1. eski bir arkadaşımdan eşya taşımak için kamyon ayarlamasını istedim. tamam haber vercem dedi dönüş yapmadı. bi daha aradım 10 dakka sonra arıycam seni dedi aramadı. mesaj attım ona da dönmedi. kendisini buradan kınıyorum, kamyon dediğin nedir ki?
    abi
  2. yakın plan yayınlarında editör olarak çalışıyorum. ancak neredeyse iki aydır yayınevinden kimseyle iletişime geçemiyorum. editörlük yaparak kazanacağım para benim için çok önemli zira editörlük yapamadığım zaman kafelerde falan çalışmak durumunda kalıyorum. yani son bir aydır durum böyle. haliyle fiziksel olarak çok yıpranıyorum. editörlerin koordinasyonunu sağlayan kişiden tutun da yayınevinin sahibine kadar herkese ulaşmaya çalıştım ancak telefonlarımı açan ya da maillerime dönen kimse yok. eğer beni buradan falan okursan bil ki çok kırgın, üzgün ve cidden yorgunum selman ağabey. hala kimseyle konuşamamış olmak benim için büyük bir umutsuzluk çünkü böyle giderse okullar başladığı zaman da kafelerde çalışarak şimdikinden çok daha fazla yorulacağım.
    şimdi telefon açıp kardeşim yeni bir dosya var al hemen tamamla desen ne güzel olurdu be selman ağabey...
  3. sahifelerinde hazan mevsimi olan defter. binaenaleyh, döküm, insan iç dökümü hazan mevsimi ile özdeş ve dökülüş bu mevsim ile insan hüznünün remz ve temsilidir. içinizin temsilcisi olur ve mümessil bir sorumluluk ile kelime kılarsınız. sonrasında yaşanacak olan cemreler mevsimi bahar değildir elbet, ama umut zaferden çok güçlü ve çok daha yaşamsal bir öğüttür. insan bilincinin kör kıyılarından bir şeyler, ama daha çok bilinç üstünden şeylerle cümlelere dökülen içsel dertleşme kamuya açık bir seyir kazanır.

    benim de içsel yangınlarım yazılarak kül olmayı bekliyor, fakat yazmak iki kere acı çekmenin, biraz umut etmenin, bir parça rahatlamanın seyridir. acı iki kere, diğer her iyi şey bir kere. iki birden büyüktür, iki biri korkutur, iki ile bir üç eder, bunu riyaziye der.

    defter gâni, dert gâni, gam yok, allah var.
  4. ulan ne korkutucu bir gündeyim. ulan ne korkutucu bir gün. ulan ne korkunç bir gün. ulan. korkunç.

    kayıtlara geçmesi adına: solaklık başlığını okuduktan sonra bu başlığa yazmışım. mini çakal.
  5. sinirliyim çünkü...
  6. birkaç hafta hiçbir şey değişmiyormuş gibi geliyor. ardından bir günde, bir gecede her şey bir anda değişiyor. hiçbir şeyin değişmediği birkaç haftanın değişimi içimde birikip durduk yerde bilincime sıçrayarak değiştiriyor içimi.
  7. yazıp yazıp sildikten sonra içini dökmenin hazzını alamıyorum. en iyisi en dandik haliyle dökmek. hangi çöplükte özenle dökülür ki çöpler?
  8. çalışma ortamımdaki kişilerin gereksiz konuşmasından -resmen kelime olarak- "goygoyundan" nefret ediyorum.

    öyle ki bu iş işimden nefret etmemde de büyük etken.
    evet gittiğim yerde de insanları seveceğim garanti edilemez ama yine de istifa edeceğim günü umutla bekliyorum.

    insan her gereksiz konuya her gereksiz espriyi yapar yetmiyormuş gibi bir de kah kah güler mi ya.... of neyse...
    demem o ki; youreads iyi ki varsın. mesai saatleri içindeki en yakın arkadaşımsın! bir de allah biliyor ya muhabbetini seviyorum. canım!
  9. şimdi sırada: küçük freud'dan esintiler..
    okumayabilirsiniz. belki de uzun olur bilmiyorum ama benim için yazıp anlatmak önemli.
    anlayışınız için teşekkürler.

    **

    mahallede hiç sevmediğiniz ama arkadaşsız kalınca oynadığınız çocuklar vardır ya hani, işte öyle bir kız vardı bizim yan komşu: derya. benim 10. yaşıma girmeme 1 hafta kalmıştı. o da 8 yaşında falandı heralde. yine arkadaşlarımın yazlığa falan gittiği bir gün oynuyorduk kavga çıktı. saçımı çekti benim, ben ona vurdum sonra eve kaçtım. beni çağırmaya geldi bir süre sonra. ben de balkona çıkıp bir daha seninle oynamayacağım salak şey sakın beni çağırma diye bağırdım. ağlaya ağlaya gitti eve.

    o gece deprem oldu. sonra enkazlardan koşup bir okulun bahçesinde oturduk sabaha kadar. etrafa bakıp olayın ne olduğunu çözmeye çalışırken yakınımda bir yere battaniyeye sarılı bir şey bıraktı deryanın babası. annesi kendini yerden yere atıyordu... sonra battaniyeyi açtılar ben de gördüm cenazesini... hayatımda melek dedemden sonra gördüğüm ilk ölüydü. ilk çocuk ölüydü. ilk arkadaşım ölüydü... evet dedim deprem diye bir şey var ve o çocukları bile öldürüyor.
    saçımı çekti diye önce dövüp sonra kovduğum ağlattığım kız şimdi yitip gitmişti... belki de benim günahım yüzündendi.. şimdi çok kendini beğenmişce gelse bile o an böyle düşünüyorum.

    o zaman nasıl kelimeler kullanmıştım hatırlamıyorum ama kendime verdiğim sözün anlamı şuydu: "bir daha hiçkimseye sırt çevirmeyeceğim"

    sonra hayatım boyunca benimle geldi bu olay. arkadaşlarımdan dostlarımdan küçük de olsa ağır da olsa bir hata, bir hadsizlik gördüğümde veya koca koca -kaba tabirle- kazıklar yediğimde, bana bir sebepten geri dönmek istediklerinde hep deryanın battaniye içindeki yaralı yüzünü gördüm hep ona balkondan bağırdığımı duydum...

    işte bu yüzden her geleni, her geri döneni kabul ettim ben, kimseye sırt çeviremedim hayatta. kaybettiysem ben insanları kaybettim. kimsenin kaybedileni olmadım, olamadım.
    bunu kötüye kullanıp, bütün kötülükleri yapıp sonra geri döndüler, yine kabullendim. arkadaştır dedim, ya onu da kaybedersem dedim. hep korktum anlatabiliyor muyum... biriyle küs olmaktan, küs kalmaktan, o hayattan ayrılırsa kendimi sorumlu görmekten hep korktum...

    artık bu kadar insanın yükünü, bu kadar kötülüğün izini taşıyabileceğimi sanmıyorum. çocukluktan gelen hayaletlere aldırmamaya çalışıyorum, kayıpları kabullenmeye çalışıyorum. normal karşılamak için uğraşıyorum. kendimi normal görmek için çırpınıyorum adeta...

    şimdi büyüme zamanı sanırım. ertelediğim terapilerimi böyle böyle gerçekleştiriyorum işte.. yavaş yavaş temizleniyor baca, yeni yollar açılıyor önümde ve büyüyorum. çılgın psikologumun demesiyle "travmatik büyüyorum"...

    ve sırtımda yük olan insanlara birer birer veda ediyorum. hafifletiyorum ömrümü...
  10. çok andaval insanlar tanıyorum acaba zeka seviyemin altındakilerle mi takılıyorum yoksa bende mi bir andavalım