1. 1937 doğumlu cixous, fransa'da kadın çalışmaları doktora programının başlattığı tek deneysel üniversite olan universite de paris viii'de profesördü. edebiyat eleştirmeni olsa da feminist teorisyen olarak ele alınır.

    yaşamı sürekli oradan oraya sürüklenme ile geçmiştir. düşüncesi ve eserlerinde ötekilik duygusu baskındır bu yüzden. yarattığı jewoman kavramı da bunun ifadesidir. ötekilik ve melezlik duygusunun kavramıdır. bu göç duygusunun ona yazmak için şans verdiğini söyler. bir temele oturtamadığını belirttiği kimliği, ilham için sınır tanımaz. jacques derrida'ya göre de çağdaş yazının en büyük kalemlerindendir. şair-düşünür olması ve kimliksizliği onu büyük yapar der.

    eleştirmen kimliği kendi kitaplarında farklı bir hal alır. yazıları ve kitapları eleştiriden ziyade yazma fikrinin sunumudur. düşüncelerini anlatırken bu sürece dahil eder okuyucuyu. otobiyografik denecek kadar da kendine dönüktür bu yazılar. postmodernizm poetikası diye adlandırırlar üslubunu. düşüncenin ana hatlarını araştırırken, bu hatların yok olup yeni alanların çıkışını izler. bu yöntemiyle julia kristeva'nın göstergebilimsel edebiyat incelemesinde ideal dediği yöntemi gerçekleştirir. toplumsal ilişkiler, egemen ataerkil yapı, kapitalizm sarmalındaki simgesel düzeni yıkmaya yönelik devrimsel ve şiirsel bir dil yaratır.

    the newly born woman ve the laugh of the medusa'yı okurken kadınların kalıplaşmış hayat tecrübeleri ve kadınların ortak söylemlerine değindiğini görmek daha da ilginç kıldı. roland barthes'in post-yapısal kuramıyla sınırlanmamıştı. ecriture feminine (dişil yazı) gibi kilit bir kavramı yaratır ve ona yoğunlaşır.
    ecriture feminine, simgesel düzenle eşleştirilen, teksesli, fallogosantrik ve bedenden dışlanan sesin karşıtıdır. çoksesli, yıkıcı, bedensel, başlangıca elverişli ve sonlandırılmaya direnen bir yapıdadır. bu tür yazında sadece metin ile yazar arasındaki bağ değil, o bedenin kadınla arasındaki bağ da göz önündedir. buna anne sütü diyen cixous, yazma kavramını kadın için ideal kılar. eril söylemi yıkma potansiyeline sahiptir. toplumsal cinsiyetin akışkan olduğu antik dönemden beslenir bolca. yarattığı kavramlar hebraizm ve helenizm füzyonu denebilecek, geniş siyasi klişelerdeki materyal kültürün rolünü altüst eder.
    sezgi
  2. Hélène Cixous, post yapısalcı feminizmin -Madan Sarup’un “Fransız feminist kuramı” dediği- üç isminden biri. 5 Ocak 1937’de Cezayir’de doğmuş, kendisini çok fazla tanımıyoruz. Luce Irigaray ve Julia Kristeva ile benzer bir düşünce hattında yer alıyor. Ortak noktalarından biri, geliştirdikleri eleştirel yaklaşımın aynı zamanda feminizmi de hedefliyor olmasıdır, diyebiliriz. Buna göre, asıl sorun, batı kültüründe kadıının “fallus” ve “logos” merkezli yapısındaki kadının konumudur.

    Feminizmin “eşitlik” odaklı politik etkinliği bu konumla gerçek anlamda bir hesaplaşmaya girişmemiştir. Sorunun daha çok “hak eşitliği” ve “özne olarak tanınma” ekseninde formüle edilmesi, bir bakıma “fallus-merkezli” eril anlam dünyasının dönüştürülmesi ve bunun için de sorgulanmasını göz ardı etmekle sonuçlanmıştır. “Feminizme karşı feminizm” diyebileceğimiz bir yaklaşımla Fransız feminist kuramı, “dişilliği” yapı-söküm aracı olarak devreye sokar. “Kadının konumu” denilen şey bu bakımdan salt bir “özne konumu” olarak anlaşılamaz ya da anlaşılmamalıdır; mevcut dünyanın eril yapısının kuruluşuna içkin bir eksiklik noktası, bir bastırılma anı, Lacancı anlamıyla bir “leke”dir “dişillik”.

    Cixous da, benzer bir düşünce hattını izliyor. Romanları, oyunları, edebiyat eleştirileri ve yorumlarıyla kendine özgü düşünçelerini ortaya koyuyor. Cezayir bağımsızlık savaşının, altmışlardan itibaren Fransız düşüncesinde yarattığı bir etki var; sömürge-sonrası-teori’nin özneliği bir dil sorunu, onu da bir anlamda cinsiyet sorunu olarak sökmeye yönelmesinde bu etkiden söz edebiliriz. Cezayir kökenli Cixous’un, “ötekilik” denilen durumu her şeyden önce bu bağlamda doğrudan deneyimlediğini söylemek mümkün. Dışlayıcı mekanizmanın aynı zamanda bir kapsayıcılıkla kurulduğunu -ben’in öteki’ni tarif ettiğini, yerini belirlediğini- böylece anlamak, muhtemelen “cinsel fark”ın bu kuruluştaki yerini de başka bir şekilde farketmeyi getirmiştir.

    Kristeva ve Irigaray gibi Cixous da felsefe, edebiyat ve psikanaliz alanlarında dolanıyor. Heidegger, Lacan ve Jacques Derrida etkisinden söz etmek sanırım şaşırtıcı olmayacaktır.

    Cixous’un felsefi yöneliminde iki ana nokta dikkat çekicidir: Birincisi, diyalektik dahil çelişki ve hiyerarşi üzerine kurulu her türden düalist düşünce bicimlerinin reddi ve ikincisi, tam da bu hiyerarşik yapıya karşıt olarak çok-sesli olduğunu söylediği dişil yazı’ya verdiği kesin önem. Öyleki, dişil libido ile dişil yazın arasında parallellikler kurmanın da ötesinde, Cixous, ataerkil düzende bu düzenin yapısına karşı ancak dişil yazın dediği şey ile mücadele edilebileceğine inanır.

    İkili karşıtlıklar hiyerarşisine karşı çıkma konusunda Irigaray ve Kristeva’da benzer bir yaklaşıma sahip. Batı kültürünün düşünsel, siyasal ve toplumsal kuruluşu bir “insan doğası” tasarımı üzerine kuruludur, dolayısıyla benlik ve öznelik konumları ya da “kadın” ve “erkek” oluşlar da bu tasarıma göre inşa edilmiştir. Tasarımın kendisine yönelik itirazlar sorgulamalar olsa da yapısalcılık-sonrası-teori’nin söylediği üzere, esas olarak bu tasarımın temelindeki argümanlar, temel varsayımları olduğu gibi kalmaktadır: doğa/kültür, zihin/kalp, biçim/madde, konuşma/yazı türünde ikili yapılar, temelde batı düşüncesini yapılandıran ve onun siyasal düzenlemelerini belirleyen sıradüzenlerdir.

    Cixous bunları, kadın ve erkek arasındaki karşıtlık bağlamında ilişkilendirirken, “kadın” esas olarak “erkek” egemen dil alanında konumlandırılmasına itiraz ediyor. Bu işleyişte sorun her zaman karşıtlıklardan birinin üstün tutulmasıdır. Egemenliğin doğası gereği. Bununla birlikte diğer terim bastırılmakta ve bu çatışkıya bağlı olarak terimler birbirine kenetlenmektedir. Bu türden ayrımlar, diyalektik yapılar olarak değerlendirilir ve sistemin tam da bu yapısallığı açısından analiz etmek gerektiği söylenir. Cixous’un mitolojik anlatılardan günümüz metinlerine, dinsel öğretilerden diyelim Freud’un psikanaliz yazılarına kadar izini sürdüğü ve sorguladığı şey bu yapısallığın işleyişidir.

    Öznelliğin kuruluşu sürecinde bu diyalektik yapının işleyişi söz konusudur. Hegel’in efendi-köle diyalektiği bu mekanizmanın felsefi karşılığını gösterir. Burada öznenin, kendinden ayrı gördüğü bir başkasına gereksinim vardır. Öznenin özne olabilmesi, yani kendini bilmesi ve tanıması için zorunlu bir süreçtir ve bu süreçte başkası bir tehdit olarak algılanır, dışlanarak tanınır. Bu dışlayarak tanımanın getirdiği bir tanımlayıcılık biçimi vardır dolayısıyla. Cixous bunu kadın-erkek konumları bağlamında yeniden değerlendirir; kadın’ın ataerkil toplumsallıkta “başka” olarak değerlendirilişini gündeme getirir. Post yapısalcı feminizm bir bakıma buradaki dışlayıcı mekanizmayı bir tanımlama sorunu olarak ele almayı ve tanıma mekanizmasında yakalamayı öneriyor gibidir.

    Bu noktada Cixous’un “kadın yazısı” ya da “dişil yazı” -ecriture feminine- diyebileceğimiz kavramlarına varırız. Yazınsal alan Fransız feminizmi için özel bir anlam taşır; buna göre, bu alan sıradüzenli olmayan bir niteliğe sahiptir ve çifte cinsiyetin gösterilmesi bakımından önemlidir. Bu tür bir yazıya örnek olarak James Joyce, Kleist, Hoffmann Edgar Allan Poe, Genet, Shakespeare, Freud gibi yazarlardır. Bu yazarlar, bir şekilde temel, yerleşik kategorilerin altını oyan metinler üretirler. Özellikle sabit öznelik kavramını kabul edilemez bulan Cixous, bu metinleri bir aşındırma ve bozma hamlesi olarak önemsiyor olmalı.

    Kadın, mevcut halde, patriyarkal toplumsallığın ürettiği ve konumlandırdığı bir varlığa sahiptir; ancak, varsayımsal olarak tümüyle ele geçirilememiştir. Dişil yazı, bu ayrımda devreye girer öncelikle; kadınlar kendi bedensellikleriyle ilişkiye geçerek kendi varlıklarının farkına varabilirler, ve kendi hikayelerini kendileri olarak anlatabilirler. Bu noktada Cixous, kadının bedeniyle olan ilişkisinin kültürel olarak önceden belirlenmiş olduğu tezinden hareket eder, ancak bedenle kurulan gerçek bir ilişki durumu farklılaştıracaktır. Dişil libido ile yazı arasında bir koşutluk ilişkisi kurar Cixous; dişil yazının yazının devreye girdiği yerde burasıdır, yazı tam da kültürel olanı anlama ve yeniden biçimlendirme potansiyeli taşıdığından önemlidir. Yazma edimi, kadının belirleyici edimi olmalıdır, ancak bu dişil bir yazma edimidir. Bu yazı pratiği, çok-sesli olmasının yanı sıra farklı bir öznelik imkanını yaratır.

    Böyle anlaşılmakla birlikte, esas olarak “dişil yazı”nın indirgenebilir bir tanımı söz konusu olamaz, Cixous’a göre. Yalnızca şu söylenebilir: Dişil yazı fazlasıyla sese benzer ya da sese yakındır. Yani, konuşma etkinliğine benzemesi, dişil yazının karakteristiğidir. Sesse kadınlara özgü müzikten ileri gelir, “sevginin ilk nesnesinden gelen müzik“. Burada ses ya da konuşma, bilinçdışına yakınlığı noktasında önemseniyordur. Dişil yazının özellikleri de ifade edilebilir; çok-seslilik, kesintisizlik, belirsizlik, çizgisel olmayan zamansallık gibi. ögelerini bizzat kendi anlatılarında uygulanmıştır.

    “Bir topluluğun karşısında konuşan kadını dinleyin (acıyla sesini yitirmemişse eğer).”Konuşmaz”, titreyen bedenini ileri atar; kendini bırakıverir, uçar;bütün benliği sesine geçer ve konuşmasının “mantığı”ni bedeniyle ayakta tutar.Bedeni yalan söylemez.Kendisini soyar.Aslında, kadın düsünmekte olduğu şeyi bedensel olarak maddeye dönüstürür; onu bedeniyle imler.Bir anlamda, söylemekte olduğu şeyi kaydeder.Cünkü güdülerinden konuşmadaki denetimsiz ve coşkulu rolü sirgemez.Konuşması, “kuramsal” ya da siyasi olduğunda bile, asla basit, çizgisel veya “nesneleşmiş”, genel nitelikli değildir; öyküsünü tarihe dönüstürür.

    Kadınların konuşmasında, yazılarında olduğu gibi asla yankısını yitirmeyen bir kez bedenimizi sardığında, derinden ve fark etmeksizin bize dokunduğunda bizi duygulandırma gücü olan şey sarkıdir: Her kadında canlı olan sevginin ilk nesnesinden gelen ilk müzik.Sesle bu ayrıcalıklı ilişki nereden gelir?Hiç bir kadının, erkek gibi güdülere karşı koymak için o kadar çok savunma istif etmemesinden.Kadınlar çevrelerine duvarlar örmezler, zevklerden erkekler kadar “bilgeçe” vazgeçmezler. Her ne kdar fallık gizemleştirme genellikle iyi ilişkileri bozmuşsa da, bir kadın asla “anne”den uzak değildir (model olma işlevi dışındaki yönleri kastediyorum:Adsızlık ve iyiliklerin kaynağı olarak “anne”).O içinde her zaman o iyi anne sütünden hiç ollmazsa bir parça vardır.Beyaz mürekkeple yazar kadın.”

    Cixous, kadının, konuşmada sınırları zorladığını, yazıda ise dönüşmeye olanak sağlayan bir uzam elde ettiğini varsayar. Dişillik ve yazı arasında kurulan ilişki, tekrar edilecek olursa, dil ve beden arasındaki ilişkiye yönelik ilgiye bağlıdır ve bu ilgi de Cixous’u bilinçdışı sorununa getirir. Temel kodların -önyargıların ve klişelerin- sorgulanmaya başlandığı, başlanacağı yerdir dil ve beden. Cixous, bu yanıyla, “fallus”un ve “baba”nın aldığı merkezi rolden dolayı Freud’a ve Lacan’a da itiraz ediyor.

    Cixous’un kendisi de kuramsal calışmalarının yanı sıra, edebi yazınsal metinler de üretmiştir.

    Cixous böylesi bir yönelimle kadının toplumsal ve kültürel yapıda nasıl konumlandırıldığının analizine yönelir, ve kuramsal stratejisi bu yapıdaki ikiliklerin üstesinden gelmeyi hedefler. Dişil yazının bu yapıya karşı sahip olduğu yıkıcı dinamikleri araştırma amacını taşır. Analitik stratejisini özetle, ataerkil toplumsal ve kültürel yapıdaki yerlesik söylemlerin deşifre edilmesi ve bu söylemlerin “doğal” kabul edilmelerinin açığa çıkarılması olarak ifade etmek mümkün.

    Cixous, bu yaklaşımını mitolojik hikayelerin analizinde somutlaştırmaktadır. Mitler bir anlamda, ataerkil toplumun kuruluş hikayeleridir. Sökülmeleri ve kuruluş yakalanmaları gerekir. Cixous’un çağdaşı feministler gibi mitolojik hikayelerin psikanalitik okumasına verdiği önem buradan kaynaklanıyor. Ama bu psikanalitik okuma, mevcut durumu bir normallik olarak açıklamak üzere değil sökülmek üzere devreye giriyor. Örneğin Elektra ona göre, “fallusmerkezciliğin” liderlerinden biridir. Burada da yine Freud ve Lacan yönelik itirazın mahiyetini görebiliriz. “Cinsel fark” tehlikeli bir kavramlaştırmadır buna göre, Cixous bu kavramın karşısına “cift cinsiyet” kavramıyla çıkar.

    Cixous son dönem tiyatro için de yazıyor. Kuramsal formülasyonları ve arayışları için uygun bir alan sağlamış olmalıdır tiyatro. Öznellik analizi ya da anlamın bedensel kökleri hakkında tiyatroda elverişli calışmalar yapabileceğini düşünmüştür.

    Ona göre tiyatro hala şiire yakın duran bir etkinliktir. Günümüz yaşamının temsil sorunlarına yönelttiği eleştirileri Cixous tiyatroda somut bir gerçekliğe dönüştürmek ister, çünkü ona göre tiyatro romandan farklı olarak izleyiciyi gövdesel olarak belirli bir zaman dilimi içinde deneyimleme zorunluluğunda bırakır. Bir başka yönden ise tiyatro, tarihte kadının nesneleştirildiği alanlardan biri olarak önem taşır; kadın burada susturulmuş, yok sayılmış, bedenleri teşhir edilmiş varlıklar olarak işlev görmüştür. Cixous bu alanda işlemi ve işleyişi altüst etmeyi hedefliyor olmalı.

    Cixous’un girişimi, özetlemek gerekirse, yazıya siyasal bir stratejiye bağlı olarak yönelme hedefini taşımaktadır. Bunun biyografik bir kaynağı da sözkonusudur, zira hem kadın hem de yahudi olarak Cixous çifte dışlanma pratiklerine maruz kalmış, ilk bilincini bu dışlanma deneyiminde oluşturmuştur. Bu anlamda psikanalitik kuramlardan yararlanarak kadına yönelik uygulamayı açık kılmaya çalışan bir tür “politik psikanaliz” grubuyla (Psychoanalyse et Politique) ilişkili olmuştur. Burada temel amaç patriyarkanın bilinçdışı yapılarıyla mücadele edebilmektir. Daha derinde ve görünmez olan, sürekli bastırılan ve yoksayılan yapılardır bunlar.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/