1. bir objeyi düşündüğümüzde zihnimizde oluşan görüntülerdir. veya tersten düşünecek olursak; evrendeki objeler bu ideaların yansımalarıdır.

    şöyle ki; bir masa düşünmek istediğinizde zihninizde oluşan şey, masa ideası'dır. masa ideası bir masaya ait tüm özellikleri barındırabilen, ideal ("olması gereken" anlamında kullandığımız ideal sözcüğünün kökeni de buradan gelmekte) bir düşüncedir.

    beynimizde idealaştırma süreci nasıl işliyor bilemiyoruz. ben hep programlamada kullanılan üst sınıf - alt sınıf - obje üçlüsüne benzetirim.

    şöyle ki:

    - önce bir üst sınıf tanımlanır. bu sınıf bir çeşit şablondur. örnek vermek istersek, masa
    - sonra bir alt sınıf tanımlamak istersek, bu da üst sınıfının tüm özelliklerini barındıran ancak ona ek olarak bazı özelliklere sahip olan bir şablon olacaktır. dolayısıyla masa'dan türeyecek bir şey olmalı, buna da yemek masası diyelim.
    - en sonunda obje yaratmak isterseniz hazır şablonu kullanarak istediğiniz renkte, kusurda, büyüklükte, materyalde yemek masaları yaratabilirsiniz. bunlar da yemek masası ideasından yansıtılmış objelerdir.

    bu objeler hiçbir zaman yemek masası şablonu (ideal masa) olamayacaklar, çünkü aynı şeyler değiller. ama yine de onları görünce aklımıza önce yemek masası ideası, sonra da masa ideası geliyor.
  2. en genel ifade ile idea, olgusal dünyada işaret ettiği her fenomenin yalnızca özniteliklerinin toplamını barındırdığı ve tek-tek şeylerin kendisine göre bilindiği, düşüncemizin içeriklerini oluşturan form olmakla birlikte, nasıl anlaşıldığına göre tanımının farklı şekillerde genişletilebileceği kavram. söz gelimi, eğer idealar aynı zamanda dilin -ve fiziksel şeylerin- ötesinde ontolojik bir gerçeklik olarak düşünülürse, onlar gerçi aynı şekilde saltık olarak kavranabilir ancak her idea zihinde görüntü oluşturmaz; 'insanlık', 'adalet', 'iyi' dediğimizde bunları değil, şu yada bu insanı, adil davranan ve iyi olan birini düşünürüz; yada 'kırmızılık' dediğimizde herhangi bir kırmızı rengi.

    felsefe tarihinde ilk defa platon tarafından sistemli bir şekilde çözümlenen idealar kuramı, filozofun gençlik ve olgunluk döneminde akılla kavranan dünyanın öğeleri ve deneyim dünyasındaki tekillerin varoluş nedeni olarak anlaşılmış olmakla beraber, yaşlılık dönemi ile birlikte - burada referans parmenides diyaloğudur- idealara sadece bilişsel bir nitelik yüklenmiştir. platon sonrası özellikle orta çağ teologları tarafından ideaların -yada tümellerin- durumu uzun süre tartışılmış, ancak ideaların dilden öte rollerinin, genel olarak idealizm felsefelerine alan açmak için çarpıtıldığını ilk kez ciddi şekilde yorumlayan, 'putlar' başlığı altında francis bacon olmuştur. empirist akımı içinde kendisi de bir idealist olan -özel olarak solipsist- george berkeley, 'soyut idealar öğretisi' ile idea fikrini - hatta bu yüzden kendisi 'idea' yerine kendi felsefesi içinde 'kavram' sözcüğünü kullanır- , ve yine daha sonra analitik felsefenin temsilcilerinden hans reichenbach, dilin renkli kullanımından doğan bir tür yanlış anlaşılma hatta kurnazlık olarak gördüğü idealar öğretisini idealizme genişletecek şekilde eleştirmişlerdir.