• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (6.03)
Yazar orhan pamuk
kırmızı saçlı kadın - orhan pamuk
ilk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi?
yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür?

orhan pamuk, yapı kredi yayınları'ndan çıkan yeni romanı kırmızı saçlı kadın'da bizi otuz yıl önce istanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor.

(kitap bilgisi idefix'ten alınmıştır.)


  1. Murat Bardakçı kitapla ilgili enteresan bir noktaya değinmiş. İlginç bir yazı, hak verilebilir.

    Not: Kitabı okumadan önce hakkında en ufak bir şey bile duymak istemiyorum demiyorsanız rahatsız edici bir spoiler yok.

    Murat Bardakçı - Çüş Orhan Pamuk, çüş!
  2. henüz kitabı okumadım. ama kitap çıkmadan vaya çıktıktan sonraki orhan pamuk röportajlarını dikkatle takip ettim. yazarın hayran kitlesi bu yeni romanı alıp bağırlarına basarken, orhan pamuk alerjisi olanlar ha bire küfür savurdu durdu. küfür savuranlardan en ilginci, belki de en popüleri murat bardakçı' nın "çüş orhan pamuk çüş!" adlı köşe yazısıydı; http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1196692-cus-orhan-pamuk-cus

    bardakçı'nın orhan pamuk alerjisi olduğu bilinen, açık bir durum. yıllardır, "bir punduna getirsem" edasıyla orhan pamuk'un adeta peşinde. neyse, kısaca bardakçı, mealen "orhan pamuk ana-oğul ilişkisi üzerine bir şeyler yazdı, bizim toplumumuzda böyle şeyler olmaz, olsa da çok nadir olur, bizi dosta düşmana rezil etti, biz böyle bilineceğiz artık.", diyor.

    orhan pamuk, bu romanı dolayısıyla yaptığı röportajlarla, özellikle bir isim üzerinde durdu haklı olarak; kemal tahir. kemal tahir'in, orhan pamuk tarafından yeniden gündeme getirilmesi şahsi kanaatime göre çok isabetli bir durumdu. çünkü, bu topraklarda, ilk defa olmasa bile, üzerine basa basa ana-oğul ilişkisi, oğlancılık, ablacılık(lezbiyenlik), sübyancılık gibi konuları her romanında karşımıza çıkartan yegane kişi kemal tahir'dir. fakat kemal tahir'in, orhan pamuk'tan ayrıldığı bir kısım var, kemal tahir'in romanlarında bu gibi ilişkileri olanlar - genelde- anadolu insanı, orhan pamuk'ta ise ana-oğul ilişkisinin kahramanları kentli bireyler.

    bir kısa bilgi vereyim, tabi çoğaltılabilir fakat bir taneyi konu için yeterli görüyorum;

    *kemal tahir'in üçleme olarak anılan yediçınar yaylası ve köyün kamburu adlı romanlarından sonraki üçüncü romanı büyük mal'ın ana kahramanı, yayla padişahı kavat abuzerin sülük bey analığı emey hanım'a ilgi duyar- tabi cinsel bir ilgi.

    kitabı okuduktan sonra, gözüme çarpan şeyleri yine yazarım, şimdilik bu kadar yeter.
  3. şuradaki yorumumda henüz kitabı bitirmemiş, birinci bölümün keyfini sürüyordum. ağır ağır çevirirken sayfaları burnumda rakı kokularıyla öngören havası bana yarıyor diye düşünüyordum. çok aksi bir durum olmadıkça okuduğum kitaplara burun kıvırmam, ne olmuş beni içine almamışsa, elbet birilerini mutlu ediyor bu satırlar diye düşünürüm.

    lakin elimizde 2016 senesinde olmamız ve bir de orhan pamuk faktörü var. hal böyle olunca üç bölümden oluşan hikayemiz samimiyetini her bölümde biraz daha kaybetmiş, okuyucunun hevesini de kırmıştır. bir yerden sonra yirmi sayfa sonra olacakları biliyor hale gelip, bir şekilde sevdiğinizi hissettiğiniz hangi karakter varsa ondan da uzaklaşmaya başlıyorsunuz. önümüzdeki yıllarda film uyarlaması yapılırsa hiç şaşırmayacağımı söyleyebilirim. (kitapta yer alan belki en önemli, düşünülmüş, araştırılmış olan batı doğu kavramlarına da yer verilmemek suretiyle tabii)

    ayrıca bana mı öyle geliyor emin değilim ancak sanki orhan pamuk'un dili, kitap ilerledikçe giderek sivriliyor ve inceden bir ukalalık sezmeye başlıyordum anlatımında. belki bendeki değerini yavaş yavaş yitirdikçe böyle bir hisse kapılmışımdır. belki de sahiden ukalalık yapmıştır.

    yeni yeni edinmeye başladığım altını çizerek okuma alışkanlığımı birinci bölümden sonra yine unuttum. o kadar bütünleşemedim zannediyorum ki bir yerden sonra. ama birinci bölümden seçtiğim güzel satırlarla yazımı sonlandırmak isterim.

    "belli ki bunların bazıları, susuz, kör kuyulara saklamak için atılıyor, sonra da yıllarca, yüzyıllarca unutuluyordu. bu tuhaf değil miydi? insanın sevdiği, kıymetli bir şeyini kuyuda bırakıp sonra da unutması acaba neyin işaretiydi?"

    "o zamanlar 'ben, beni kimse görmediği zaman en çok kendim oluyorum' diye düşünürdüm. yeni keşfediyordum bu düşünceyi. kimse sizi gözlemlemiyorsa, içinizdeki gizli ikinci kişi dışarı çıkıp dilediği şeyi yapabilir. yakınlarda bir babanız varsa ve sizi görüyorsa içinizdeki kişi içinize saklanır."