1. b. russell, sorgulayan denemeler adlı eserinde milliyetçilik üzerine der ki, "bir komşunuz kendisinin sizden üstün olduğunu iddia etse ve biat beklese onu tımarhaneye kapatırsınız fakat bunu topyekün bir halk yaptığında arkasında binlercesini sürükler." onun deyimiyle üstünlük anlayışına bağlı bir milliyetçilik toplumsal delilikten başka bir şey değildir.
    421
  2. geleceği belirsiz bir dönemde ırkları bir güvenlik olarak gördüklerinden dolayı, ırka yönelik savunma mekanizması geliştirenlerin sığınağı. benedict anderson'un dediği gibi geçmişten gelen bir şeyle ilgili değil, yaklaşan gelecekle ilgilidir ırk. otokton bir kitle birtakım sert çeperler gerektirdiğinden de olabildiğince katı sınırlar ortaya çıkıyor düşüncede. bu düşünce ereksel olduğu kadar vulgar olmaya da mahkum. bu tip kabaca düşünüş diaspora ırk oluşturmaz demeye gider. şiddet de burada başlar zaten. sosyal antropolojinin insan bir ırkın üyesi olarak doğmaz kuralını bilmeyen ateşli savunucuları anlamsız geliyor dışarıdan bakan için. insan hakları ırksal haklardan önceliklidir diyen arendt okutulmalı.

    büyük kitlelerin kapıldığı bu düşünceyi de burada böyle iki satırla analiz edemeyiz elbette. herkes fikrini söylüyor. ama objektif olarak da milliyetçi olunabilir. ahlaki gücü kitleye dayandırmak da yanlış zannımca. yani kimi kitlelerce evet doğrudur deriz. ama genelleme yaparken yanlışlanamaz bilgi sunuyormuşçasına davranamayız. özellikle insanların şu görüşe sahip kişi adam değildir gibi söylemleri varken milliyetçisi de bireycisi de tehlikeli bir hal alıyor. nefret söylemine dönebiliyor her an her şey. dozunu iyi ayarlamak gerekiyor.
    ufak da bir not düşeyim milliyetçilikle feminizm hiçbir zaman barışamamıştır. bu yüzden kadın hakkı deyip bir yandan da milliyetçilik diyen insanı yadırgıyorum haliyle.
    sezgi
  3. milliyetçi değilim. ama milliyetçiliğe ve milliyetçilere düşmanlık edenlerden hiç değilim.

    milliyetçilik biliyorsunuz bir atatürk ilkesi. aynı atatürk ne mutlu türk'üm diyene sözünün sahibidir. dikkat edilirse mustafa kemal paşa ne mutlu türk olana dememiştir. deseydi ırkçılık denilebilirdi. demek ki milliyetçilik başka ırkçılık başka.

    ben bu milliyet meselesini ailelere benzetiyorum. herkes kendi ailesini sever. geleneklerine bağlıdır. onların soyadını taşır. ama tutup da bizim aile en üstün demez kimse. aile yerine millet olduğunu düşünün, bir şey değişmez. dolayısıyla milliyetçi olmakta bir sorun yok. ama benim ailem üstün diyen salak, ırkım üstün diyen ırkçıdır ve bunun üzerine başka söz söylemeye de gerek yoktur.

    bir de başkası ermeni'yim, rum'um, kürt'üm diyebilsin diye türkü'm diyememek (bkz: andımızın kaldırılması) nasıl bir saçmalık onu hiç anlamıyorum.

    son olarak dünya vatandaşlığı kasmayın arkadaşlar. nereli olduğunuzu unuttuysanız yurtdışına bir bilet alın, gidin dış hatlar terminaline hatırlatsınlar.
  4. milliyetçilik etkisini kaybetmeye başlayan bi kavram artık. her ne kadar hâlâ delice savunan bir kesim olsa da insanların bilinç düzeyi arttıkça milliyetçiliğin de aslında yetersiz ve birçok açıdan anlamsız olduğu iyiden iyiye benimsenmeye başladı. bi kere artık 18. yüzyıl değil, e fransa'da da yaşamıyoruz? -ki o dönemde yaşıyor olsaydık kesinlikle jakoben olurdum,desteklemediğim anlamına gelmesin ama zamanlar ve koşullar diyorum efenim- 21. yüzyılda bir ırk,lider,kan üstünlüğünü körü körüne savunmak gerçekten anlamsız.
    he kültür seversin,adettir,örftür saygı duyarım. ama sizin ırkınız ay şöyle kötü bizimki ay böyle güzel demek beş yaşındaki çocuğun kavga ettiği arkadaşına benim babam senin babanı döver demesi gibi bir şey. düşünün, insanlığı savunun, duyguları yok olmuş birer robot olmayın a dostlar!
  5. sınıf bilincinin yeterince gelişmediği az gelişmiş toplumlarda halkın gözünde prim yapan ideoloji. 19. yüzyılın başlarından itibaren özellikle ulus devletlerin oluştuğu dönemde ilerici bir misyonu olduğu inkar edilemez. ancak bu çağda artık işlevsizdir. eşitlik ve demokrasi taleplerinin önünde bir engeldir. kötü kılavuzdur. ve kılavuzu "kötü" olanın başı beladan kurtulmaz.
  6. atatürk ilkeleri'nden birisidir. kısaca millî benlik oluşturma ve bu benliğin bilinciyle hareket etme prensibi olarak özetleyebiliriz. millî benlikten kasıt ortak ulusal değerlerdir.

    türkiye'de türkçülük, turancılık, osmanlıcılık, faşizm, ırkçılık ve devletçilik gibi başka başka kavramlarla doğrudan karıştırılır veya dolaylı olarak birlikte anılır. atatürk ilkeleri'nden bir diğeri olan devletçilik ilkesi ile karıştırılması bile bu konuda ne denli ideoloji karmaşası içersinde bulunulduğunun bir göstergesidir...

    atatürk ilkeleri tıpkı bir yapbozun parçaları gibi birbirini tamamlayan farklı farklı prensiplerdir ve burada özellikle belirtmek isterim ki, atatürk, milliyetçilik (ulusçuluk) kavramını bir ideoloji olarak değil, bir "prensip" olarak ortaya koymuştur! (bkz: ideoloji nedir? prensip nedir?)

    milliyetçilik, iktisadî, bilimsel, hukuksal, sanatsal, yazınsal, vesair hemen her alanda kendi ulusal ürünlerini ortaya koymayı ve buna önem vermeyi, sahip çıkmayı öğütler. ve burada kendi millî değerlerine sahip çıkmak, demek değildir ki başka ırklara, kültürlere ya da milletlere özgü değerleri aşağıla ya da bir kenara at.

    açıkçası işbu başlıkta daha önce yapılan yorumların birçoğunu dehşetler içersinde okudum!
  7. cüneyt ozansoy hocam bir derste andımızdan söz açıldığında şöyle demişti ırktan milliyetçilikten bağımsız : "bir çocuğun varlığı niye milletin varlığına armağan olsun ?" .milliyetçilik devletin insanları ölüme gönderirken kullandığı afyondur.bu yüzden ölümle ve şiddetle beslenir. ölümü kutsallaştırır .ama bu insanların anlayamadığı şey şu bu topraklar bizim değil , biz bu toprağa aitiz. insanı felakete sürükleyen şey , paranın icadından önce sınırların çizilmesiydi bana kalırsa. ve bir baska insan tarafından olusturulan bu sınırı insanın kendine kimlik edinmesi , bunu mutlak doğru kabul etmesi . temellendirilemeyen içi boş bir düşünceden ibarettir. (ben bu toprağa aidim , ilk cemre yüreğime bu topraklarda düştü başka yere gitmeye hiç niyetim yok .)
    bulut
  8. milliyetçilik 18. yüzyıldan sonra eskiyen din metaforunun boşluğunu doldurmak amacıyla geliştirilmiştir. bir halt yüzünden devlete itaat etmeniz gerekiyor, bu haltın bu aralar geçerli hali işte milliyetçilik. kültür ulusun üstüne çıktı ve giderek globalleşmekte. milliyetçilik dinden daha hızlı terkedilmeye başlanan bir ideoloji.
  9. Türk eğitim sisteminden geçip de milliyetçiliğe öyle veya böyle dokunmamış, menfi veya müspet milliyetçilikle ilişkiye geçmemiş bir insan görmedim. Bu eğitim sisteminden geçenler ya milliyetçi argümanları benimsiyor ya da karşı argümanlarla bir karşı milliyetçilikte kendi kimliğini ediniyor. Bu meseleye eleştirel yaklaşan çoğu yazar-çizerin Türkiye'deki yabancı menşeili okullardan çıkması çok da şaşırtıcı değil. Beni bu konuda özgürleştirense Hannah Arendt'tir, elbette Türkiye'nin son yıllarda yaşadıklarının herkeste bir kimlik sorgulamasına sebep olduğu bağlamı göz önünde bulundurmak gerekir.

    Yukarda aile ile millet arasında bir ilişki kurularak milliyetçilik ailemizi birlikte tutan bağ olarak bahsedilmiş. Böyle bir pas verdiği için cehaletim ezelden'e teşekkürlerimi sunar, meseleye Arendt'ten giriş yaparım. Bu tam olarak da modernitenin kendi yaptığı soyutlamayı zihinlerimizde somutlaştırmasıdır. Ne denli zor bir şeyden bahsediyorum tahmin edebilirsiniz, en azından hissedebilirsiniz. Bu somutlaştırma için ne travmalar gerekli. Bunun Osmanlı'daki versiyonu Balkan Savaşları. Nihal Atsız'a bakarsanız, bunu iliklerinize kadar hissedersiniz. İşte travmanın geri dönüşü olmayan bir şekilde zihinlerimizde toplumsal olarak somutlaşması. Halbuki antik dönemde -Osmanlı bunun en olgunlaşmış boyutlarındandır- kamusal ve şahsi olmak üzere iki tür alan vardır Arendt'e göre. Fakat moderniteyle birlikte bu iki alan arasında -daha önce olan alanlarla iç içe geçmek suretiyle sınırların da soyutlanmasına neden olarak- toplumsal alanın ortaya çıktığı görülür. İşte Afyon'da yaşayan bir Türk'ün dedeleri, yıllarca yan dükkanındaki Ermeni'yle komşuluk ilişkisi kurabilmişken kendisi onun malını mülkünü yağmalamakta beis görmemiş, Erzurum'da hiç görmediği bir Türk'e kendini -gitmese de görmese de- daha yakın hissedebilmiştir.

    Hannah Arendt'in Eichmann davası nedeniyle arasının açıldığı çok yakın arkadaşı Kurt Blumenfeld'e bu dava sürecini konu alan filmde söylediği sözler, aslında ne uğruna (vaatler uğruna) nelerden (elimizde olanlardan) vazgeçtiğimizi gösterir.

    !---- spoiler ----!

    K.B: Kendi halkına karşı hiç mi sevgin yok?
    H.A: Ama Kurt, beni tanıyorsun. Ben hiçbir zaman bir halkı sevemedim. Yahudileri neden seveyim ki? Ben yalnızca arkadaşlarımı severim.

    !---- spoiler ----!

    Bir trailer da koymadı demeyin!
  10. günümüzde bir kavramdan çok siyasal olarak algılanır. din ile birleştirildiğinde süper kafası vardır. bir ileri seviyesi faşistliktir dikkat etmek lazım.
    (bkz: günümüzde)
    tp1