1. aynaya bakamıyorum son zamandır. beyazlarım başlamış, yüzüm biraz fazla kırışmış, çökmüş. peh, telaşıma bak. tek kaçışım aynadan olsa ya. kendime de bakamıyorum. korku değil bu. fısıldıyorlar kulaklarıma her bakmaya çalıştığımda. kimseye zarar vermeyeyim derken kendime vermişim en büyük zararı.

    oyunun farkındayım. ne içindeyim, ne de dışında. ama her raddesine hakimim. sanırım böyle aldım en büyük zararı. kasaba et lazım sonuçta. başkasından kesemiyorsan, kendinden keseceksin. sonra çiğnenen parçalar konuşuyorlar benimle. pişman değiller, memnun da. bazen gereksiz bir kahkahayla bölüyorum onları, bazen cık cık diye bir ayıplamayla. ama insanlar, yok mu o insanlar. parçalardan daha sessiz, daha tepkisizler. vakti gelince, iş başa düşünce de gökten çok gürlerler. kuşlardan çok uçar gibi...

    bunlar olur da insan akıllanmaz mı? ben ne akıllanırım, ne de akıl alırım. kendi içimde, kendi dünyamda bir ben kaldım. varsın eksileyim, en fazla gözlerimden düşer aynalar.
    tera
  2. 'kendin olmak' kavramı, diğer pek çoğunda olduğu gibi dilin hatalı kullanımından doğan - ne ki felsefe tarihinde çoğu problem içinde böyle -, ''kendini tanı'' ünlü öğüdünün çarpıtılmış, daha bayağı halidir. böyle bir kavramın geçerliliği, zaten her insanın kendisiyle özdeş olması gibi a priori öncüle dayanır; çünkü kişinin kendisinin, kendisi olmaması açık ki çelişki doğurur. yani kavramın göndermede bulunduğu çelişiğinin yadsınma durumu, zaten 'olanaksıza ergi' durumudur. o halde kavramın yarattığı spekülatif erozyon neden ileri gelir?
    bir örnekle kavramın asıl anlatmak istediği şey şudur; diyelim ki bir kimse ciddiyetsiz olduğu halde, entelektüel caka satmak için ciddi geçinirse, onun 'kendisi gibi olmadığı' söylenir. pratikte kimse böyle davranarak ciddi olmaz, burada herkes hemfikir; o halde söylenmek istenen dürüst olmadığıdır. ancak 'dürüst olmamak', bu durumda kendisi gibi olmamak değildi, çünkü bu nitelik zaten kendisine iyedir. bura da kendilik kavramı cins olarak - diyelim ki bu doğuştan gelen mizacı olsun- , ve ciddiyetsizlik niteliğini de - bu da deneyimle gelen 'karakter' olsun- tür olarak belirlendiğinde, aynı cinsin altına birbirini değilleyen iki nitelik gelemeyeceği için, -yani bir mizaçta hem ciddi, hem ciddiyetsizlik bulunamayacağı için- kılgısal da örnekteki kimseyi öğüt ile 'ciddi olmaya' davet edilir. elbette pratik dünyada cinsler ve türler yoktur, kavramın işaret ettiği dünyada da zaten olan her şey ontolojik bir zorunlulukla meydana gelir; yani bir kimse nasıl eylemiş olursa olsun, kendisi gibi olmuş olur. öyleyse anlaşmazlık, olgusal alanın, idealleştirilerek yeniden yorumlanmasında meydana gelir ve buna hegel'in diyalektik idealizmi en iyi örnektir.