• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.85)
içimizdeki şeytan - sabahattin ali
"isteyip istemedeğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. "

bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" gösteriyor sabahattin ali. aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.


  1. 10 ekim 2015 günü 13.30 - 15.00 saatleri arasında caddebostan kültür merkezi sanat kütüphanesinde yaratıcı okuma atölyesi gerçekleştirilecek.

    <<<çiğdem odabaşı yönetimindeki yaratıcı okuma atölyeleri eğitimcilere, okumaya farklı bakış açıları kazandırmayı hedefliyor.

    kitaptaki değerlerin grup eşliğinde sorgulanmasıyla çeşitli sonuçlara varmaya ve farklı disiplinlere de uyarlanabilecek yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirmeye yardımcı olmayı hedefleyen atölyemize tüm eğitimci ve kütüphaneciler davetlidir>>>

    etkinlik ücretsiz ancak rezervasyon yaptırmak gerekiyor. eğitimci ve kütüphaneciler için deniyor ancak ben rezervasyon yaptırdım bir problem olmadı.
  2. biraz uzun ama...

    !---- spoiler ----!

    mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. hayat sana karanlık, manasız gelir. insan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. hava sıkıcı ve manasızdır. ya fazla sıcak, ya fazla soğuk, ya fazla yağmurludur. gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve on para etmez işlerin peşinde, bir tutam otun arkasından koşan keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar. aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. insan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz. mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi. bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının uçsuz bucaksız denizinde bocalarken karşına uzun zamandan beri görmediğin bir ahbap çıkar. kılık kıyafetinin düzgünce olduğunu görür görmez derhal aklına kendi meteliksizliğin gelir ve gafil dostundan, talihin varsa bir iki lira borç alırsın… işte ondan sonra mucize başlar. şiddetli bir rüzgar ruhundan bir sis tabakasını sıyırıp götürmüş gibi içinin birdenbire aydınlandığını, bir hafiflik, bir genişlik duyduğunu görürsün. eski sıkıntı pır deyip uçmuştur. gözlerin etrafa memnuniyetle bakar ve sen de gevezelik edecek bir arkadaş aramaya başlarsın. işte, iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kağıt başarır. sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın, gökyüzünde birkaç yüz metre daha yükselen bir bulut, yahut ensene doğru esen serince bir rüzgar, yahut o esnada aklına gelen zekice bir fikir, sana bu değişmenin sebebi gibi görünmek ister. fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir, cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek, rüzgarın serinliğini hissetmek, hatta akıllıca şeyler düşünmek mümkün olmuştur… kalk, iki gözüm, iskeleye geldik. günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız. şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim.

    !---- spoiler ----!
  3. içimizdeki şeytan sabahattin ali'nin en ince ilmeklerle ördüğü kitabı. o yüzdendir ki, babaannesinin çeyizindeki en kıymetli danteli çay bardağının altına koyan kişiler okumasa da olurdur. üstüne okunulan kitaplarda zor beğenme etkisi yaratır.

    !---- spoiler ----!

    macide: dönemine göre güçlü, kararlı, cesur bir kadın. bence sabahattin ali'nin görmek istediği kadın tipi.

    ömer: tam bir hayalperest. sanatçı ruhlu. çevresindekilere kıyasla daha donanımlı ve derin olmasına karşı kendi hezeyanlarıyla başetmeyi başaramayan yarım insan. aslında birçoğumuz.

    bedri: bedri hep sahnelerinde arka planda kalsa da bence sabahattin ali'nin, bedri'yi kitaptaki en üst insan olarak çizdiğini düşünüyorum.

    nihat: ideoloji bağımlısı faşizan bir sığır.
  4. güzel hatta liselerde okutulması zorunlu olmasını istediğim kitap.
  5. karakter bakımından kendimi bağlayacak birini bulamadığından büyük istekle okuyamadım kitabı. kürk mantolu madonna'dan sonra okumuş olmasaydım belki daha çok severdim ama önce bunu okusaydım ardından diğer sabahattin ali romanlarını okumak ister miydim, bilemem.
    anlatmak istediği düşünceler gayet ilginç olsa da tam olarak kendimi kaptıramadım.
  6. kitap okunasıdır, güzeldir. kitaptaki karakterleri ben sevmiştim, davranışları ve düşüncelerinin yansıtılma şekli onları (karakterle bağ kuramamış olsanız bile) anlamanızı kolaylaştırıyor. özellikle ömerin her konudaki düşünceleri (gidişatla alakasız olanlar dahil) ve onların aktarılış biçimleri beni etkilemişti.
    ayrıca kitaptaki yan karakterlerden veznedar hüsamettin efendi benim okuduğum en iyi yan karakterlerden birisidir.
    dag
  7. henüz okuduğum ve etkisinde kaldığım okunulası eserdir. tanıdık duygu ve fikirleri yüzünüze çarpar, anlayamazsınız.
  8. kendini tanimak ve tamamlamak isteyenler icin basucu kitabidir efenim.
  9. okuduktan sonra sevgilime uzun uzun bakıp acaba sonumuz nasıl olacak diye düşünmüştüm. kitap acı verir çünkü size dair bilinmeyenleri yüzünüze acımadan vurur. kesinlikle okunmalı ve hissedilmelidir.
  10. -- kitabı okumadan okumayınız --

    ömer'le macide arasında olup bitenler kısmen raskolnikov'la sonya'nın ilişkisini hatırlattı bana. ömer her ne kadar kendisinin iyi bir insan olmadığını, içinde o kötülük cevherinden oldukça büyük parçayı gezdirdiğini bilse de, macide'nin iyiliğinden, vicdanından asla şüphe etmiyor. her düşüşünden, çıkardığı her rezaletten sonra o cevherin zerresinin bulunmadığını bildiği macide'ye koşuyor. aynı raskolnikov'un kurtuluşu "mutlak iyi" olarak gördüğü sonya'da bulması gibi. ayrıca raskolnikov'un tefeci kadının öldürdükten sonra çaldığı para ve altınları yolunun üstünde terk edilmiş bir bahçeye fırlatması gibi, ömer de hafız'dan şantajla kopardığı parayı gidip harcamak yerine, yaşadığı pişmanlık neticesinde tek kuruşuna dokunmadan arkadaş çevresinden birinin (nihat'tı gâliba) evine bırakıyor. raskolnikov ve ömer, kalplerinin derinliklerindeki kara cevheri bir yandan kazan, bir yandan da elde ettiklerinden hiç memnun kalmayıp arınmak için iki iyi kadına koşan büyüyememiş iki erkek kardeş gibiler bu nedenle.