1. abidin dino, nazım hikmet ran ve çok sevdiği eşi vera, paris’te bir otel odasında kalmaktadır. nazım hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış eşi vera’ya “saman sarısı” adlı şiirini yazmaktadır. eşi vera çoktan uyumuştur. nazım ve abidin, otel odalarının penceresinden sen ırmağını gören çatı katındaki otel odalarının pencerelerinin başında oturmuşlardır. abidin de bir yandan bir şeyler çizmektedir. nazım’ın şiirinin içindeki şu mısradan anlıyoruz bunu:

    “abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor.”

    aynı zamanda nazım, yakın arkadaşı olan abidin dino’nun yaptığı resimlere hayranlık da duymaktadır. yine o gece yazdığı şiirin içindeki şu mısralardan bu durum fazlasıyla sezilmektedir.

    “yüz elliye altmışın meydanlığında
    suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem
    öyle görüp öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde abidin'in”

    nazım eşine itafen yazdığı “saman sarısı” adlı şiirinin içinde abidin dino’ya çağrılarda da bulunmaktadır.

    “sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin ?
    işin kolayına kaçmadan ama
    gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
    ne de ak örtüde elmaların
    ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
    sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin”

    nazım’ın dino’ya bu soruyu sorması zannedildiği üzere, ressamın sanatını ispatlama sorgulaması değildi elbet. bu soru, gurbet hasreti çeken iki sanatçı arasındaki sıkı dostluğun getirisi olan bir diyalogun ürünüydü. bu sorudaki amaç, fikir birlikteliğini, pekiştirme amaçlı kurulmuş soru kalıplı cümleler eşliğinde dökmekti mısralara. esasında nazım’ın dino’dan bir resim beklentisi yoktu. belki o da biliyordu yakın arkadaşının ona vereceği cevabı. abidin dino, nazım hikmet’in “mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?” sorusuna resimle değil de, aynı türü kullanarak nazım gibi şiirle karşılık vermişti. çünkü dino’da biliyordu nazım’ın sorusunun cevabının olmadığını. mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını... ondandır ki nazım’a yazdığı şiirinin son mısrasında şu sözlere yer vermişti.

    “buna da ne tual yeterdi; ne boya...”

    abidin dino mutluluğun resmini yapmadı. çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram. o mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle…

    mutluluğun resmi

    kokusu buram buram tüten
    limanda simit satan çocuklar
    martıların telaşı bambaşka
    işçiler gözler yolunu.
    inebilseydin o vapurdan
    ayağında varna’nın tozu
    yüreğinde ince bir sızı.
    mavi gözlerinde yanıp tutuşan
    hasretle kucaklayabilseydim
    seninle, bir daha.
    davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
    bağrımıza bassaydık seni nazım,
    yapardım mutluluğun resmini
    başında delikanlı şapkan,
    kolların sıvalı, kavgaya hazır
    bahriyeli adımlarla düşüp yola
    gidebilseydik meserret kahvesine,
    ilk karşılaştığımız yere
    ve bir acı kahvemi içseydin.
    anlatsaydık
    o günlerden, geçmişten, gelecekten,
    ne günler biterdi,
    ne geceler...
    dinerdi tüm acılar seninle
    bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.
    ve dolaşsaydık türkiye’yi
    bir baştan bir başa.
    yattığımız yerler müze olmuş,
    sürgün şehirler cennet.

    işte o zaman nazım,
    yapardım mutluluğun resmini
    buna da ne tuval yeterdi;
    ne boya...

    (bkz: abidin dino)