1. 1937 yılında bir askeri dağcı grubu (11 subay, 2 astsubay, 50 er ve iki çocuk ki yöre halkından rehberler olabilir), o güne kadar türklerin başaramadığı bir proje için görevlendirilir: anadolu'nun en yüksek noktası olan ağrı dağı'nın zirvesine çıkmak. 25 ağustos sabahı başlayan tırmanış, beş buçuk saatin sonunda 1 subay ve 10 er haricinde tamamlanır. birlik, dağın 5137 rakımlı zirvesine beraberlerinde getirdikleri bir atatürk büstü ve şişe içine konan bir tutanak bırakır. ekibin lideri topçu kurmay binbaşı cevdet sunay'ken, tutanağı bizzat yazan kişi piyade teğmen mehmet fazıl eratap'tır.

    aradan 30 yıl geçer. katip teğmen eratap, ordudan istifa ederek edebiyata kendini vermiş ve fazıl hüsnü dağlarca ismiyle tanınır olmuştur. ekipbaşı ise ordunun zirvesine kadar yükselmiş, bilahare cumhurbaşkanlığına seçilmiştir ve o tarihte türkiye'nin beşinci cumhurbaşkanıdır. işte 1967'de cevdet sunay'in abd ziyareti öncesinde, fazıl hüsnü dağlarca eski ekip şefine eski günleri hatırlatan bu şiiri yazar. ilk defa yön dergisinin 206. sayısında mı yayınlanmış bilmiyorum, ama internette tam metni sadece orada var. elbette dergi doğan avcıoğlu'nun olunca buradan basit bir askerlik anısı sunuşu da beklememek lazım. nitekim dağlarca anıları naklederken, sunay'a abd ile ikili anlaşmalar ve amerika ziyareti üzerinden eleştiri getiriyor.

    yıl 1937 sürbahan’dan öte serdarbulak yollarında tanıştık.
    siz topçularla süvarilerle karaköse’den geliyordunuz, biz piyadeler erzurum’dan,
    kocaman atlarımız vardı, küçücük atlarımız
    bir sevinçle dere tepe gittik mi, gitmedik mi
    ağrı dağı’na çıktık mı, çıkmadık mı?

    sonra 15 subay 50 er birleştik, yöneldik mıhtepe'den ayak ayak doruğa.
    aşağı yer uçurum, yukarısı gök uçurum
    tanrıya mı varıyorduk, özgürlüğe mi bilinmez.
    yaşamamızı bir ululuğa döktük mü, dökmedik mi,
    ağrı dağına çıktık mı, çıkmadık mı?

    tanıksınız biz üç piyade teğmeni, solumuzda türkiyece bir mavi,
    nöbetleşe aldık sac kutudaki atatürk büstünü sırtımıza
    -ata sağdı o sıra biliyorsunuz dağlarla bir-
    oralardan evrene baktık mı, bakmadık mı,
    ağrı dağı’na çıktık mı, çıkmadık mı?

    ilkin biz ulaştık, piyadeler, havanın başladığı yere, doruğa,
    sonra siz ve birkaçı daha geldiniz
    azlığımızın bu anlaşılmaz dinelişini upuzun dinlerken,
    bir inançla yeryüzünden koptuk mu, kopmadık mı,
    ağrı dağına çıktık mı, çıkmadık mı?

    buz vardı buz vardı, kazdık da kazdık görünmedi kara toprak,
    ikimiz, sizinle ben yazdık tutanağını
    büstü, tutanak şişesini koyduk buzlar içre, diktik flamamızı yel üzre,
    güce, gerçeğe, sonsuzluğa yettik mi, yetmedik mi,
    ağrı dağına çıktık mı, çıkmadık mı?

    ne demiştik, hâlâ yüreğimdedir, tutanakta:
    ‘türkiye’nin en büyük adamının büstünü,
    türkiye’nin en yüksek dağına armağan ediyoruz’
    hey hey türk olarak yücelere aktık mı akmadık mı,
    ağrı dağı’na çıktık mı, çıkmadık mı?

    peki, kurmay binbaşı cevdet sunay, amerika’ya nasıl gidersin söyle,
    şu ikili anlaşmaları silmeden
    kaldırmadan şu yaban ellerini yurt üzerinden, ta mustafa kemal…
    söyle, dağlar özgürlük demektir; unuttuk mu, unutmadık mı,
    ağrı dağı’na çıktık mı, çıkmadık mı?