yaptığı hikâyeyi de biliyormuş, " hee bizde çoğ anlatırlardı gızım, anam goydu benim adımı bu zat'tan ötürü" dedi. "ne güzel amca, isminizle çok yaşayın" dedim. adam dükkândan çıkarken elimde olmadan sessiz sessiz arkasından gittim, acaba atıyla mı gelmişti ve onu hızlıca kollarına sarıp başka bir kılığı için kullanacak mıydı diye bakmak için. kuş cinsi lacivert bir arabaya binip gitti, egzozuna boğuldum, oysa ben o arabayı "badgirl" beresine dönüştürecek sanıyordum... dedim multiple, işçisin sen işçi kal, gir ğız tükandan içeri...

    artık plasebo etkisi miydi, amca sahiden cercis miydi bilmiyorum ama o gün hem dükkân her zamankinden iyi kazandı, hem ben hiç yorulmadım. günün en yoğun ve yorucu saatinde bile. aylar vardı elime kağıt kalem almamıştım, birden ufakça bir defter aldım kendime, yazdım ha yazdım. durduk yere heves de getirmişti adam. ya da ben öyle inanmak istedim, bilmem... yine de bu, o günü akşam uyuyana değin garip bir huzur içinde geçirdiğim, ve genelde aksi giden rutin işlerin birinin bile garip bir şekilde sorun çıkarmadığı gerçeğini etkilemiyor.

    şimdi düşünüyorum da, ezkaza çocuk sahibi olmaya ikna olursam, bir de yavrucak oğlan olursa, bir adını "cercis" koyarım ben ya... mucizeli, sürpriz yumurta gibi bir oğlan olur o zaman, oy anası yesin... hem bir adı "cercis" olduktan sonra diğer adı isterse "geoffrey" olsun, yedi krallık içinde dahi çok sorun yaşayacağını sanmıyorum.
  6. geçen hafta okula giderken üst üste iki kez,biri 10 diğeri 5 yaşlarından iki erkek kardeş gördüm.abisi sürekli kardeşinin ya atkısını düzeltiyor ya montunun önünü ilikliyor.
    düşünüyorum da koca hafta zorlamaca olmadan gülümsediğim iki an sadece onları gördüğüm anlardı.
  7. çaybahçesine gittiğinizde bir kedinin doğum yapmasına şahit olmak. daha önce evimde doğum yapan kediler olmasına rağmen, açık alanda bir masanın altında doğun yapmasi ilginçti. annecik, 5 yavruyu doğurup hepsini temizledi ve beraber uyudular. bütün güne yetecek mutluluk.
  8. balkona kahve-sigara yapmaya çıkmam, alt komşunun son ses dilek taşı açması, benim eşlik etmem ve beraber bağırarak şarkıyı söylememiz. yan komşunun o sırada köpeğiyle balkona çıkması ve sohbet etmeye başlamamız. güzel bir yerde oturuyorum sanırım.
  9. rüzgarda kırılmasın diye minik portakal fidanının yanına çakıp bağlandığınız kuru dal parçasının tutması, yeşermesi, yaprak açması.

    ne ağacı olduğunu da bilmiyorsunuz, tam bir sürpriz durumu hasıl olmakta.

    beklenmeyen hamilelik gibi.
  10. engelli kadrosunda çalışan bir işçi abimizin bugün kapıdan içeri girmeden -ben yarın dişimi doktora götüreceğim- demesi.