• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.70)
müslüm - ketche, can ulkay
müslüm baba olarak bilinen müslüm gürses’in hayatını konu alan bir film.


  1. Mustafa Uslu'nun bir rivayete göre Müslüm Babanın vasiyetini ihlal ederek çektiği film. Ben de sanki bu yaşadıklarının bilinmesini istemediği için filminin çekilmesini istemediğini hatırlıyorum ama Muhterem Nur öyle bir vasiyetinin olmadığını söylüyor. Bilemedim.

    !---- spoiler ----!

    Film vizyona girdikten sonra en çok, baba Memo'nun küçük kızını öldürme sahnesi eleştirilmişti. Yapımcı, şu fotoğrafla kendini savunurken sonradan ortaya çıkan gerekçeli kararda sanık Mehmet Akbaş'ın iki çocuk babası olduğu ortaya çıkıyordu (zaten Müslüm'ün sonradan ölen bir erkek kardeşi de var, al sana iki çocuk). Tartışma konusu, ama Müslüm baba sağlığında da bu konuyu hiç açmadığı için gerçekler hiç bilinmiyordu. Nitekim mahkeme kayıtları ortaya çıkana kadar cinayetin nasıl olduğunu bile bilmezdik, "Adana Taşköprüde döverek öldürmüş" veya "tüfekle vurmuş" gibi varyantlarını da duydum ben. Muhtemelen kız çocuğu daha önce ölmüştü ki, karakolda ifade verirken Mehmet Akbaş "iki çocuk babası" olduğunu söylemiş.

    Filmde Müslüm'ün Muhterem anaya şiddet uyguladığı sahneler de epey eleştirilmişti. Evet; dayakçı ve agresif bir babayla büyüdüğü için mi bilmem, babanın kendisi de özellikle alkollüyken Muhterem Nur'u dövüyordu. Muhterem Nur da travmatik bir geçmişe sahip olduğu için midir bilmem (öz anne babasını hiç tanımamış, 13 yaşında tecavüze uğramış, sinemaya girince de itilip kakılmasın saygı görsün diye adını Muhterem yapmış) bu duruma pek ses çıkarmıyordu, Baba'nın ölümünden sonra yazdığı anılarında da biraz övünerek bahsetmişti. Ha, her şeye rağmen severlerdi birbirlerini o ayrı (paradoks).

    !---- spoiler ----!

    Son olarak, baba Mehmet Akbaş için filmde hamallık yaptığı söylense de gerçekte Adana Hürriyet Mahallesi'nde çaycılık yaptığını hatırlıyorum. Hapisten çıktıktan sonra Urfa'ya yerleşmiş ve orada da çaycılık yapmaya devam etmişti. Son zamanlarında bir magazin figürü idi, Ebru Gündeş'in babası gibi paparazzilerce sık sık bilgisine başvurulur, "avradı vurdum, dokuz sene yatıp çıktım" diye anlatırken Müslüm için "beni hiç arayıp sormuyor, öyle bir oğlum yok" der ve filme göre ölümüne sebep olduğu küçük oğlu Ahmet için (bunun da aslı belirsiz, kan davasında öldü diyen de var solcu diye vuruldu diyen de) gözyaşı dökerdi.
  2. türk sinemasının ortalama seyircisinin zevkine fazlaca uydurulmuş, belli ki "seyreltilmiş" bir yaşam öyküsünün anlatıldığı 2018 yapımı film. bana mahsun kırmızıgül'ün yönetmen koltuğunda olduğu -teaserlar dahil- filmleri anımsattı. geniş geniş açılar, tee gökyüzünden yapılmış "kameranıza sağlık" dedirten çekimler, camili tarlalı şehir manzaraları, ordan oraya can havliyle koşuşturan sevimli çocuklar... tıpkı onun filmleri gibi oldukça hüzünlü, gözleri de yaş ile dolduran türden.

    kötü bir film değil, epeyce emek verildi çok açık. ama müslüm gürses olmak da, onun şarkılarını söylemek de; onun dinleyicisini, dinleyicisiyle olan temasını anlatmak da çok zor işler. öyle kolayca altından kalkılamıyor belli ki.

    müslüm gürses'in sesinden iki kuple bir şey dinletmemeleri büyük bir kayıp, filmin tırmanacağı noktalarda müslüm gürses'e hayat veren timuçin esen'in sesi -doğal olarak-yetersiz kalıyor. müslüm gürses'in yerinin doldurulmazlığının da açık bir ifadesi olacak şekilde kendi sesine yer verilmeliydi kanısındayım.

    illa da sinemada izlenecek bir film değil, bir ara izlenebilir fikrindeyim. trailer
  3. oyunculuk performansları açısından sinemamıza katkı sağladığını iddia edebilme şansımız bulunan bir filmdi; ancak müslüm baba'nın şarkılarını duyma hasreti çekmemize neden olmasınıysa aşırı itici buldum. filmi izlerken sıktım karanlıktaki yumruğumu ve "ayıp etmişler" dedim. yorumları okuduğumda bu noktada yalnız olmadığımı görmek de güzel. müslüm baba'nın orijinal sesine dair bir özlem oluşturacak denli bir yadsıma eylemiyle karşı karşıya kaldık. ilk kısımlarını daha çok beğendim bu yönden. daha samimi buldum.


    "‘Müslüm’ var, ‘Baba’ yok!" isimli yetkin bir analiz yazısını da aşağıda nakledeyim:

    "

    Bu hafta gösterime giren ve büyük ilgi görmeye aday “Müslüm” filminin afişi bir bakıma filmin de özeti gibi duruyor. Şöyle ki, afişte büyük puntolarla “Müslüm” yazısı dikkat çekiyor. Bu yazının sağ alt köşesinde ise belli belirsiz “Baba” ibaresi konulmuş. Filmin durumu da tıpkı bu afişteki gibi. Yani filmde “Müslüm” var, fakat “Baba” yok!

    Müslüm Gürses, hiç kuşku yok ki Türkiye müzik tarihinin en önemli isimleri arasında. Yalnızca yaptığı müziğin bir döneme damga vurması nedeniyle değil, aynı zamanda o dönemi anlamamızda önemli bir figür olduğu için de. Ayrıca hayat hikayesiyle de çok özel birisi olduğu kesin. Büyük bir yoksulluğun içine doğduğu Urfa’nın ardından ailesinin Adana’ya taşınması, annesi ve henüz bebek olan kız kardeşinin babası tarafından öldürülmesi, erkek kardeşinin başına gelenler, geçirdiği trafik kazasının ardından öldü denilerek morga bırakılması, yeniden hayata dönüş, kendisini sıfırdan kurması, kurdukça yeniden yıkması, yıktıkça yeniden ayağa kalkması… Bir sinema filmi için bulunmaz nimet şüphesiz. Buna kendisi gibi zorlu bir hayatın içinden gelmiş Muhterem Nur ile yaşadıkları büyük aşkı da eklediğimizde ana akım sinema için önemli bir kaynak Müslüm Gürses’in hayatı.

    Öte yandan Müslüm Gürses bir sosyolojik durum aynı zamanda. Türkiye’nin ‘alt kültürü’nün kodlarını anlamamızda, 80 darbesinin yıkıntıları altında kalan en alttakilerin ona tutunacak bir dal gibi bakıp bir anda ‘Baba’ mertebesine yükseltmelerinin nedenlerini sorgulamamızda önemli bir isim. Müslüm Gürses’in üçüncü sınıf pavyonlardan çay bahçelerine, Gülhane’de on binlere verdiği konserlerden Harbiye Açıkhava’da dev bir orkestra eşliğinde orta-üst sınıflarca taltif edilmesine uzanan süreç Türkiye’nin de tarihi özetlerinden birisidir aynı zamanda.

    Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi’nin senaryosunu kaleme aldığı “Müslüm” filminin çekileceği duyurulduğunda merak da arttı haliyle. Senaryoda Hakan Günday imzasının yanında yönetmen koltuğunda ise ilgi gören ana akım işlere imza atan ve Ketche mahlasını kullanan Hakan Kırvavaç’ın oturacak olması da beklentileri yükselten etmenlerdendi. Ancak bir süre sonra Ketche’nin filmin büyük bölümünü çektikten sonra işi bıraktığı haberleri sızdı. Onun çekemediği sahneleri “Ayla” filminden tanıdık Can Ulkay tamamladı. Öncelikle ‘birlikte tasarlanmamış’ bu ikili yönetimin filmde kendisini belli ettiğini, ton, renk ve estetik farkının açıkça bariz hale geldiğini belirtmek gerekiyor.

    “Müslüm”, daha çok karakterin biyografik hikayesini takip ediyor. Çocukluk yıllarından başlayarak Halk evinde müzikle tanışmasına, küçük sahne deneyimlerinden Adana’dan çıkıp İstanbul’un yolunu tutmasına, şöhretle birlikte büyüyen çocukluk travmalarına, Muhterem Nur ile tanışıp büyük bir aşka yelken açmalarına uzanan bir hikaye bu. Süresini biraz uzun tutmasına rağmen filmin işin bu tarafını layıkıyla yerine getirdiğini söylemek gerek. Seyircinin bam teline dokunan bir hayat hikayesinin, efkârlı sesin arkasındaki acı dolu geçmişin izlerini film boyunca görmek mümkün. Bu bakımdan seyircinin ilgisine mazhar olacağını söylemek mümkün. Buna bir de farklı yönetmenlik tarzlarından kaynaklı olduğunu düşündüğüm kimi iniş çıkışlar yaşamasına rağmen Timuçin Esen’in etkili Müslüm Gürses oyununu da eklediğimizde filmin bir ayağı sapasağlam gösteriyor kendisini.

    Bir türlü yerine oturamayan ise ‘Müslüm’ fenomeninin diğer özellikleri. Karakterin barındırdığı malzemenin ana akım seyirciyi çekmek için oldukça bereketli olduğunu bilen filmin yaratıcılarının yalnızca bu özelliklere yüklenmeleri ‘ticari’ olarak anlaşılır bir durum. Ancak Müslüm Gürses’i “Baba” statüsüne yükselten sosyolojik arka planı filmde göremiyoruz. Gürses’in kendisini var eden kitle ile Gülhane konseri sahnesine kadar herhangi bir temasını görme fırsatımız da olmuyor. Gayet steril, ana akım sinema estetiğini uygun bir biçimde aydınlık, ferah feza mekanlarda geçen bir hikaye bu. Müslüm Gürses gibi bir ‘yeraltı’ figürünü bu kadar parlak renkler, tiril tiril dönem kostümleri içinde anlatmayı tercih etmek ana akım seyirci alışkınlıkları için anlaşılabilir kuşku yok ki. Ancak, bu tercih Müslüm Gürses evrenini ve onunla bağ kuran sevenlerini temsil etmek yerine ‘izlenilir’ kılmaktan öteye bir işlev taşımıyor maalesef. Bu bakımdan filmin Müslüm yorumunun onu ortaya çıkaran atmosfer ve sosyolojik bir vaka haline getiren kitlelerin değil, 2000’li yıllar sonrası bir anda onu keşfeden ‘kent elitleri’nin gözünden olduğunu söylemek mümkün.

    Oysa Müslüm Gürses, özellikle de 12 Eylül sonrasında bir araya gelmeleri, yan yana durmaları yasak olanların, Zeytinburnu’nun kokuşmuş deri atölyelerinin hastalıklı çocuklarının, sanayi sitelerinin ve yoksul semtlerin afili delikanlılarının, gururu kırılmış babaların gadrine uğrayıp onunla teselli bulmuş yüz binlerin ellerinde ‘Baba’ mertebesine yükseltildi. Örseleyen, hor gören, itip kakan, aşağılayan, hak ettiği değeri vermeyen ‘devlet baba’nın görüp de görmezden geldikleri; buyurgan babaların evlatları, o hiç istemediği halde, baba olarak seçtikleri Müslüm ile birlikte söylediler şarkılarını. Filmde hikayenin bu tarafını görmek mümkün olmuyor ne yazık ki. "
    kaynak
  4. pek çok yorum iyi olmasının dışında yine pek çoğu acımasızca eleştirmiş. i̇nsanlar neden mutlu olmuyorlar anlamıyorum. yapılan şeyler neden hep öfke ve memnuniyetsizlikle cezalandırılıyor. müzikalite açısından çok başarılı buldum ben filmi, görüntü ile birlikte çok güzel anlatılmış. timuçin esen efsanevi bir oyunculuk sergilemiş ki genel olarak beğendiğim oyunculukları, her birini ayakta alkışlamak gerekir

    aktarılan hayat zaten zor, ses bir deha, kişilik desen kendine münhasır. böyle bir karaktere üstelik sesiyle can vermek, hikayeyi böylesine aktarmak muazzam bir iştir. emeği geçen herkese teşekkürler. yaşarken gülmemiş insan, ruhun şad olsun. aşkınıza da hayran kalmamak elde değil.