• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.93)
koku - patrick süskind
patrick süskind'in, almanya'da ilk yayımlanışında tam anlamıyla olay yaratan, aylarca liste başlarında kalan 'koku' adlı bu romanı, gerçekte alışılagelmiş çok satarların oldukça dışında kalan, tarihsel boyutlarda kapsamlı bir toplum eleştirisini sergileyen bir kitap. olay, 18. yüzyıl fransası'nda geçer; kitabın kahramanı jean-baptiste grenouille ise tüm insani duyumlardan ve duygulardan yoksun, salt kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı ve istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten kesinlikle çekinmeyen bir katildir. herkesin ve her şeyin kokusunu almakta, tüm kokuları üretmekte gerçek bir dahi olan grenouille, kendi kokusunun bulunmadığını, onun bulunduğu yerlerde insanların insan kokusunu alamadıklarını anladığı gün, dünyasını da yitirir. kendisi için tek çıkar yol, başkalarına onun için sanki insanmış izlenimini verebilecek kokular sürünmektir. toplum içinde bireyselliğini hiçbir zaman edinememiş toplum tekini, kendi benliğinin dışında her şeyi yaratabilmiş dahiyi sergileyen bu görkemli alegorinin olağanüstü bir akıcılıkla erişilen son bölümü, benzeri herhalde ancak bir kafka'da görülebilecek bir insanlık trajedisinin simgesidir.

-ahmet cemal-


  1. çok değer verdiğim, abim gibi olan bir hocamın hediye ettiği kitaptır. yazar, yaptığı tasvirlerle kokuları "görmemizi" sağlar. kitabı önerdiğim kişilere kapağının arkasını okumamasını söylerim; çünkü sağlam bir spoiler içerir.
  2. "kokuların öyle inandırcılığı vardır ki,sözden,gözle görmekten,duygudan,iradeden daha güçlüdür."
  3. kitaba yeni başladım diyecektim ki pek de farketmeden neredeyse yarılamışım.
    grenouille'nin hikayesi daha ilk sayfadan sarıyor.
    oldukça akıcı ve heyecanlı gidiyor. sonu belirtilmiş olsa bile merakla bekliyorum.

    karakter tanımlamaları muhteşem. en küçük karakteri bile kafanızda "kafa olarak" şekillendirebiliyorsunuz hemen.

    belki de üzerine en az kafa yorulan duyudur koku alma, özellikle görme ve işitmeyle kıyaslanınca... bundan böyle her yönüyle oldukça detaylı ve nefis bir kurgu çıkarmak yazarın büyüklüğünü gösteren bir şey bence.

    okurken koku duyumun bir nebze daha dikkate değer olduğunu söyleyebilirim. kitaba daldığım dakikalarda "ki elimde olduğu her dakika anlamına gelebilir bu." etraftaki kokuları daha çabuk ve yoğun olarak duydum. sanırım ne kadar etkilendiğimi gösteriyor.
  4. oya gibi ince ince işlenmiş harika roman. kitabı okuduktan sonra bir süre ortamdaki kokulara istemsiz bir şekilde aşırı dikkat kesilmeme sebep olmuştur. tevfik duran'ın çevirisi ise o kadar iyiki, dilin kullanımı, betimlemeler damakta sabahattin ali okuyormuşçasına bir tat bırakıyor.
  5. kitabı filminden daha iyiydi de filmi de cidden başarılı idi; zira jean baptise'ı başkası oynayamazdı... (bkz: ben whishaw)
    bu arada kitap insanı ciddi ciddi koku turuna çıkarıyor... hissedebiliyorsunuz o muhteşemliği...
  6. koku duyusu zayıf birisi olarak beni travmaya sokmuş kitap/filmdir. kitabını birkaç defa okudum. filmini de izledim. filmi de güzel olmuş ama kitabın özeti gibi olmuş, birçok ayrıntı es geçilmiş. filmin sonundaki intihar sahnesi ise insanı hayretler içinde bırakmaya yeter.
  7. yıllar önce okuduğum kitaptır. konusu falan çok farklı çok etkileyici. filminde oynayan adam biraz daha çirkin olmalıydı bence çünkü kitaptaki kişi baya eciş bücüş çirkin bir şeydi.
  8. her seyi koklama istegi uyandiran kitap.
  9. okurken belki de fazla dikkatinizi cekmeyen koku duygusunu size hatirlaticak, paris sokaklarini koklayarak altini ustune getireceginiz, toplumdan farkli bir meramini anlatma bicimi olan bir kahraman iceren ve kahramanin kendisini topluma kabul ettirme cabasini anlatan metoforlarla orulmus surekleyici bir eser.
  10. özgün ama sıkıcı.

    neden özgün? çünkü genel fikir, konsept ne derseniz artık, farklı ve sıradışı. kolay kolay birinin aklına gelmez. bu yüzden daha okumadan kitap hakkında heyecanlanabiliyorsunuz. kokular hakkında okuyabileceğiniz roman tarzı kaç kitap vardır değil mi? okumaya devam ederken de sizi heyecanlandıran bu konsept oluyor zaten. bir de yazarın eklediğini seri katil gizemi var ama o sönük kalıyor bir şekilde.

    fikir neden orijinal? çünkü kendilerine özgü kokuları nedeniyle insanları sınıflandırdığımızı söylüyor. tabi bu kokuları bilinçli olarak hissedemiyoruz ya da teknoloji ile ulaşamıyoruz. birisi toplumda iyi, güzel, başarılı vb. olarak sivrildiğinde aslında gerçekten iyi olduğu için değil de onun kokusu insanlara iyi geldiği için herkes onu seviyor. o kişinin yanında olma isteklerini böyle açıklıyorlar kendilerine çünkü kokuyu bilmiyorlar. ama kahramanımız biliyor ve bu üstün yeteneğini kötü amaçlar için kullanmaya karar veriyor.

    neden sıkıcı? plotu ve yazım tarzı yüzünden. kitap akmıyor maalesef. gereksiz şekilde yoruyor yine de bitiriyorsunuz ama. konu olarak karakterin doğumundan başlayıp kendini gerçekleştirmesine kadar sürüyor. önce bunu bir karakter kitabı sanıyorsunuz o yüzden. ama öyle olsaydı en çekici gelmesi gereken karakterin dağda inzivaya çekildiği gibi yerlerin o kadar sıkıcı olmasına inanamıyorsunuz. öyle ki o kısımları geçebilirseniz bitirebilirsiniz gibi hissediyorsunuz. sonra gayet geç olarak cinayetler kısmı başlıyor ve o zaman bu belki de gizem, suç kitabıydı diye düşünüyorsunuz. ama bu sefer de o zamana kadar okuduğunuz yerler gereksiz kalıyor. ki bu yerler oldukça çok olduğundan kitap konuya geç girdi hissi yaratıyor. ve de seri katil olayı esas olay olacak kadar ilginç değil. kitabın konseptinde gördüğümüz gibi özgün de değil maalesef.
    yazım yönünden de betimlemeler çok bunaltıcı diyebilirim. uzun betimlemeleri bile ben genelde sorun etmem ama bu kitaptaki haline alışamadım. parfümcünün evinde çalıştığı bölümlerdeki betimler özellikle zor geldi. yalnız bu sonradan gelen bir his. ilk bölümlerde, paris sokaklarını anlatırken pisliği iliklerimizde hissettirdi hakkını vermek lazım.