• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
lisztomania - ken russell
macar besteci ve piyano virtüözü franz lisztin yaşamından esinlenen biyografik müzikal absürd komedi, 1975 ingiltere yapımı.


  1. the music lovers'ın aksine ayakları daha bir yere basan ken russell filmi. çaykovski'nin hayatını anlatan the music lovers'ın problemi fantazide mi realizmde mi karar kılacağını bilememesiydi. lisztomania ise daha ilk sahnesinin ilk saniyesinde ne olduğunu belli ediyor ve öyle devam ediyor. tabi bence. yoksa sinema sitelerindeki puanı daha düşük. ama ben gayet beğendim.

    filmi layıkıyla anlayabilmek için franz liszt'in kişiliğini ve yaşamöyküsünü kabaca bilmek lazım. diğer türlü sahneler anlamsız parodiler dizisi gibi görünebilir. franz liszt kendine has büyük bir insan idi. çoğu dahi gibi hayatı çalkantılarla, ihtiraslarla, takıntılarla, aşklarla, cinsellikle ve tabi ki sanatıyla yoğrulmuştu. çağdaşı büyük sanatçıların neredeyse hepsiyle arkadaşlık etmişti. gelmiş geçmiş en iyi piyano virtüözlerinden biri olarak karizmatik kişiliği ve yakışıklı çehresiyle kadınların sevgilisiydi. gelirlerini neredeyse her zaman kendince önemli bulduğu saiklere bağışladığı konserlerini kadınlar doldurup taşırıyordu. lisztomania tabiri de buradan geliyor. alman yazar henrich heine'nin liszt etrafında oluşan aurayı tanımlamak için kullandığı bir sözcük. müziğin ilk süperstarıydı liszt. aynı zamanda büyük bir öğretmendi de. prensip olarak ücretsiz verdiği dersleri sayesinde büyük piyanistler yetişti, öyle ki, öğrencilerinin öğrencilerinin öğrencileri bugün yaşayan büyük piyanistler arasında - daniel barenboim bunlardan biri.

    film fantastik yaklaşımından hiçbir sahnede ödün vermiyor: iki metre uzunluğunda bir penisin etrafında dans eden kadınlar, papa rolünde beattles'ın ringo starr'ı, bol bol çıplak kadın göğsü, voodoo büyüsü, vampir bir richard wagner, frankeştayn bir hitler ve bir charlie chaplin parodisi filmin fantastik unsurlarından sadece bazıları.

    bu absürt gösteriye rağmen önemli şeyler söylemeye de çalışıyor film. film boyunca ara ara liszt'in yanında beliriveren wagner filmin kötü adamı olarak yavaş yavaş netleşiyor - halbuki kaynaklara göre liszt ve wagner iyi arkadaştı hayatları boyunca. ama filmin biyografik tamlık gibi bir derdi olmadığı için iki besteci, dünyayı müzikleri aracılığıyla aksi yönlerde değiştirmeye çalışan çatışma halindeki karakterler olarak ortaya çıkıyor. wagner alman ırkının üstünlüğüne inanan bir yahudi düşmanı olarak resmediliyor. yarı şeytan gizli bir vampir kimliğinde. liszt ise iyiliğin, saflığın, vericiliğin yeryüzündeki temsilcisi, neredeyse bir isa olarak resmediliyor, ki liszt gerçek hayatta da fransisken öğretisine mensup bir katolik idi. gülün adı'nı izlemiş veya okumuş olanlar hatırlayacaktır, fransiskenler mülkiyete karşı, isa gibi fakir yaşamayı benimseyen bir öğreti. bu savaşı kimin kazandığını söylemek spoiler olmaz sanırım. filmin finalinde liszt ve hayatında önemli yer işgal etmiş olan kadınlar star trek'ten fırlamış gibi görünen bir uzay mekiği içinde cenneten dünyaya uçup, dünyaya terör estirmekle meşgul olan wagner-hitler karışımı frankeştaynı mavi-kırmızı-beyaz renkli lazer ışıklarıyla yok ediyor. evet, böyle.

    tüm bu absürt öğelere rağmen fena film değildi. dönemin dinamik ve devrimci ruhunu yer yer hissettiriyor. bunun yanında müziğin toplumsal psikolojideki önemli rolü üstüne düşünmeyi tetikliyor. toplumsal hareketler müzikle beslenebilir mi? hala mümkün sanırım.