• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.00)
madde ve mana - saffet murat tura
madde ve mana'da saffet murat tura, bir yandan modern zihin felsefesinin beyin-anlam ve beyin-bilinç gibi problemlere önerdiği çözümleri sorguluyor, diğer yandan da descartes'tan bu yana klasik metafiziğe hâkim olan etkileşimci ikilik probleminin ardındaki fenomenolojik yanılsamayı gösteriyor. mananın maddi bir özellik olarak nasıl tanımlanabileceğini, doğadaki rasyonalitenin kökenlerinin ne olduğunu, toplumsal-dilsel anlamın doğadaki yeri ve dilsel hermeneutiğin natüralist hermeneutikle bağlantısı gibi sorunları çözüme kavuşturmak üzere diyalektik materyalist bir anlam teorisi, beden-zihin ikiliğini aşmaya yönelen bir marksist metafizik geliştiriyor. diyalektik materyalist doğa felsefesinin burada savunulan özgün sunumunun, içinde yaşadığımız çağın fizik ve biyoloji bilgileriyle çelişmeyen metafizik ufku olduğu tezini ileri sürüyor. klasik sistem felsefelerine artık ihtiyaç kalmadığı yolundaki yaygın kanaate karşı güçlü bir itiraz niteliğindeki bu çığır açıcı kitap, tam da böyle bir sistem kurma yönünde atılmış bir adım olarak okunmalı. (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. “‘düşünüyorum’ olgusalı anlamda yanlış bir öncüldür; çünkü düşünce bir edim (act) değil, bir olay; "ben" dediğim biyolojik olayın beyninde geçen daha kısmi bir biyolojik olaydır. o halde hiç kimse düşünmez. düşünce, diğer doğa olayları gibi edimsel öznesi olmayan bir biyolojik doğa olayıdır; hepsi bu. demek ki düşünmüyorum; düşünce olayı "ben" olayında meydana geliyor. tıpkı kalbimin çarpması ya da böbreklerimin kanımdaki bazı molekülleri süzmesi kısmi olaylarında olduğu gibi düşünce olayı da "ben"de, yani beynimde oluyor. o halde düşüncemin ardında düşüncemi yapan bir edimsel özne, aşkın bir ben yok. düşüncem ben onu yaptığım için değil, biyolojik bedenim olarak ben' de gerçekleştiği için içerdiğim bir şey yalnızca. tıpkı böbreğimde gerçekleşen bir olayı, örneğin böbrek taşımı içeriyor olduğum gibi, düşüncemi de içeriyorum.”

    “voltaire’in ironik bir konformizmle söylediği “tanrı olmasaydı bile onu yaratmamız gerekirdi” cümlesini andırır biçimde şöyle de söylenebilir: insanlar edimsel özneler olmasa bile, sosyokültürel örgütlenmelerin oluşabilmesi, dolayısıyla türün yaşamda kalabilmesi için folk psikolojinin onları özne olduklarına inandırması, kendileriyle ilgili böyle düşünceler taşımalarını sağlaması, lacancı bir ifadeyle söylersek onları birer “özne” olarak kurması gerekirdi.”
    sezgi
  2. Saffet Murat Tura’nın Madde ve Mana’sı, türkçede materyalizm adına üretilmiş en cür’etli çalışmalardan biri. Hatta kapsamı itibarîyle tek örneği. Materyalizm savunucuları için olduğu kadar, karşıtları açısından da –hayli yukarı çekilmiş- bir sınır çizgisi söz konusu. Kısa bir tanıtımla kitabın bahsini açayım, içerdiği tartışmalara zamanla dönmek üzere bir işaret olsun. Madde ve Mana, kişisel bir anlam arayışının, Tura’nın ifadesiyle “bu dünyada yaşayan ve ne olduğunu anlamaya çalışan bir varlık olmamdan kaynaklanan tasalarıma yanıt aramaya çalışırken” katedilen yolculuğun uğraklarından biri olmasıyla dikkat çekici.

    Heidegger’in “varlık soruşturması” gibi Saffet Murat Tura’da madde ve manaya dair –bir “anlam sorunu” olarak- düşünme girişiminde bulunuyor; düşünmeleri bambaşka yönelimlerin sonucu olsa da. Madde ve Mana’nın anlam sorunu dolayımında öne sürdüğü önermeler toplamının elbette bir tür “Heidegger yorumu” olarak düşülmemesi gerek; bilim’i ve metafizik’a anlama biçimleri, felsefe yapma biçimleri tamamen başka saiklerle mükellef. Yine de ontolojik alanın önemi, ne’lik sorusunun “metafizik” içerimleri, “açıklama” ve “anlama” arasıdaki ayrımlar üzerinden Tura’nın Heidegger’e yönelik ilgisini anlayabilir ve Heidegger’le ilişkisini düşünebiliriz. Daha temelde, kartezyen felsefe yönelik hesaplaşma arzusu, bir ortak payda olarak kaydedilebilir. Temel bir ayrımı göz ardı etmeden yine; Heidegger’in kartezyen felsefeye yönelttiği sorgulama Batı metafiziğinin açığa çıkarılmasıyla ve bu metafiziğin sonunun açık kılınmasıyla ilgiliydi, Tura’nın girişimiyse metafiziğe dönmek ve bilimle ilişkili olarak bir “metafizik kurmak” yönünde. Tura‘nın, bir çok önemli noktada -yakınlığı ve uzaklığıyla- Heidegger felsefesiyle olan ilişkisini ifade etmeye çalışması şaşırtıcı değil yine de, çünkü ifade etmeye çalıştığım gibi karşıt yönlere gidiyor olsalar da Tura’nın “anlam arayışı” Heidegger’in açtığı felsefe alanına çok şey borçludur.

    “Heideggerci felsefi geleneğin söylediklerine, şöyle yorumlayarak katılıyorum; bilim (fizik) bize evrene ilişkin bazı açıklamalar sunabilir; ama bu bilgiler varlığı kavramımızı, anlamamızı sağlamaz; ontolojik tasalarımızı karşılamaz. Bilim tek başına temel insanı meraklarımızı, varoluşa ilişkin temel tasalarımızı karşılayamaz. Bu durum da felsefenin vazgeçemeyeceğimiz önemini vurgular.Ama buraya şunu da eklemek istiyorum: Bilim ciddiye alınmadan yapılan felsefe de ciddiye alınamaz.”(sf.34)

    “Bilim” ve “metafizik” arasındaki kadim karşıtlığı materyalizm zemininde aşmaya yönelen bir “felsefe” çalışmasıdır Madde ve Mana. Tabii bunu yaparken de bilim’i ve metafizik’i yeniden düşünmek, tanımlamak, ayrımlar geliştirmek gerekiyor. Tura’nın materyalist bir metafizik-felsefe iddiasıyla öne sürdügü kavramlar ve kullandığı terminolojinin ne denli bu gerekliliği karşılayabildiği, ne denli geliştirmek istediği sistematik açısından ikna edici olduğu tartışmaya açık. Ancak, şuna dikkat etmeli; buradaki “aşma” girişimi bilimi metafizikleştirme ya da metafiziği bilimleştirme yönünde değil de, bilimsel teorilerin sınırında başlayan varoluşsal soru(n)ların birlikte –ya da öyle denebilirse “bütünsellik” halinde- düşünülmesidir daha çok. Cür’etine denk bir birikim ve kavrayış gücü olası sorunlarıyla birlikte kitabın her noktasında hissediliyor bu bakımdan. Temel tezlerinin (“maddi bir olay olarak mana” ya da “materyalist metafizik”) ve argümalarının (“öznesizlik”, “naturalist hermenuitik”, “dil dışı anlam”, “maksada ugunluk olarak rasyonalite”, “öznel deneyim”, “normatif doğa” vb.) doğruluğu yanlışlığından öte, gündeme getirdiği sorular ve felsefi materyalizm adına kalkıştığı düşünme iddiasıyla bile kendi başına önemsenmeyi hak ediyor çalışma.

    Bunu, felsefi materyalizmin felsefe tarihi içindeki güç konumundan hareketle dahi kabul edebiliriz. Üstelik, “materyalist bir metafizik” kurma iddiası söz konusuyken. Dolayısıyla, materyalizme yönelik tartışmaların çorak topraklarında, materyalist felsefeye ‘özgül’ bir katkı sayılabilir eser. “Metafizik yasağı”na yöneltiği itirazın yanı sıra “bilimi ciddiye alma” iddiasıyla da, pek çok tartışmayı beraberinde getiriyor. Beden-zihin, madde-ruh, doğa-akıl ikiliğini materyalizm lehine çözmeye yönelirken Tura, “hem klasik metafiziğin perspektifini hem de çağdaş zihin felsefesinin tartışmalarını tek bir sorunsal etrafında birleştirerek” ele almayı deniyor. Çalışmanın bu özgül bağlamı aynı zamanda bir felsefe sorunu olarak gündeme geldiği yönüdür. Metafizik ile bilim arasında bir “bireşim” kurmayı hedefleyen proje, tam da bu nedenle şu ya da bu yöndeki tekil önermeleriyle değil bir proje olarak bütünlüğü açısından felsefi bir soruna dönüşüyor.

    Maddi bir olay olarak mana, doğa bilimi çerçevesinde ele alınıp açıklanabilir bir fenomen olarak insan düşüncesi, tutarlı bir materyalizm açısından anlaşılır önermeler. Her şeyin madde olduğunun söylenmesine uygun olarak, doğanın da kendi içinde bir fenomen olarak anlaşılmasının mümkün olduğunu öne sürerek tamamlanıyor önerme bir genellik halinde. Öyle anlaşılıyor ki Tura, Spinoza gibi “Tanrı ya da Doğa” demek yerine, idealizmin Tanrı’ya ya da tanrısallık’a atfettiği metafizik’i bir anlam sorunu olarak doğanın içine yerleştirerek materyalizm alanına dahil ediyor. Böylece “bütünlük”lü bir materyalizme ulaşmayı düşünüyor. Bu ontolojik tez, Tura’nın kitabındaki materyalizm anlayışının tamamını oluşturuyor bu bakımdan. “Her şey maddedir” önermesi, gerçekten her şeyi açıklamanın odağına yerleştikçe metafizik bir güç kazanmaya başlıyor. Ama bunun yerindeliği felsefi bir sorun olarak tartışmaya açık yine de. Anlam ya da mana’nın maddi olmayan bir doğaüstü ya da aşkınlıkla ilişkisine dayanan düşünce sistemleri metafizikle hemhaldirler, Tura bu bağı kesmek niyetinde. “Diyalektik materyalist anlam teorisi”, beden-zihin ikiliğini “ontolojik materyalizm” ile aşmaya yönelerek, kabaca mana’yı madde’ye yedirerek, “marksist bir metafizik” iddiasıyla yapılandırılıyor kitap boyunca. Yaşadığımız çağın fizik ve biyoloji bilgileriyle uyumlu olan bir metafizik. İddianın ve sorunun başladığı yer de dolayısıyla bu “yapılandırma”nın kendisi. Ontolojik düzlemde bulunan çözüm çünkü hala düşünmenin ne’liğini bir soru olmaktan çıkarabilmiş değil, aksine her şeyin madde olduğu açıklamasının öncesinde olduğu gibi eşiğinde ve sonrasında da asıl olarak soruyla karşılaşıyoruz.

    Tura’nın uzun zamandır bu izleri takip ettiği, kendi içinde süregelen bir tartışmada yol alarak Madde ve Mana’ya ulaştığı az çok biliniyor olmalı. ” ‘Ağır Sorun’ ve Yapay Zeka” (Virgül dergisi 46.sayı, 2001) başlıklı yazısından başlayarak izlenebilir bu arayış. Henüz arayış halindedir Tura bu dönem yazılarında, “metafizik” kendini gösterir ama adlı adınca bir sistematikle adlandırılmaz. Daha çok, bilincin neliğine, yapay zekaya, epifenomenalizme, öznel deneyimle ilgili tartışmalar yürütülür. Materyalizmden daha çok bilim’e yönelik ilgi dikkat çekicidir. “Bilinçbilim” ve “zihin felsefesi” tartışmalarının ortaya koyduğu “ağır sorun”un farkında olarak, “belki bir gün bana da küçük bir katkıda bulunma imkanı doğar diye umutlar besliyorum” demektedir bu yazıda Tura. Daha sonra, sanırım yine aynı yıl, Defter dergisinde (42 ve 43. Sayılar) iki bölüm halinde çıkan “Dilsel Cemaat ve Evrensel Özne” başlıklı yazıları da hatırlanabilir.”Duyu organlarını uyaran fiziksel enerji ile iç dünyamızda oluşan öznel deneyim arasında hiçbir zorunlu ilişki yoktu”r önermesi üzerinden yürüyen sorgulama, aynı tartışmanın genişletilmesi ve derinleştirilmesi sayılır. Bu yazılar, ilgilisi için, Tura’nın bilim ve felsefeye yöneliş hikayesini anlamak ve Madde ve Mana’ya gelene kadar ki –bazı noktalarda farklılaşan- yolun bir kısmını görmek bakımından yararlı olacaktır.

    Madde ve Mana’ya gelindiğinde Saffet Murat Tura’nın niyetlendiği “mütevazi katkısını” hakkıyla yerine getirdiğini teslim etmek gerek. İtiraz noktalarını ve tartışma hakkını saklı tutarak. Bilim olarak sahiplenilen “naif gerçekçi köktencilik” Madde ve Mana‘da metafizikle ilişkilendirilmiş sistematik-bütünsel bir düşüncenin parçasıdır. Anlamın dilsellikle sınırlandırılmasına itiraz eden temel bir tez –ya da karşı tez- üzerine yükselir Tura’nın çalışması başından itibaren. “Rasyonalitenin kökeni” arayışı da, bir bakıma bu tezle ilişkilidir. Anlamın dilsellikle sınrılandırılamayacak oluşu gibi, rasyonalite de düşünümsellikle sınırlandırılamaz.Bu noktadan itibaren, rasyonaliteyi “kapalı bir sistem olarak doğa”nın kendi içinde açıklanabilir bir unsuru olarak alan –alınması gerektiğini savunan- Tura, bilimin(fizik’in) bilinç, farkındalık, anlama gibi açıklamakta yetersiz kaldığı noktaları belirterek “felsefi anlamda bir metafizik araştırmanın gerekleri”ni bilimle uyumlu bir felsefi arayış içinde gerekçelendirerek yerine getirmeye yöneliyor. Önerilen materyalist metafiziği, kısaca ve kabaca böyle ifade edilebiliriz sanıyorum.

    “Bilimi ciddiye almak” sözüne yeniden dönebiliriz bu noktada. Yine akla Heidegger’in gelmesi mümkün. Çünkü, Heideggerci anlamda “felsefenin sonu”, bilimlerin sektörlerine ayrılışıyla açığa çıkan felsefenin “yasal tamamlanışı”dır asıl olarak ve burası aynı zamanda metafiziğe karşı “düşünme görevi”nin başladığı yerdir. Heidegger’den başka olarak Tura “düşünmenin görevi”ni bilimi işin içine katarak bir “metafiziğe dönüş” halinde gündeme getiriyor. Oysa, bilimi ciddiye alma sözü basitçe, felsefi sorunları düşürken bilimin verilerini göz ardı etmeme meselesi olarak öne sürülemez. Bu yanıyla bilimi ciddiye almak elbette kabul edilebilir, kabul edilmelidir, ama sorun da zaten ciddiye alınan bilimin açıklamalarının yetersiz kaldığı “sınıra” ilişkindir. Heidegger’in “bilim düşünmez” dediği kışkırtıcı önerme açısından alındığında varlığın neliği, varoluşumuzun anlamının neliği türünde sorunlar için öncelikle bilimi ciddiye almanın yolu bilimsel açıklamanın sınırının kabulüyle birlikte mümkün olabilir. Bu açıdan Tura’nın “felsefi metafizik araştırması”, bilimi ciddiye alma biçimiyle verimli bir tartışma alanı açıyorsa da felsefi olarak kurmak istediği “bütünsellik“ bağlamında ciddi bir sorun oluşturuyor. Bilimi ciddiye alan bir felsefe iddiası bilim ile felsefe arasındaki sınır sorunu açısından teorik bir hile yapılmayacaksa öylece bırakılamaz ya da geçiştirelemez çünkü.

    Materyalizm, “her şey maddedir” ile açıklanıyor; kapsayıcı ve bütünleşik, epistemolojik olanı ontolojik olan ile birleştiren, dolayısıyla “ontolojik materyalizm”- “epistemolojik materyalizm” ayrımını da ortadan kaldıran bir argüman halinde. Bilim ile metafizik arasındaki engeli aşmaya çalışan doğabilimsel bir felsefe, daha doğrusu Tura’nın ifadesiyle, bir “metafizik doğa felsefesi”dir hedeflenen. “Akıllı tasarım”ın karşısına, kendi içinde açıklanabilir doğada temellendirilen bir “nesnel tasarım” argümanı çıkarılıyor. Metafizik yön değiiştiriyor burada, ama teolojik özü itibariyle aynı kalıyor, Tanrı’nın yerini Madde alıyor. Evrim teorisinin metafizik boyutu üstlenilerek tartışmaya sokuluyor, bu yanıyla Tura’nın çabası tutarsı değil ama tutarlılık da metafizik sorununu sorgulamak açısından bir dayanak oluşturmuyor. Rasyonalite, buna göre tasarım’ın nesnel (öznesiz) bicimidir ve “maddi bir olay olarak” doğanın kendi içinde gerçekleşir; bu, metafizik doğa bilimi anlayışının –kabaca- ifadesidir. “Doğadaki rasyonalite ve mananın kökeni doğadır. Bu doğanın kendi içinde açıklanabilir olduğu varsayımını destekler. Bu öznesiz evrim sürecinin insan beyninin düşünsel rasyonalitesine ulaştığını göreceğiz kitapta”(sf.38)

    Görüyor muyuz bunu ya da dahası, bunu görsek bile “metafizik sorunu”nu orada öylece bırakabiliyor muyuz, bırakılabilir mi, buraya bir soru işareti koymak yerinde olur geçmeden.

    Mananın maddi olduğunu söylemekten başka maddenin mana içerdiğini söyleyerek, “diyalektik materyalizm insanlığın metafizik ufkudur” cümlesinde buluyor bu hedef karşılığını. Bu cümlenin materyalistleri mi, metafizikcileri mi daha fazla huzursuz edeceğini kestirmek zor, ancak klasik felsefenin her iki yönüne birden müdahale edildiğini belirtmek yerinde olur. Çift yönlü bir müdahale; hem materyalizm alanına, hem de metafiziğe. Aşkın sorular olarak metafizik “bir aşkınlık tasarımı”ndan çıkarılarak doğada temellendirilen bir içkinlik tasarımına dönüştürüldüğünü görüyoruz. Metafizik, burada, “mananın kökeninin doğa olması” gibi, “doğanın kendi içinde açıklanabilir olduğu” önermesiyle birleştirilerek -bilimsel- felsefi bir bağlama oturtuluyor. Felsefe, bilimle metafiziğin birleşme/birleştirilme sahnesine dönüşüyor.

    Materyalizm yönünden ise asıl muhatap sanıyorum öncelikle “marksist mateyalizm”dir. “Diyalektik materyalizm”in bir isim benzerliği ya da uzak akrabalık olarak belirtilmesi önemli değil; felsefi materyalizmin bir türevi olarak “marksist materyalizm”, Tura’nın kendi anladığı biçimiyle düşüncesinin karşılık bulduğu zemini oluşturuyor. Bu yanıyla Engels’in Doğanın Diyalektiği’nden ne kadar uzak olsa da, aslında orada da “her şey maddedir” önermesinin bir “metafizik” olarak işlediğini söyleyebiliriz. Ayrıca bilimin son bulgularını ciddiye alan –doğru ya da yanlış anlaşılmış olsun farketmez- bir felsefe cabası da benzer şekilde işler. Temel fark marksist materyalizmin kurucu metinlerinde ve sonrasında metafizik’in altedilişinin teorik-politik bir önerme olarak yer almasıdır. Hegel sistemindeki metafizik’i alt etmektir daha çok kastedilen, diyalektik Hegel’in nesnel idealizminden kurtarılmış ve materyalist bir temele oturtulmuştur. Tura’nın metafiziğe dönüşü, bu anlamıyla marksist materyalizme bir müdahale sayılabilir. Bunu, materyalizm ve marksizm karşıtlarının değil yalnızca, marksistlerin de marksizmi materyalizm sorunu bağlamında “yeniden okuma” çağrısı olarak kaydedebiliriz. “Marksizmden umudu kesmek insanlıktan umudu kesmektir” diyen Tura, “tüm insani ilgilerimizin temelinde metafizik sorular yer alır” diye ekliyor ve “Bu kitap bilinçli ve kararlı bir şekilde metafiziğe dönmek ve çağımızın metafizik ufkunun diyalektik materyalizm olduğunu göstermek için yazılmıştır” diyerek tamamlıyor sözünü. Madde ve Mana, olası tüm sorunlarıyla birlikte, bu açıdan, materyalizm karşıtlarının ve savunucularının nezdinde yürüttüğü ve dolaylı olarak çağırdığı tartışmalarıyla başlı başına önemli bir eşik oluşturmuştur diyebiliriz.

    Kitaba kaynaklık eden “tasalardan” ve bizi „dünyayı atılmış çaresiz varlıklar olmaktan kurtaracak olan farkındalık”tan söz edilişi üzerinde ayrıca durmak da yerinde olur sanıyorum bitirmeden. Madde ve Mana’nın en önemli meselesidir „öznel deneyim“ sorunu ve bu tam da tasalarımızdan, farkındalıklardan söz ettiğimizde ortaya çıkan bir meseledir. Öznel deneyim, genel olarak zihin fenomeniyle ilişkili ve zihne atıf yaparak açıklanan bir konu olagelmiştir felsefe tarihinde. Bütün idealizmin ve klasik metafiziğin çıkış noktasıdır bu anlamıyla zihin; felsefe tarihine hükmeden de bu olmuştur.

    Tura‘nın, “öznel deneyim meselesi olmasaydı bilim insanlarının ve materyalistlerin kendilerini daha iyi hissedeceğini” itiraf ederek konuya yaklaşması, materyalizm açısından sorunun ağırlığına işaret ediyor. “Ontolojik materyalizm” zihin kavramını reddetmek ve düşüncenin maddiliğini savunmak durumunda, ama ontolojik düzlemde kalarak daha fazla nasıl yol alınacağı bir sorun olarak beliriyor tam da bu noktada. Tura, “öznel deneyimin maddi bir doğa olayı” oluşunda ısrar ediyor elbette, ancak bu “ağır sorun”un karşılanması için izlediği strateji, bizzat ortada bir sorun olduğunu duyurmak açısından işe yarıyor daha çok. “Öznel deneyimin maddi bir doğa olayı olabileceğini göstermeye çalışmak” ya da “öznel deneyimler hakkında doğabilimsel açıklamanın mümkünlüğünü göstererek” zihinselci modellerin çökmesini sağlamaya yönemek şeklinde ki bu strateji anlamlı bir tartışma olarak kabul edilebilir elbette. Ancak, ontolojik materyalizm, ya da materyalist metafizik, bir mantık tartışması zemininde durmayacaksa, yeterli görünmüyor.

    “Öznel deneyim” doğa bilimsel bir olay olarak açıklandığında bile, yine de “tasalanmak”tan, “farkındalık”tan bir soru(n) olarak söz ediyor olmanın anlamı soruşturulabilir. “Düşünme bir beyin olayıdır” dediğimizde tıpkı hala düşünme nedir sorusunun düşünülmemiş olarak kalması gibi. Varlıkta bir “kıpı” olarak bizler, “uzun erimli başka bir hareketin parçası olarak zamandaki konumumuzu alıyor” olabiliriz, ancak bu konumun “farkında olmak” ve bununla beliren “tasalara kapılmak” -yine de- ne demektir? Düşüncenin maddi bir beyin olayı olduğunu söyledikten sonra süregiden tasalanmanın anlamı nedir? Kitabın sonunda başa dönerek “insanın varlığının anlamı”nı yeniden düşünmek zorunda olduğumuz bir soru-nmuş gibi görünüyor bunlar. Anlam arayışı ister istemez metafiziğin sınırlarına götüyor düşünceyi, metafizik bu anlamıyla tüketilemez soruların kaynağı gibi alınabilir, ancak bir düşünüş biçimi olarak metafizik aynı zamanda sorunun kendisi anlamına da geliyor.

    Oruç Aruoba’nın Defter dergisindeki yazılar dolayısıyla Tura’ya yönelik bir eleştirisini yeni okudum (“Heidegger, Adam, Dönüş”, Defter dergisi 44. sayı). Tek tek noktalar açısından alınmayıp “metafizik” iddiası nedeniyle sorgulanıyor Tura’nın yaklaşımı ve “bir daha düşünelim” diye bitiriyor yazısını Aruoba. Tura’nın Madde ve Mana’ya bir daha ve bir daha düşünerek vardığını veri alırsak, metafizik hakkındaki bu tartışmasının kendi başına önemi olduğunu kaydedebiliriz. Aruoba’nın yeniden söz alması ilginç olacaktır bu meselede; kitabın yekününü değerlendirmek bakımından önemli sonuçlar çıkacaktır diye düşünüyorum bundan. Bir de, bir muhabbette denildiği gibi, Ulus Baker yaşasaydı da Spinoza’dan Deleuze’e uzanan bir yol üzerinden açsaydı materyalizm bahsini bize, ne güzel olurdu.

    Madde ve Mana‘nın yayınlandıktan sonra ne türden tepkiler aldığını ve hangi tartışmalara kaynaklık ettiğini bilmiyorum; bir tartışma yürüdüyse de takip edemedim. Kitaptaki tezlerin bir kısmı Baykuş felsefe dergisinde daha önce yayınlanmış, belki orada süregelen bir tartışma vardır. İnternet ortamında da kitap hakkında bulabileceğimiz bir şey görünmüyor. Tolga’nın iki yazısına bakılabilir: “Madde ve Mana’ya dair -I” ve “Madde ve Mana’ya dair –II“. Bu tanıtım yazısının kitaba dair yeterliliğinden şüpheliyim, Wittgenstein bahsine -ki kitabın Descartes’dan sonra en önemli hesaplaşma girişimi ona yönelik- hiç girmemişim bile, ama kabaca doğru yönlerden işaretler koymuş olmayı umuyorum. Olası tartışmalara yeniden dönmek, mümkün olur umarım.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/