1. şu sıralar fatih reşat nuri sahnesi'nde izlenebilecek, tek perdelik, tek kişilik oyun.

    gökhan aktemur boris vian'ın karıncalar'ı ve john steinbeck'in bir savaş vardı'sını harmanlayarak ortaya çok güzel bir savaş eleştirisi çıkarmış. isimsiz bir asker, savaşın tam ortasında yaşamaya ve yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışıyor ve sevgilisine anlatmak istediklerini günlüğüne yazıyor. aslında çok basit sorular sorular soruyor oyun bize, hepimizin mutlaka bir noktada sorduğu sorular. insanlar neden ve nasıl belki de asla anlayamadığı, bilemediği sebepler için savaşıyor, ölüyor? mert turak psikolojik olarak içine girmesi eper zor bir karakteri çok ama çok iyi canlandırıyor. nasıl başardı bilmiyorum ama, sesindeki çaresizlik ve gözlerindeki derin korkuyla her sevgilisi jacqueline'e seslenişinde tam da gözlerimin içine bakıyormuş gibi hissettim ve iki kat daha fazla etkilendim. mert turak'tan sonra bir alkış da müthiş ışık kullanımına tabii. eleştiri olarak söyleyebileceğim tek şey; sanki müziklere biraz daha özenilseydi ve daha etkili kullanılsaydı daha güzel olurdu.

    !---- spoiler ----!

    oyun genel anlamda duygusal olarak epey ağır ilerliyor, baştan sona kadar gözlerim nemli ve boğazımda bir yumruyla izledim. özellikle çatışma sahnesi, bu sahnede mert turak'ın efsane performansı ve savaş anını betimleyişleri çok güzeldi.
    kırılma noktası olan mayına basıştan sonrası ise inanılmaz gergin geçti, her sahne kararışında "bitti mi?" diye düşünmeden edemedim. bu noktada oyun izleyiciyi feci anlamda kıstırıyor ve duygudan duyguya sürükleyerek koltuğa mıhlıyor. finalde tam da üzerinize attığı ağırlığı biraz kaldırıp bir umut ışığı mı yakacak acaba derken de son tekmeyi vuruyor.
    oyun boyu belki onlarca etkileyici replik vardı ama en güzelleri ve oyunu en iyi özetleyenleri şu ikisiydi bence:

    "bilmediğiniz bir savaşa giriyorsunuz, bilmediğiniz insanları öldürüyorsunuz, bilmediğiniz birileri toprağın altına bilmediğiniz bir şeyler koyuyor ve sonra öldünüz mü kaldınız mı; onlar da bilmiyor."

    "benimse gücüm kalmadı. herkes bir şey için savaşıyordu; ben kaçamıyordum. herkes bir şey öldürüyordu; ben seni yaşatmaya çalışıyordum..."

    !---- spoiler ----!

    not: bir de oyunda çalan ve sözlerinde sanırım "what a lonely world" cümlesi geçen şarkının adını bilen varsa ve söylerse çok güzel olur. (*:swh)
  2. son dönemde izlediğim oyunlar arasında açık ara en iyisi. uzun süredir usulden ayakta alkışlanan oyunlar izleyip duruyordum, bu sefer mert turak'ı çok yürekten ayakta alkışladım.

    sahne mert turak ile öyle doluydu ki zaman zaman çok kalabalık bir ekibi izlermiş hissine kapıldım. dahası o kalabalık ekibin bir parçası oldum, savaşın ağırlığını omuzlarımda hissettim. yoğun bir efor harcadı sahnede sanatçı, koltuğumda izlerken yoruldum kendisini.

    oyuna dair tek eleştirim, sahnenin çok sıklıkla, neredeyse dakikada bir kez, siyaha düşmesiydi. her siyaha düşüşünde ister istemez gözler sahneden ayrılıp salonda, seyirciler üzerinde bir gezdiriliyordu. bir kopukluk yaşanıyordu, en azından oyunun ilk 10-15 dakikasında.

    unutmadan mert turak'ın şahane oyunculuğunun yanında dekor, ışık, efektler ve müzik de çok başarılı, oyun ile uyum içinde. sahnede tek bir kişi varken, bir çatışma sahnesi yaratmak çok da kolay bir şey değil. ekip bu işin altından büyük başarıyla kalkmış.

    fırsat yaratabilen herkesin gidip görmesini tavsiye ederim. oyunu fatih reşat nuri sahnesi'nde izledim. oyunu ne kadar beğendiysem, salondan da bir o kadar hoşlanmadım. basık, daracık, buna karşın tıklık tıklım dolu bir salon. izleyici kitlesi de sanata, sanatçıya pek saygılı değil gibi. fikrimce oyun daha güzel bir salonda izlenmeli.

    fragman