1. ''iyi olan'' iyiliğini çabasına borçlu değildir. çünkü ''iyilik'' çaba gerektirecek bir şey olmayıp plansızlıkla bitişiktir. yani diyebiliriz ki plansız ve çıkarsız yapılan iyilik, saf bir iyinin işaretidir. saf bir ‘’iyi’’ de her zaman suistimale açık, potansiyel bir budaladır ve hiç kimse ömrünün sonuna kadar duru bir iyilik timsali olarak kalamaz.

    iyi olan kişi, eylemlerini sorgulamaya başlayıp da planlı hale getirdiğinde çıkara bitişik bir hale gelir. kendisi için iyi olan bir eylem, bir başkası için kötü olabilir ama her insan kendi ben’inde iyidir. insanı insan kılan da zaten iyiliği ve kötülüğü tek bir vücutta toplaması değil midir?

    en büyük suçlular bile eylemlerinin arkasından haklı gerekçeler göstermezler mi?

    mesela insana secde etmeyen şeytan kötülüğün sembolü olmuştur. oysa şeytan, kendi ben’inde iyidir ve haklıdır. kendi ben’ine olan tutkusundan sebeple insanı kaderine ortak eder. çaba gerektirmeden yaşadığı cennette mutlu, saf ve itaatkâr olan insanın aklını çelerek yapar bunu. artık insan, iyiliklerini planlamalı, adımlarını dikkatli atmalıdır. çünkü varlığa geldiği anda dünyadaki tüm eylemlerini hesaplı atmakla zorunlu kılınmıştır artık. insan eylemleriyle bu dünyada cennet ve cehennemi yaratarak öte dünya tasavvuruna sahip olur.

    peygamberler varolduğu toplumu uçlardan alıkoymak ister. uçlardaki yaşamın toplumları felakete sürüklediğini telkin eder.

    hitap ettiği topluluğun belli bir adet gelenek ve görenek gibi şeylerinden, hangisinin ahlaklı ve iyi olduğu, hangisinin ahlaksız ve kötü olduğunu belirler. ahlaksız bir eylem kötüdür, ahlaklı bir eylem iyidir. işte bu noktada peygamberler adet ve göreneklerde seçmeci davranır ve toplumların göreneklerinden bir kısmını söküp atarken bir kısmının devamını telkin eder. bir adam peygambere gider ve ‘’hangi eylemi yapmam doğrudur?’’ der. peygamber, toplumun gelenek ve göreneklerinden yararlanarak üzerine yeni bir yorum katarak bireyi ve toplumu iyi olduğuna kanaat getirdiği davranışa yönlendirir.

    oysa aynı soru bir filozofa sorulduğunda filozof, sorunun kapsamını genişleterek. ‘’doğru nedir?’’ sorusunu sorar. peygamberler neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçerken filozof, yanlışın ve doğrunun ne olduğunu sorgulayarak iyi ve kötü hakkındaki inancımızın temellendirilmesini rasyonel bir zeminde sağlar. nitekim filozof sokrates de yaşadığı topluma ölçülülüğü telkin ederken akılsal çıkarımlarla, duygusal çıkarımların dışında gerçekleştirir eylemini.

    peygamberler duygular, menkıbeler, ikili güven ekseninde ahlaki normlarını anlatır anlatmasına ama peygamberlerin ardından toplumları uçlara çeken, öte dünyadaki müphem cennet için dünyayı cehenneme çeviren softa büyük kafalarla karşılaşırız. halbuki düşünmeli insan, dünyayı cehenneme çeviren softa öte dünyadaki cenneti ne hale getirir diye…

    öyle bir imanları vardır ki kötülük ve çıkar yüklüdür; saraylar, huriler, gılmanlar, nefsinin her buyruğuna amade bir tanrı tasavvuruyla tutunur dinin ahlaki normlarına, imanını düşük zevkler ekseninde belirleyerek rasyonel çıkarımlar yapanları düşman bellerler…

    son olarak tasavvufta, araf’da ki bir kadından bahsedilir;

    bir elinde ateş diğer elinde su ile yürümektedir. ‘’bu elindekiler ne içindir?’’ dediklerinde: ‘’su cehennem, ateş cennet içindir’’ diye yanıtlar kadın. tıpkı havva’nın özgürlük ve hakikati idrak etmek için âdem’e bilgi ağacının meyvesini yedirmesi gibidir yapmak istediği eylem…

    hikayenin ne denli rasyonel olduğu tartışılır ama, doğal olarak softa bir kafanın bu hikayede anlatılan eylemi kabul etmesi de beklenemez, çünkü cennet onun düşük zevklerinin meskenidir. nitekim ilk günah da cennette işlenmiştir. cennet, günahtan yalıtılmış da değildir.
    insanı insan kılan'da tezatları içinde barındırmasıdır. iyilik ve kötülüğü keskin çizgilerle birbirinden ayırt etmek hayli güç.

    dergi/kitap önererek bitireyim.

    doğu batı - düşünce dergisi sayı 4 etik
    insan ve değerleri – ioanna kuçuradi
    tasavvuf notları – annemarie schimmel
  2. yap, denize at.