1. hayat zorunda olduklarimizin bi yanilsamasi mi
    yoksa tum bunlari birakip gidecek cesaret ve guce sahip olup olmadigimizin bi deneyi mi? dedirtiyor bana şu saatlerde.
  2. "siz hiç içinize bakıp ürktünüz mü?" diye sordu dikran efendi.

    sabaha karşı nedensiz bir iç sıkıntısı, nesnesi olmayan bir korkuyla uyandım. uyuduğum koltuktan hiç kalkmadan diğer koltuktaki kitaba uzanıp şehzâdenin hikâyesi'ni yeniden okudum. gözümden bir damla yaş gelecek gibi oldu, engelledim. son günlerde hiç acıkmadığımı fark edip kahvaltı hazırladım. hazırlanıp çıktım. rotam belirsizdi. kendimi vapurda buldum. boğazın suları çekildiği zaman kızkulesi'nin bataklığın içinde nasıl bir ucube gibi kalacağını düşündüm. sıkıntım daha da arttı. beşiktaş'tan nişantaşı'na yürüdüm. galip'i bulmaktı belki amacım. kendimi harbiye'de buldum. sanat insanı onarır diye hayal-i temsil adlı bir oyuna bilet aldım. başlangıç saatine kadar bir kahve içip insan yüzlerine baktım.

    ilk sorusu dikran efendi'nin: "neredeyiz biz, hangi zamanda?"

    zamanın ve uzamın bizdeki görü formları olduğunu söyleyen kant'ı yanımdaki koltuktan kovaladım. heidegger'e de pek yüz vermedim. oldukça başarılı bir oyun izledim böylece. kendime beyoğlu'nda güzel bir yemek, kadıköy'de bira ısmarlamaktı niyetim. kara kitap'ın 25. yıl özel baskısının fiyatını görünce galata kulesi'nin dibinde çay içmeye, simit yemeye ve dün başladığım sigaramı tüttürmeye karar verdim. özgür sinema isteyenlerin iki yüz metre ötesindeki polislere küfrettim. atama bekleyen öğretmenler için imza attım. çaycıda yer yoktu. mephisto'da aşkar'ın yeni sayısı yoktu. kırmızı kedi'nin istiklal şubesini daha önce görmüş, şaşırmış, sevinmiştim. barbarın kahkahası da orada yoktu. yine de benzer duyguları yeniden hissettim. şaşırdım, sevindim.

    "tutku ölümü yok sayan bir histir." diyordu oyunda dikran efendi.

    kitaplara tutkuyla bağlı olduğuma bir kez daha sevindim. okudukça yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça okuyor olduğumu düşündüm. bazen mutsuz olsam da yalnızlığımla iyi anlaştığımız için memnundum.

    "insanoğlunun en büyük yanılgısı yalnızlıkla mücadele etmektir." dedi bu kez dikran.

    yine de kendine yetebilen insanların hayatına ellerini kollarını sallayarak girmeseler diye düşünmekten kendimi alamadım. karaköy'e yürüdüm. şahkulu camii'nin önünden geçerken hikâyesini düşündüm. bilekliklere baktım. bir tane hediye alacaktım, içimde ince bir sızı duydum, vazgeçtim. daha uzun yürüdüm. çay simit işini vapurda hallettim. vapura gemi diyen adama gıpta ettim. metroda başımda dikilen kız epiktetos'un "içsel huzur iyi yaşamın kapısını açar" adlı kitabını okuyordu. dünyanın bir metin olduğunu ve tüm cümlelerin birbirine ana metne düşülen dipnotlar gibi bağlı olduğunu düşündüm. ana metni doğru okuyabilirsek içsel huzura kavuşabileceğimizi de düşündüm.

    şimdi evime, cumartesi akşamı yalnızlığıma gidiyorum. şarabımı içip makale okuyacağım. nedensiz iç sıkıntımı, nesnesiz korkumu sokaklarda bırakarak...
  3. bugüne değin anladığım kadarıyla sorumluluk sahibi, düşünen, bencilliği reddetmeye çabalayan ve "boşvermemiş", boşvermeyecek olan herkesin sahip olduğu ve "insan"ların arasında bulunduğu sürece de sahip olması, eğer nedeni "sağlamsa" sahip olanın reddetmemesi, ona sarılması gerektiğini düşündüğüm hissiyat.
  4. biliyorum, görüyorum, duyuyorum, ağlıyorum, gülüyorum, yemek yiyorum, nefes de alıyorum ama en acı olanı da yaşadığımı neden hissedemiyorum? o hissetme duygumu elimden alıyor bu nalet olasaca iç sıkıntısı.(!!!)
    sonra kendime bir anlam vermeye çalışıyorum o gün veremiyorum neden mi? çünkü kendi benliğimin bir yerlerinde çoktan õlmüşüm.
    kendi katilim olmuşum ya.
    ve ben hala yaşıyorum enteresan bir vaka gerçekten..(?)
  5. bu gece göğsüme çöreklenen, nefes almamı zorlaştıran hede.

    hayattaki amacımın ne olduğunu sorgulatan da, kulaklarıma o korkunç uğultuyu yerleştiren de budur.