1. bilinen evren ile ilgili oluşturduğumuz kurallar, insanoğlunun gördüğü sistem hakkında konuşabilmek, anlatmak ve bu gözlemlediğimiz sistem içinde onu anlayarak ilerleyebilmek için insan tarafından geliştirilen prensiplerdir. ifade etmek istediğim, aslında vardır ya da yoktur böyle şeyler demek değil. bildiğini idrak edebilmek farklı bir şeydir. dolayısıyla bilmek farklı, idrak etmek farklıdır... ve fizik kuralları bir sistemi algılayabilmek içindir. bir dildir. bir anlama şeklidir.

    şart şu ki; bir şey hakkında kurallarınız olacaksa, o şeyi önce yaşamalısınız. yani onun farkında olmalısınız. beyninizin size öğrettiği yada beyninizin bir şekilde öğrendiği varlık anlayışı ile kabul etmelisiniz. bu ve benzeri şartların sağlanması ile onu idrak etmek adına bir sistem oluşturabilmeniz kaçınılmazdır. fizik kuralları da, bu prensiplerin toparlanması ile uzun uzun yıllar içinde geliştirilmiştir.

    peki ya, bilmediğimiz, tecrübe etmediğimiz şeyleri tarifleyebilir miyiz? bu sorunun cevabından önce şu soruya bir cevap bulmak gerekecek sanırım: bilmediğimiz tecrübe etmediğimiz şeyin var olup olmadığını nasıl bileceğiz? öyle ya, var olduğunu anladığımız an aslında tecrübe etmeye başlamış olacağız? (bknz: yaratıcı. onunla ilgili hiç bir şeyi tecrübe etmedik ya da çok farklı bir bilinçle ediyoruz ama farkındalığımız çok zayıf olmalı ki fark edemiyoruz. bu yüzden var ya da yok demenin anlamsızlığını yaşamak yerine bu konuya bilimsel olmayan bir nitelikle yaklaşıyoruz.)

    beş duyu ile fark edilen şeylerin duyularımızdaki etkisi 'farkındalık' olarak tariflenir. varlığımızın farkında olmak da bunlardan biridir. tüm duyu organlarımızın çalışması ile bizde yarattığı farkındalık da bir histir. ama bu his ölçülebilir, yani hesaplanabilir bir değer olması sebebiyle tanımlama noktasında dikkate alınır. bir şeyi tanımlayabilmek ve varlığını kabul etmek bir yana, onun hakkında bazı şeyler söyleyebilmek için duyu organlarımız ile varlığını tecrübe etmek, insanoğlunun doğduğu andan itibaren en temel ve sürekli gelişen bir sistemidir.

    öyle geliyor ki, en temel prensip tecrübe etmek üzerinedir. varlığından haberdar olmak için onu tecrübe etmelisiniz. tecrübe de, az önce ifade ettiğim gibi tanımlamak ve varlığını anlamaktan geçiyor. peki atom altı?

    kendimize bir soralım... atom altını tecrübe edebildiniz mi hiç? ona dokundunuz mu? ya da kokladınız mı? cevabınız pek tabi hayır olacaktır. peki, atom altı hakkında kitap yazanlar, araştıranlar, kozmologlar ya da einstein!? bu insanlar tecrübe etti mi? bir mikroskop altında gözlemlediler belki ama asla dokunamadılar. işte bu, atom altını tanımlamamızın süresini uzatmaktadır.

    evrende geçerli bir kural vardır. eşboyutluluk.
    yani bir şeyi anlayabilmek için onunla yakın ebatlarda olmalısınız. şunu demek istiyorum. evrende hiç bir yer yok ki; sizinle birlikte anlam kazanan kurallar, bir otomobile, hatta bir uzay gemisine farklı davransın. sizin bir şeyi idrak etmeniz, referanslarınızın sayısı, gücü, yeterliliği ve çeşitliliği ile ilgilidir. tabi bunu alabilen beyninizle.
    şöyle ki; alan olarak, istanbul ili' nin yüz ölçümü 1539 km²' dir. bunu kavrayabilirsiniz... türkiye' nin yüzölçümü; 783.562 km².. eh gerçekten iyi bir sayı. amerika kıtası' nın yüz ölçümü; 42.550.000 km² ... o ne ya?
    peki dostlar şuna da bir göz atalım... dünya' nın yüz ölçümü; 510.100.000 km²
    farkında mısınız, idrak etmekte zorlanıyoruz...
    peki idrak edebildiğimiz şeylerde ne yapıyoruz? küçük alanları gözümüzde canlandırıyoruz. örneğin oturduğumuz evin bahçesini algılamak için görmemiz yeterli. ya da tuttuğumuz bir takımın maçını izlemek için gittiğimiz stadın büyüklüğünü izleyerek algılarız. peki ya dünyanın yüz ölçümünün 510.100.000 km² olması ne demek? ya da güneşin?

    şimdi bir değişiklik yaparak dünyanın alanından çok daha büyük olan güneşin yüz ölçümünün alanı yerine dünyanın alanının yaklaşık olarak 12.000 katı olduğunu söyleyeceğim. çok bir şey değişmedi değil mi? çünkü dünya' nın büyüklüğü de tanımlanmadı zihnimizde. tanımladığınız bir futbol sahasının (atıyorum) 500 milyon katı olmasını? yine işe yaramadı. tümden de gelsek, tüme varsak da, netice çok değişmiyor.

    *

    atom altına gelelim,
    yukarıda da dediğim gibi, tecrübe etmek ilişki kurmaktır. bu ilişki; insan beyninin direkt olarak tanımladığı beş duyu ile olmadığı sürece, yeni referanslarla yorumlama yollarının arayışına götürür.

    kuantum fiziğinde meşhur bir deney vardır. kuantuma ilgi duyan birinin bir deneydir. aslında bu deney klasik fizik adına yapılmış olsa da, işığın dalga teorisine göre mi yoksa parçacık teorisine göre mi var olduğunu ya da yoluna devam ettiğini anlama konusunda ilginç fikirler vermiştir.
    şöyle ki; çift yarık deneyinde, ışığın karşı düzlemdeki desenine dair, fotonları gözlediğiniz zaman farklı, gözlemediğiniz zaman farklı davrandığının fark edilmesi bazı çılgın bilim adamlarının şu soruyu sormasına sebep olmuştur: ışık, bilinci olan bir şey mi?

    pek tabi hayır.

    *

    m.ö. 400 lü yıllarda demokritos atomun ne demek olduğunu şu şekilde kavramıştır.
    'elimdeki taşı, ikiye bölsem, sonra kalanı tekrar ikiye bölsem, bunu sonsuza kadar yapabilir miyim? sonunda elimde ne kalır? elbette ki, en küçük bölünemez bir parçası kalır'
    ve bölünemez anlamındaki atomus kelimesi ile tarihteki tanımını almıştır. ama burada demokritos' un, en küçük yapının bölünebilirliğine dair bir referansı olmadığı için ve bölünebilirliğini tasavvur edemediği için o tarife atomus (bölünemez) denmiştir. demokritos' un yaptığı tek şey (aslında yapamadığı tek şey) tasavvur edemediği noktadan ileriye gidemeyen beyninin ona "artık noktayı koy ve gidip yatalım demo" demesiydi.

    demem o ki, bilincimizin çalışmadığı bir ortam sanırım atom altı. mikroskoplarla görüyoruz belki (ki buna aslında çeşitli fiziksel etkinliklerle varlıklarını algılıyoruz diyen bilim adamları da var) ama aslında varlıklarını göremiyoruz. ama deneylerle var olduklarına eminiz. bu yüzden bize şaşırtıcı ve anlaşılmaz geliyor. halbuki, onların arasın karışabilsek (eşboyutluluk) eminim ki bize anlatabilecekleri çok şeyleri olacaktır. pek tabi bu şeyler, bizim de anlayabileceğimiz şeyler haline gelecektir.

    *

    çift yarık deneyine gelelim;
    deney sırasında bir elektron parçacık tespit cihazı ile gözlemlediğiniz zaman, karşıdaki girişim perdesinde hiç de daha önceki gibi bir desen oluşturmuyordu. bizimle oyun mu oynuyordu? neden gözlemlediğimde tek çizgi oluşturuyor da, gözlemlemediğimde çift çizgi oluyor?

    buna dair ilginç bir tespit yapıladursun, durumu şöyle özetleyebiliriz artık.
    sanırım tüm bunlar, atom altına dair referansları bilmediğimiz için oluyor!!! bu kadar.
    ve ışık, yani fotonlar, bilincimizin tanımlayamadığı şeyi bize göstermiyor. iki yarıktan verdiğimiz fotonları, bilincimiz yine perdeye aynı şekilde düşmesi gerektiğini söylüyor ve gözlemlerken fotonlar bu işlemi bilincimize uygun belirliyor. (matrix filmindeki çocuğun, neo' ya kaşık aslında yok demesini neo' nun idrak edebilmesi ile aynı durum)
    işık bize oyun oynamıyor. bilincimiz, fotonların davranışını belirliyor. çünkü bilincim biliyor ki, bir foton iki yarıktan aynı anda geçemez. gözlemediğim zaman perdede oluşan desen ise bunun tam tersini söylüyor olsa da bilincimiz bunu bir şekilde ikna edici bir sebeple anlamasa da 'o anda bir şey olmuştur mutlaka' diyecektir. ama gözlemlemesiyle gerçeği anlayacağını düşünen bilinç, aslında anlamak istemediğini, daha doğrusu anlamaya hazır olmadığını bir türlü kabul edemediği için evrende olan bu olayı kendi prensipleri ile sonuçlandıracaktır. bu da sanki ışığın farklı şekilde davrandığını düşündürecektir.

    biraz felsefi gibi gelebilir ama bir dönem youreads' te popüler bir girdi vardı. "kimsenin olmadığı yerde devrilen ağaç ses çıkarır mı" diye.
    işte kuantumla birlikte gelişen ve değişen sorulardan biri de budur. maalesef bir şeyi çözemedikçe kendi varlıksal sorularımıza farklı derinlikler katabiliyoruz. (ben buna, algı değiştirme çabasının bilinçsiz dışavurumu diyorum.) bu güzel bir soruydu ve tam da atom altını ve bilinmezliği, bilinç harici bir sistemin işleyişini anlamaya yönelik (lakayt görünen ama öyle olmayan) ciddi bir sorudur.

    bu soru, aynı zamanda basit de bir soru. yani bilmediğin yerde ne olup bittiğini bilemezsin. bilen biri illa ki vardır. ama olmaması durumu? kim kanıtlayacak olan biteni? ya da bir yerde kimsenin olmaması, orada devam eden bir şeylerin olmadığı anlamına mı geliyor?

    peki genişletelim.
    evrenin herhangi bir yerinde, gezegenlerin patlaması, karadeliklerin oluşması, orada bir bilinç olmadığı halde gerçekleşmiyor mu? yoksa, evrenin herhangi bir yerinde o bilince sahip olan birinin olması yetiyor mu? görmese de bilmese de, o bilincin var olması buna yetiyor mu?

    peki o zaman, şuna ne dersiniz?
    insanlık tarihi, evrenin yaşı dikkate alındığında ne kadar önemli ki? yani insanlar var olmadan önce hangi bilinç ya da hangi farkındalık bir şeylerin var olmasına, devam etmesine şahitlik etti de bu sistem oluştu. hatta big bang dediğimiz şeyin oluşması, eğer bir bilince bağlı ise, o bilinç kime aitti?

    bu soruların cevabını bulmak demek, atom altını anlayabileceğimize işarettir. ya da tersi, atom altını anlamak adına geliştirebileceğimiz bir algı sistemi, tüm zamanları veya zaman öncesini anlamak adına bir referans olabilir, kim bilir? (arrival filmini hatırlayalım.)

    anlamak demek, algılamaktır. bizler, mikro evrenle, makro evren arasında varlıklarız. en büyüğünü ve en küçüğünü anlayabilmemiz için aklın sınırlarını değiştirmek zorundayız. bilinci oluşturan şeylerin bilinçsizlik mi olduğunu, ya da anlamaya engel olan şeyin idrak şeklimiz mi? bunları bilmemiz gerek. bunun içinde lisan durumunu da irdelemeliyiz.

    *

    sanırım 'dil' veya 'lisan' dünyada gerçekleştirilen tüm hiyerarşinin ve dahası düşünce sisteminin en yalın hali.

    çok dikkate değer bir özellik!
    şu anda bulunduğumuz seviye, lisanın sınırı ile doğru orantılı. öyle değil mi?

    insan, fark ettiği şeyi anlamak ve sonrasında da kavramak için düşünür. lisana sahip olmayan bir varlık düşünür mü sormak gerek! bu soruyu sorarken elbette düşünmenin nasıl gerçekleştiği hakkında biraz fikir yürütmek gerekir.

    düşünmek.
    bu kelimeyi anlamak ve tanımlamak için bile kelimelere ihtiyacım var. ve sanırım bu kelimeleri bulabildiğim ölçüde buraya aktarabilirim. dahası, öncelikle bu kelimeleri bularak benim anlamam gerekecek.
    düşünmek için dile ihtiyacımız var diyebilirim sanırım.

    insanlar kuantum teorisini neden anlamakta zorluk çekerler?
    cevabını bulmaya çalışmadan önce şunu fark etmek gerek sanırım: insan kelime hazinesine bağlı olarak kavrıyor. lisan, dil iletişim konusunda gerekli bir araç ama iletişim için kelimeler gerekiyorsa kelimeleri kavramak için de düşünmek gerekiyor. ve en ilginci de düşünmek için kelimelerin gerekiyor olması.

    kuantum da dahil olmak üzere bütün yabancı olduğumuz fikirlerle karşılaştığımız zaman anlama konusunda güçlük çekmemizin nedeni, sanırım gerekli kavramlar için gerekli kelimelere sahip olmamamızdır.
    einstein' ın, izafiyet ile hep dediği gibi "tanımlamak için referans almak gerek" örneklemeler gerek. örnekleme için de anlamak. ve anlamak için beynimize kodlamak... kodlamaktan kastımı da söylemeye gerek yok sanırım.

    yani, düşünebildiğin kadar özgürsün... ama özgür olmak için de lisana ihtiyaç varsa, lisanı olmayan hayvanlar düşünemiyor mu? elbette düşünüyor....iletişim araçlarının kapsamına göre.

    evreni veya yaratılışı anlamamızın sınırı, düşünce gücümüzle ve düşünce gücümüz de dilimizin sınırlarıyla belirli ise o halde, daha iyi anlamak için tüm dünyadaki insanlardan farklı bir dile sahip olmamız gerekmez mi? yani elbette daha ileride çok farklı şeyler keşfedeceğiz... bu kesin. ama demek istediğim şey, çok daha gelişmiş bir dil ile binlerce yıl aldığımız yolu bir ayda almak!? mümkün olamaz mı?

    "bir lisan bir insan, iki lisan iki insan" sözü şimdi daha anlamlı.

    *

    velhasıl dostlar;

    hiç fikriniz olmayan bir sistem içine açılan bir pencere düşünün, beyninizin tüm yetisi pencerenin mandalını çevirip kendinize çekene kadar. sonrası hiç bir kuralın geçerli olmadığı bir alemse eğer, beyniniz orayı şekillendiremediğinde size hiçlik gösterecek olabilir. hiçliği bile tarif edemeyen zavallı algılarımız hepten çökmesine engel olacak bir şey olacak mı? elbette. ufak ufak, varlığı hakkında bilgi edinip, sanırım pencerenin arkasına bakabildiğimizde, gözlerimiz kendi şeklini kendi vereceği bir sistem görecektir. baktığınız zaman başka, bakmadığınız zaman başka dönen bir sistem... ve bu sistemin gerçek halini görme yetimiz de tıpkı interstaller filmindeki gibi bizi 5. boyuta taşıyacaktır.