luce irigaray

Kimdir?

luce irigaray, yapısalcılık sonrası gelişen ve etkili olan fransız feminist felsefenin ünlü üç isiminden biridir. bu eğilime postmodern feminizm denilmesi de söz konusudur. feminist teorisyen, psikanalizci ve edebiyat kuramcısı. vikipedi
doğum: 3 mayıs 1930 (86 yaşında), bernissart, belçika
eğitim: leuven katolik üniversitesi
etkileyenler / etkilendikleri: jacques lacan, jacques derrida..


  1. Luce Irigaray, feminist teorisyen; felsefe, psikanaliz ve edebiyat kuramcısı olarak 1960 sonrası tartışmaların belli başlı isimlerinden biridir. Yapısalcılık sonrası gelişen “Fransız feminist felsefesi”nin -Héléne Cixous ve Julia Kristeva ile birlikte- en önemli temsilcilerindendir. Bu yönelim, “postmodern feminizm” olarak da adlandırılıyor.

    Irigaray’da Cixous ve Kristeva gibi psikanalizi teorik politik tartismalara dahil eder; özellikle Lacancı psikanalizden kalkarak degerlendirmeler geliştirir: Özne sorunu, cinsellik, dil, arzu gibi kavramlarla yürütülen tartismalarda ataerkil oldugunu belirttigi mevcut düsünce bicimlerinden ve tarihinden farklı açıklamalar ortaya koyar. Irigaray, postmodern feminizm elestirilerinde belirginlestigi gibi feminist düsünceyi, bir tür ideoloji ve epistemoloji eleştirisi olarak felsefe ve düşünce alanında etkili hale getirmektedir. Ayniliga karsi farklilik, bu elestirinin ilk elden belirtebilecegimiz özelligidir.

    düşünsel yönelimleri

    Luce Irigaray, felsefe çalışmalarına psikanalizi dahil eder; bir yandan Alman felsefesine göndermede bulunur, öte yandan Jacques Lacan ve Jacques Derrida gibi yapısalcılık-sonrası teorinin önemli isimlerini degerlendirir. Irigaray, özellikle ”felsefede ataerkillik” eleştirisi üzerinde yoğunlaşıyor, felsefe olarak felsefe eril zihniyetin ürettigi bir düsünce tarihine sahiptir ve dilde ona göre yapilandirilmistir; kadının yeni bir dil gereksini içinde olmasinin nedeni felsefe tarihinin bu derin eril yapisidir.

    Irigaray elestirel bir sekilde psikanalizi degerlendirmektedir. Psikanalizin çalışmalarında ikili şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz. Bir yandan, Freud’un ve Lacan’ın kuramlarından yararlanıyor; ama aynı zamanda da bu iki ismi ve dolayısıyla psikanaliz disiplinini genel -erillik- eleştirisinin bir parcasi olarak ele alıyor. Buna göre, psikanaliz, kavramları ve yaklaşımıyla sonuc olarak “fallusmerkezci” bir düşünme bicimi icinde kalmakta, hatta bu düsünceyi yeniden üretmektedir.

    Bununla birlikte Irigaray psikanalizin önemli bir eleştiri potansiyelini beraberinde getirdiğini düşünür. Yalnizca, psikanaliz kadın bakışından yeniden değerlendirilmeye sokulmalıdir. Irigaray’in bu yönelimi, düsünce tarihinin özgün bir feminist okumasini ortaya koyarken, bir anlamda da tarihin pasikanalizini yapmak olarak şekillenir; yani, toplumsalın bilinçdışını -o bilincdisinda yapilanmis olan eril tahakkümü- ortaya sermek.

    Batı felsefesi -dolayısıyla psikanaliz- cinsiyetçidir ve ”erkek” olarak adlandırılan tek bir cinsin egemenliğini dilendirir. Biyolojik anlamda “kadın”ın bu dizgede yer alması bu sorunu ortadan kaldırmaz. Çünkü ”kadın” burada ”eksik erkek” olarak yer alır. Egemen kültür özdeşlik, mantıksallık ve rasyonelik projeleri bakımından simgesel olarak tamamen erildir ve kadın bu simgeselleştirmede bir yokluk, bir eksiklik ve hatta simgeselleştirilemeyen bir kalıntı olarak işlem görür.

    Irigaray, bu baglamda anne-kız ilişkilerini simgeselleşmemiş ilişkiler olarak ele alır ve buna kadınlık rollerinin üretilmisinin kaynağı olarak bir hayli önem verir. Örneğin Irigaray kadınların, içlerinde kendilerini yitirecekleri ilişkilere girmeye eğilimli oldukları yönündeki saptayı kabul eder, ancak bağlamını değiştirir. Bunun nedeni simgeselleştirilmemiş anne-kız ilişkisiyle ilgilidir. Simgesellestirilmemis anne kiz ilişkisi, Irigaray;ın çok önem verdıği bir noktadır; zira, tamamen olmasa bile büyük ölçüde kadınların annelik rolünden başka bir kimlik taşımalarını olanaksızlaştırmaktadır. Böylece kadınlar ben ile başkası ayrımının silinikleşeceği ilişkilerde kendilerini bir anlamda yitirmeğe eğilimli görünmektedirler. Bu sebeple Irigaray kadınların yeni bir dile ve yeni bir simgeseleştirmeye ihtıyacı olduğunu belirtir ve bir anlamda bunun öncelikli olduğunu öne sürer.

    Bunlara bağlı olarak Irigaray, kuramsal yönelimini ikili bir etkinlik şeklinde sürdürür: Birinci adım ataerkilliğin felsefe alanındaki yerini ve boyutunu açığa çıkarmak; ikincisi adımsa dişil kimliği tanımlamak olarak belirtilebilir. Tam da bu noktada dil sorununu belirtir Irigaray; ataerkil çerçeveye teslim olmaksızın bu ikili işlem nasıl gerçekleştirlecektir sorusunu sorar. Kadın ile erkek arasındaki ilişki üzerine bına edilmiş düzeni ve iktidar dengesini tersine çevirmek gerektigini öne sürer. Kadına özgü toplumsal bir formun ve simgeselligin geliştirilmesi için düşünceler üretir.

    Böyle bir sey ona göre dişil öznelliğin oluşturulmasıyla gerçekleşebilecektir ve dolayısıyla ”kadını erkekleştiren” mevcut sistemin dilini ve terimlerini kabul etmenin bir tehlike oluşturduğunu acik olarak belirtir. Burada ”kadın erkek eşitliği” fikri reddedilir, asıl mesele ”erkek gibi” olmamak olarak ele alınır.

    Irigaray’a göre kadınlar yeni bir dil’e sahip olmak zorundadırlar. ”Kadın gibi konuşmak” ile ”kadın olarak konuşmak” arasında kesin bir ayrım yapan Irigaray, bunlardan ikincisini hem bir bir psikilojik konumlanış hem de toplumsal bir konumlanışı işaret ettiğini belirtir. Buna göre ”kadın gibi konuşmak”sa anlamın anlaşılmazlığına ve çoğulluğuna, doğruluk ve bilginin kontrol edilemezliğine, perspektif çoğulluğuna açık olmak anlamına gelmektedir. Kadın gibi konuşmak bu durumda biyolojik anlamda kadın ya da erkek olmakla ilgili değildir artık; ”kadın olarak konuşan” kadın gerçekte eril bir konum içinde konuşmakta olduğu gibi, ”kadın gibi konuşan” bir erkek dişil bir konumdan konuşuyor olmaktadır. Nietzsche, Hegel, Immanuel Levinas, Jacques Derrida gibi düşünürlerin dişil kimliklere sahip oldukları örnek olarak belirtilir. ”Kadın özne” yeni bir toplumsal, siyasal, dilsel kuruluş ya da kurgu ile gerçekleşecektir.

    Feminizm mücadelelerinde görülen eşit üçret, eşit haklar talebi bu durum içinde ikincil dereceden öneme sahiptirler. Asıl mesele toplumsal, kültürel ve dilsel sistemin kendisiyle mücadele edebilmek ve onu cözüstürebilmektir. Irigaray için kadının toplunsal dışlanmasi ile felsefeden dışlanması bir ve aynı sürecin ürünüdür ayrica. Mitolojileri ve felsefi söylemi inceleyerek bu düşünceleri temelendirir. Örneğin Platon’un ideal devletinin göründüğünün aksine eşitlikten uzak olduğunu, oradaki kadınlarında “erkek” olarak bulundukları tekcinsiyetli bir yapı olduğunu belirtir.

    erkek aklın eleştirisi

    Batı’lı feminist düşünce genel anlamda Aydınlanma düşüncesının bir mirasçısıdır, ancak Irıgaray aydınlanma değerlerinin ve sistemin kadının yönelimlerine uygun olmayacağını belirtir. Aydınlanma akıl’ın ve akılcılığın egemen olduğu, akılcı olmayan ögelerinse bastırıldığı, akıldışının (doğanın ve kadının) denetim altına alınıp güdümlenmeye ve dahası yok edilmeye yönelindiği bir dönemin adıdır. Elbette burada bahsedilen akıl Iragaray için tartışmasız bir şekilde ”eril bir akıldır”.

    Erkek akıl bütün Batı kültürünün tekcinsiyetliliğinin (monosexual) hem nedenidir hem de kendisi bu kültürün bir ürünüdür. Tarafsız ve nötr bir bölge sözkonusu değildir bu dünya içerisinde, felsefe]ve bilim gibi alanlarda dahildir buna. Bunun nedeni Iragaray’a göre, mevcut her şeyin erkek öznenin söylemine göre üretilmiş ve erkek akla göre düzenlenmiş olmasıdır. Kadınların eleştirisiz doğrudan bu düzen içerisinde aldıkları konumlar da kaçınılmaz bir şekilde erkek özne‘lik konumlarıdır.

    Iragaray rasyonelliği bu bağlamda sorgulamakla birlikte, dişilin irrasyonel olduğu türünde yönelimlere ilgi göstermez. ”Erkek akıl”, belli bir yapıdadır ve bu yapı özdeşlik ilkesi üzerine kuruludur. Her şeyin ya öyle ya da böyle olmasını dayatan ve doğa/zihin, nesne/özne gibi karşıtlıklarla işleyen bir yapıdır. Bu noktada Iragaray, bir çok kez yapılmış olan, rasyonelliği erillikle irrasyonelliği ise dişillikle birlikte tanımlama girişimlerini benimsemez, aksine tam da burada bu ayrım üzerinden anlaşılması gereken bir tuzak olduğunu belirtir.

    Iragaray ayrıca Marksist düşünce tarzınıda eleştirir. Ekonomiye yapılan vurgunun, kadının simgesel düzendeki durumunu gözden gizlediğini belirtir. Kadının durumundaki değişiklik temelde Iragaray’a göre dişil bir simgesellik yaratmaktan geçmektedir.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com