1. "yaşama sanatı, sevdiklerimize onlarla birlikte olmaktan ne büyük bir zevk duyduğumuzu belli etmemekten başka bir şey değildir; bunu başaramadık mı, bırakıp giderler bizi."^:cesare pavese^

    tam olarak budur.
  2. önce her şeyi..

    sonra o 'her şey'in aslında hiçbir şey olduğunu.
  3. herkesi zamanla tanımak gerektiğini, kendileriyle ilgili anlattıkları şeylere körü körüne inanmamam gerektiğini, herkesin mutlaka kendi içinde bencil olduğunu ama bazılarının bunu karşısındakine zarar verecek kadar çok dışarıya yansıttıklarını, yalan söylemeyen biri olmadığını ve insanların güvenilmeyecek-hiç güvenilmeyecekler olarak ikiye ayrıldıklarını, herkesi tamamen anlamanın imkansız olduğunu, sevmekle yapılan fedakarlığın doğru orantılı olduğunu öğrendim galiba şu ana kadar. bi de kimsenin değişmediğini, sadece değişen koşullara uyum sağladığını ve o koşullar ortadan kalktığında yine eski haline döneceğini; her insanın içinde çözemediği problemler olduğunu ve hayata bakışının bununla şekillendiğini öğrendim. en azından aklıma gelenler şimdilik bunlar.
  4. kimseye iyilik yaramaz. ("cehenneme giden yol iyilik taşlarıyla döşenmiştir" sözü çok doğru. )
    kimseyi değiştiremezsin, zamana ve akışına bırakmalısın.
    kimseden bir şey veya onun için yaptığın güzelliklere karşılık bekleme.
    bir sırrın mı var? bırak sende kalsın.

    "ot" dergisinin haziran sayısında "abdal ile aptal" başlıklı bir bölüm var. ikisinin karşılaştırılması. orada şöyle yazıyor: "aptal çok insana az, abdal az insana çok değer verir. birincisi ne verdiğini bilmez, ikincisi bilir." o nedenle az insan, öz insan, nitelikli insan.

    "insan" sözkonusu olunca oğuz atay'ı anmadan olmaz. tehlikeli oyunlar'ın 45. sayfasında diyor ki: "...aslında hepimiz başkalarına daha iyi yerler açabilmek için katlanmış bir konumda bulunuyoruz." kimse için bunu yapma.
  5. iyi niyetin nasıl suistimal edileceğini,
    en yakınım dediğin kişiden kazık yemeyi,
    sevgili yapınca arayıp sormamak gerektiği(!) ,
    yüzüne gülüp arkadan konuştuğunu,
    işine nasıl gelirse o şekilde anladığını.

    sevilmeyi,
    sevmeyi,
    kardeşin yoksa nasıl kardeş olunacağını,
    bir telefon kadar uzakta olmayı,
    beraber gülüp eğlenmeyi,
    yeri gelince karşındakine dert ortağı olmayı.

    bu iki tür özellikleri de öğretti bana insanlar. iyisiyle kötüsüyle yaşadığımız herşey bir tecrübe. o yüzden yaşatanlara sağolun varolun diyorum.
  6. hikayelerimizin çok küçük olduğunu.
    ama yine de yaptıklarımıza ruhumuzu katarak bir şekilde anlamlandırmaya çalıştığımızı.