• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.90)
kış uykusu - nuri bilge ceylan
aydın (bilginer) emekli bir oyuncudur; aktörlüğü bıraktıktan sonra orta anadolu'da kendi halinde küçük bir otelde çalışarak günlerini geçirir. hayatında ise iki kadın vardır: kendisine her anlamda uzak ve soğuk olan genç karısı nihal (sözen) ve boşanmış olan kız kardeşi necla (akbağ). kışın bastırması ve kar yağışının artması bu küçük taşrada en çok aydın'ın sinirlerine dokunur ve onu uzaklara gitmeye teşvik eder.


  1. sinema salonunda izlediğim en uzun film. sanırım bir asır falan sürdü hala yaşadığıma şükrediyorum. film kötü demeye hakkın yok zaten gerçekten çok güzel bir film. ama anlatsam roman olur dediğiniz şeyler vardır ya işte ben sinemada anlatmaya değer görmediğim anılarımı izledim. haluk bilginer demet akbağın abi kardeş diyalogları benim kardeşimle yaptığım yarı aristokrat yarı lümpen konuşmalarımızın bir örneği gibiydi. kardeşimle o diyaloglarımızdan en iyisini alın koyun önümüze anı diye ben yine onları izlerken sıkılırım. muhtemelen konuşmaktan dahi sıkılıyorum bir de izledim. bana kalırsa film uzundu özetle. bir de saatlerce sahnenin kırpıldığını kesildiğini senaryo üzerine oynanan sahnelerin perdeye hiç aktarılmadığını falan düşününce ya daha da uzun olsaydı diyip şükrediyorum.
    ama renk seçimleri festival filmine yakışır vaziyetteydi. ışığın kullanımı muhteşemdi. bence senaryo konu kadar filmin sahnelerindeki bu farklılıklar ön plana çıkartıyor bu filmi. oyunculuklara diyecek bir şeyim yok benim gözümde sırıtan pek bir kimse yok idi. herkes şahaneydi.
  2. yeni izledim bu filmi. zaten senaryosunun çehov'dan esinlenilerek yazıldığını biliyordum, aslına bakarsanız çehov'dan esinlenilmemiş nuri bilge ceylan filmi yoktur bana göre, film esnasında hissettiğim şeyse çehov hikayelerini okurken hissettiklerimle aynı oldu : muazzam bir iç sıkıntısı. sanat filmlerinin kendilerinden kaynaklanan sıkıntı değil bahsettiğim. filmin içerisinde adlı adınca tamamen kendisiyle varolan bir sıkıntı, obje olarak var orada. bunun sebebi, daha doğrusu kaynağı, nbc'nin yaşamın resmini filmine çekmesidir. kurgu olarak düşünebileceğiniz belki bir ya da iki sahne var, geriye kalan tamamı doğal olarak içinde bulunduğunuz sahneler, öyle ki çoğu zaman içinden çıkmak istiyorsunuz - aynı hayatta çoğu ortamdan sıkılıp çıkmak istediğimiz gibi-. bundan dolayıdır, filmi birkaç kere kapatmaya yeltendim. bence tam da bu yüzden başarılıdır ve zaten hakkı da verilmiştir.

    daha da ötesinde, tabi bunlar durum hikayeleridir; tek bir mesaj/ders/sonuç çıkartılamaz ama en göz önünde bulunanı, hiçbir karakterin birbirine dokunmayışıdır, yani bariz bir sevgi eksikliği var. yüksek irtifalarda dönen bütün o felsefi konuşmaların, tartışmaların birbirine ulaşmak yerine bir tip galibiyet elde etme gayesi ve bundan kaynaklanan ego problemleri, tabi öncesinde iki tarafın da çıktığını iddia ettiği radikal nesnellik zemini, bunla bağlantılı bir mekanizm, hemen sonra kendileriyle çelişmeleri vs.

    hayatta da böyle değil midir? en sevdiğini bile insan, egosu söz konusu olunca -ki karşılıklı bir durumdur bence bu- birtakım evrensel kriterlerin arkasına saklandığını iddia ederek, ama bu zeminden 2 dakika içinde ayrılarak (ve aslında tam da bu yüzden) kırıp dökmüyor mu? filmdeki polyanna muhabbetine bir de bu yönden bakmalı bence, kötülüğe karşı kayıtsızlık, kötülüğün ego olarak değerlendirilmesi durumunda o üçlüyü birbirine kenetleyip çok daha güzel bir hayat yaşamalarını sağlayabilirdi. yani demek istediğim, egoların çarpıştığı bir noktada, uzlaşı zemininden bahsetmek hayal olur.
  3. filmdeki onca beyazlığa rağmen göz yormayan, hatta insana huzur veren bolca sahnenin içinde bulunduğu filmdir. spoiler vermek gibi olmasın ama öğretmenle beraber içilen sahne de oldukça hoşuma gitmişti.
  4. (bkz: can sıkıntısı bir lükstür)

    evet bu cümleyle hayatımın özetini geçti haluk bilginer. özellikle abla kardeş konuştukları hatta tartıştıkları o gergin sahnede ikisinin de dediği birçok cümlede kendimden bir şeyler gördüm. ama tek bir tarafın düşünceleri değil her ikisinden de hatta her ikisinin belki de kötü yanlarından izler var. bence filmi izleyen herkes bu şekilde düşünmüş olmalı. o tartışma sahnesinden fazlasıyla etkilenmiş "evet aslında burda çok doğru söylüyor bu konuda ben de yanlış yapıyorum." demiş olmalı.

    kısacası düşünmemi sağlamış, 3 saat kendimi irdelememe, insanların farklılıkları üstüne kafa yormama vakit ayırmamı ve bunu en kaliteli düşüncelerle yapmamı sağlamış bir film. kendi insanımızdan izler görebildiğimiz ve karakterleri kendi anadilimizle anlayabildiğimiz bir sanat filmi izlediğim için çok mutluyum. nuri bilge ceylan iyi ki var, iyi ki bu filmi yapmış.
  5. ağır ilerliyor diyen arkadaşlara hatırlatma yapalım filmin türü komedi veya aksiyon değil.izlememiş arkadaşlar filmi yaşayarak,bitene kadar kendinizi vererek izlemenizi tavsiye ederim.
  6. her anlamda doyurucu nitelikte olan film sadece türkiye değil, 21.yy dünya sinemasi için bir başyapıt.
    oyunculuk anlamında da ileri seviyede olan kış uykusu 'nun kamera arkası görüntüleri bize resmen bir film nasıl çekilmeli dersi veriyor.
    !---- spoiler ----!

    özellikle haluk bilginer ile demet akbağ'in diyalog sahnesi ve filmin finalinde yer alan 'diyet' sahnesi bize senaryonun ne kadar kuvvetli olduğunu da gösteriyor.

    !---- spoiler ----!
  7. nöri bilge ceylan'ın izlediğim en kötü filmi. izlerken belirtildiği gibi rus edebiyatı öykünmesi bariz hissediliyor. bir soljenitsın bir gogol anlatısı tadı var ancak sinemasal anlamda pek de bir şey veremiyor. filmin genel atmosferinde duyulan zorlama yapaylık sonuna kadar devam ediyor. karakter hikayeleri kopuk ve tamamlanmamış. diyalog filmi olmuş. sözüm ona küçük burjuva eleştirisi yapılmaya çalışılmış. ilçe önde gelenleri ve ilçe ruhu genel intiba olarak daha iyi işlenilebilirdi. karakterlerle o uzun diyaloglar bir türlü örtüşmüyor. herkes kitaptan okur gibi beylik laflar ediyor. hele demet akbağ'ın oynadığı karakterden bahsetmek bile istemiyorum. nevşehir'i ürgüp'ü bilen biri olarak bu kadar uzun ağdalı cümleler kuran bir ürgüp'lü bulsam sırtımda gezdiririm. değil istanbul dünyayı dolaştırsan değişmez. tek özelliği güzel ve genç olmak olan temiz kalpli, ezik, dandik herifçi karısı bile sazı eline aldı mı başımıza dante kesiliveriyor. nejat işlerin kendi kendine atarlanmaları ve sanatta yediyüz milyon kez işlenmiş fakir ama gururlu oğlan klişesini (budala-rogojin kötü öykünmesi) izleyebilmek için sahne bitene kadar üç şişe renu bitirdim. sadece haluk bilginer'in oynadığı hayatı bir sahteliğin üzerine oturmuş karakter olmuş. film bütünsellik bakımından fıs. tamam baba nuri bilgi ceylan sinematografisine söyleyecek sözümüz yok ama maksat buysa nikon fotoğraf makinemle evimin balkonundan daha iyi kış perspektifi alırım yeminle. filmin güya vermeye çalıştığı bahsi geçen eleştiriyi görebilmek için mikroskopla bakmak bile kifayetsiz kalır.
    olmamış sinema filmi, madem edebiyat namına "biz de biliyoruz bu boku" demeye çalıştın. sinema yerine kısa hikaye yazsaydın babacan biz de bu sevimsiz entel mastürbatif hareketlerine maruz kalmaz idik.

    ben de bu kadar övgüyü göklere çıkarmaları okuyunca nuri bilge ceylan brazil ayarında film çekti zannettim.
    bu filme altın palmiye veren zihniyeti palmiyeye oturtmak lazım.
  8. ben bu filmi izlediğimde mevsimlerden kıştı ve ben sanki derin bir uykudaydım.. hani bazı filmler, kitaplar veya müzikler vardır insanı kendi içsel yolculuğuna başkalarının üzerinden götürür. bu filmi herkes sevmez herkes izleyemez.. bu film ihtiyacı olanı bulur ve ona kendini anlatır.
    bahal
  9. sakin bir gününüzde izleyin. dışarıda yağmurun olduğu bir güne denk getirin.
  10. sinema, tiyatronun arka bahçesi değildir; eğer bir piyes yazmak isterseniz, hikayenizi perdelere, bölümlere ayırıp, olay örgüsünü minimalize edip, diyalog ağırlıklı takılırsınız; ve arzu ederseniz de adını kış uykusu (çehovyen de seslenir) koyabilirsiniz. tek fark piyesinizin sinema perdesinde değil, tiyatro salonunda oynanacağıdır. evet, kış uykusu sinema filmi değildir, sinema maskesi takmış kötü bir piyes denemesidir.
    daha önce muhakkak ki bahsedilmiştir ama anmadan geçmeyelim: filmde ağırlıklı olarak karamazov kardeşlerinin bazı epizotları arka plana alınarak işlenmiş. ilyuşa ve babasının (babasını mitya tarafında dövülmesi, aşağılanması) sahneleri hikayeye yedirilmiştir.
    aslında hikaye çok güzel, tam tarkovski veya angelopoulos gömleğinden; fakat nbc, altında kalmıştır. demek istediğim de bu zaten: gençliğinde genç yönetmenin üzerine çullanan tarkovski büyüsünü anlarım; fakat olgunluk zamanında hala etkileri geçmiyor ve kuru taklit bayat etkisi sunuyorsa, yönetmen komik durumuna kaçınılmaz olarak düşüyor. hayır yanlış anlaşılmasın, bilge ceylan gözümde kötü yönetmen değildir; sadece gençlik aşklarından kurtulmayı başaramamış ve inanın, yüz sene sonra "uzak"tan başka hatırlanma olasılığı hayli az olan yönetmene dönüşecektir. çünkü "uzak" nurinin - bir nebze iklimler de dahil - kendi olabildiği, hakikati sunabildiği tek filmidir.

    altın palmiyeyi müjdeleyeceği öncelerden biliniyordu. cannes"ın hiç değişmeyen müdavimleri vardır ve onlar yıllar geçtikce festivalin çocuklarına dönüşerek, onların istediği kıvamda filmler çekmeye başlarlar. "kış uykusu"da böyledir. doğunun eksikliklerini karikatürleştirip, batının kahkahadan açılan ağzına bırkan oryantalist bir yapım. politik bir jestdir. ne gerek vardı buna nbc? hani dünyevi, beşeri filmler çekecektik? değişen ne oldu? "uzak"ın soğuğu nereye kayboldu?
    "kış uykusu" hatırlanmayacak bir filmdir. orta yaş krizi diyelim isterseniz, ama kaç yaşında olursak olalım, takıntılar ve alışkanlıklar mahvımızı hızlandırır; ve umarım yanılıyorum nbc.