• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.86)
mia aioniotita kai mia mera - theodoros angelopoulos
selanik'te yağmurlu bir gün... ünlü bir yazar olan alexander, amansız bir hastalığa yakalanmıştır. karısından, 30 yıl önceki bir yaz gününü anlatan bir mektup alan alexander için bütün yaşamını geçirdiği sahil kenarındaki evini terk etmenin vakti gelmiştir. ve sonunda geçmişinin ve şimdiki hayatının karışmış olduğu ilginç bir geziye çıkar. o güzel, mutlu dakikaları tekrar yaşayabilmek için... belki bir günün içinde belki de bir sonsuzluğun... bu yolculuğun içinde karşısına çıkan beklenmedik kişiler ise 'bugün'ün getirdiği sürprizler olarak hayatının son anlarında yer edecektir. (kaynak: sinemalar.com)


  1. yönetmeni theodoros angelopoulos'a cannes'da altın palmiye kazandıran, 1998 yapımı büyüleyici bir film. diğer bütün angelopoulos filmleri gibi bu da bir arayış içinde sokaklarda, yollarda geçer. eleni karaindrou imzalı müzikleri ise en az filmin kendisi gibi benzersizdir.
  2. 1998 yapımı, eleni karaindrou’ nun müziğini yaptığı bir iç hesaplaşma filmi...
    türkçeye ''sonsuzluk ve birgün'' olarak çevrilmiş ve çok da doğru yapılmıştır...

    -yarın ne kadar sürer alexander?
    -sonsuzluk ve bir gün kadar...
  3. angelopoulos sinemasına giriş amaçlı izlediğim ve aşık olduğum film oldu, sonsuzluk ve bir gün. adının şiirselliğini destekleyen dopdolu ve etkileyici bir anlatımı var. angelopoulos'un kameraya kullanımı ve anlatı dili oldukça kendine has, öyle beğendim ki "bir film çeksem tam da böyle çekmek isterdim" dedirtti bana. klasik hollywood sineması aksine çok çok az sayıda sekans kullanıyor angelopulos, ortalama bir filmde binleri bulan sayı onun sinemasında 80-130 arasında dolanıyor. filmi izlemek neredeyse bir fotoğrafı izlemek gibi, kamera kullanımı ustaca ve izleyeni filme çekerek hikayeyi interaktif bir düzeye taşıyor. kendisi de "uzun sekanslar çok daha özgür bir alanı mümkün kılıyor. bu şekilde seyirciyi sahneyi analiz etmeye ve önemli ayrıntıları fark etmeye davet ediyorum" diyerek açıklıyor bu tutumunu. zannımca bu teknik sinematografinin büyüleyiciliğini daha da görünür hale getiriyor ve sahnelere bir tablo estetiği kazandırıyor.

    hikayeye gelecek olursak, yaşlı ve hasta bir yazar ve küçük bir göçmen çocuğun birlikte geçirdiği 1 günün üzerinden yaşamı (ya da yaşayamamayı) sorguluyoruz. yönetmen bunu yaparken döneminin siyasi ve sosyal vaziyetini ve ülkesinin tarihini de hikayeye ustaca yedirmiş. kim bilir belki de alexander'ın iç hesaplaşmaları bir noktada angelopoulos'un kendi hesaplaşmalarının yansımasıdır.
    film içerisinde ayrıca çok etkileyici bulduğum bir nokta küçük çocuğun alexander'a bulup getirdiği "kelimeler" oldu. aldığım bir sinema dersinde hocam bu kelimelerin angelopoulos sinemasının genel temalarını çok iyi yansıttığını söyleyerek anlamlarından bahsetmişti.
    kelimelerin orijinallerini maalesef bulamadım ama anlamları aşağı yukarı şu şekildeymiş:
    "fiziksel rahatlık/huzurlu olma hali"
    "her yerde yabancı hissetme/hiçbir yere ait olamama hissi"
    "gecenin çok geç bir vakti"
    tüm bunlar tam da alexander'ın hissiyatını anlatan kelimeler. belki de biraz ileri giderek evrensel olduğunu da söyleyebiliriz. özellikle yabancılık hissiyatı ve gecenin geç bir vaktiyle ifade edilen hayatta her şeye geç kalmışlık hissi (alexander annesi ve eşiyle konuşmalarında çok iyi ifade ediyor bunu).


    edit: kelimeler sırasıyla şu şekildeymiş efenim: korfulamu, xenitis, argathini.
  4. filmde gerçekten bir gün sonsuzluk kadar sürmektedir. angelopoulos filmin akışı içerisine tarihi, sanatsal, felsefi, toplumsal bir dizi katmanı sokmayı başarırken bunu sınırlandırmayan bir teknik kullanıyor. izleyici filmde sunulanı rahatlıkla her yöne çekiştirebilir. film süresince sadece film izlemiyorsunuz aynı zamanda film sizi düşünsel anlamda aktif olmaya zorluyor. çok kez izlenmesi anlamlı filmlerden keza her izleyişte sahnelere yeni tanımlar getirmeniz mümkün.

    bir de elbette otobüs sahnesinden bahsetmek gerekir. 10 dakikaya yakın süren sahne tek başına kısa film olsaydı yine yukarıda yazdığım özellikleri taşırdı.
    worns
  5. izlediğim en iyi filmlerden biri. kelimeleri satın alan bir şair. ne tuhaf. insanın sadece ölüme yakınken anladığı şeyler var sanırım.
  6. eğer tanrı bir gün sinema nedir diye soracak olursa, ona "sonsuzluk ve bir gün"ü izlettireceğim.
  7. en sevdiğim film.
    ''insan nasıl seçemez nasıl seveceğini?''

    ''son zamanlarda
    dünyayla tek bağlantım
    şu bilinmeyen, karşı pencere
    bana hep aynı müzikle karşılık veren yabancı.
    kim bu?
    nasıl biri?
    bir sabah, onu bulmaya çıkmıştım ama sonra bir daha düşündüm.
    belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir.
    benim gibi bir münzevî olabilir miydi?
    ya da belki küçük bir kız çocuğu okula gitmeden önce bilinmez bir oyun oynayan…
    etrafımı saran sessizlik..
    sessizlik!..
    her şey bizi kış gelmeden önce teknelerin gölgeleri üzerine vuran uykudaki güneşin aniden açmasını sağlayarak aşıkları dışarı uğratan
    riyakar baharın verdiği sözlere inanmaya itiyor.
    kış gelmeden önceki her şeye inanmaya itiyor.
    tek üzüntüm anna...
    ama acaba tek mi?''
  8. bu denli insanın içine işleyen bir film az bulunur. hüzünlü film yapmak kanaatimce basitlikten işin kolayına kaçmaktan başka birşey değildir. lakin dram yapmak yetenek ister. müziğin her girişiyle, her sahne değişimiyle, aktörün her yüz ifadesiyle insanın yüreğine dokunan bir film olmuş. emeği geçenlerin ellerine sağlık.

    akşam akşam ağzımıza da sıçtın bu da var tabi.
  9. sde
  10. ilk angelopoulos filmim ve sanırım en güzeli. bundan sonra izlediğim hiçbir angelopoulos filmi bunun kadar etkileyemedi. ahmet hamdi tanpınar izleyebilseydi eğer bu filmi en iyi on film listesine mutlaka alırdı.