1. kendisini alem fm’de 11 yıl kadar önce dinlemeye başlamıştım. yine 18:30-20:00 arası nihat’la sivrisinek yapıyordu. o zaman da muhalifti elbette. benzin zamlarını protesto için 1 dk boyunca damat havası çalardı, gündemi eleştirirdi, dinlerdik.

    arabalardan çok iyi anlar. istanbul’u avucunun içi gibi bilir. türkiye’nin birçok yerini gezmiştir, az çok her yer hakkında bilgi sahibidir. radyoculuğun mutfağından yetişenlerdendir, programlarının ratingi hangi radyoya geçerse geçsin yüksektir.

    nihat’la ilgili birkaç problem var bana kalırsa.

    1) nihat kronik muhaliftir.

    kötüyü eleştirmek kolaydır ancak iyiye iyi dediğini pek az görmüşümdür. iktidara dair ne varsa nihat’a göre sorunludur. mesela dinleyiciden “bilmem nerede yola kamyon parkedilmiş” diye bir mesaj gelir. nihat bu iddiayı direk “kesin milletvekili veya bakan geçecektir” diye yorumlar, iktidara sallar, ardından bi gülme efekti yerleştirir. bu da yoz bir bakış açısına sahip değilseniz bi yerden sonra sıkmaya başlar. bakan geçecek diye yol kapatılıyor mudur? kapatılıyordur ancak hemen her yol çalışmasını buna bağlayınca insan bayıyor haliyle.

    marmaray yapılır, yapım sürecinde sadece olumsuzluklardan bahseder.

    dünyaya göktaşı düşse “akp döneminde gerçekleşmiştir” dedikten sonra gülme efekti sıkıştırabilir araya.

    2) nihat’ın tutarlı biri olmaması.

    mesela ankara ve istanbul belediyelerini yıllardır itin götüne sokar. bunda bi sıkıntı yok, haklıdır da çoğu zaman. ancak izmir’den bi şikayet gelince nihat’ın conta yanar. izmirli dinleyici aziz kocaoğlu belediyeciliğini eleştirince “siz bi de istanbul’u görün” veya “bunlar rahatlıktan şaşırmış” şeklinde yorum yapar. yahu kardeşim adam sana izmir’de yağmur yağdı altyapı çöktü diyor, sen adama ankara’dan bahsediyorsun. adam sana bu elma çürük diyor, sen adama bizdeki armut daha çürük diyorsun.

    bunun 2 nedeni var.

    nihat chp’lidir ve bunu gizlemez (eski dinleyiciler seçim sonraları nihat’ın burnundan soluduğu, sivri’nin de nihat’la uğraştığı yayınları hatırlar). aziz kocaoğlu’nu defalarca ziyaret etmiştir, bunu da gizlemez. bu parçaları birleştirince kendi görüşünden birinin hatalarını söylemek zor oluyor muhtemelen.

    3) gelelim “şu devirde muhalefet yapıyor daha ne olsun” şeklindeki yorumlara.

    siz bu ülkede sadece iktidar yancılığından mı ekmek yeniyor sanıyorsunuz? iktidarı eleştirenler akp’li belediyelerin organizasyonlarından davet alamaz belki. ee? bi sürü chp’li belediyenin kapıları sonuna kadar açılıyor bu arkadaşlara. yani ortada kalmıyorlar merak etmeyin.

    akp yancılığı daha kolay olabilir ama chp yancılığı da en zor olan durum değil hani. 2 tarafta da fanatik yandaşlar olduğu için, birini eleştirirseniz diğer taraf size hemen kucağını açıyor. zor olan her 2’sine birden çakabilmek. nihat’ta böyle bir duruş uzun zamandır yok. yayın %95 akp karşıtlığı, zaman kalırsa %5 de diğerleri şeklinde geçiyor.

    netice;

    -türkiye’de insanlar tarafsız yayın diye bir şey aramadığı için kendisi çok revaçtadır. asla karşıt görüşlü insanlar ne düşünüyor diye sorulmaz. muhalifler nihat dinler, halk tv izler, kendi hayal dünyaları içinde yaşarlar. iktidar yancısı kesim de a haber izler, kanal 7 radyo dinler, ülkenin şaha kalktığını hayal ederek yaşar gider.

    benzer şekilde yayın yapan ve kendisinden daha objektif olan birisi için (bkz: cem arslan)
  2. yaklaşık on beş yıldr dinlediğim, bildiğim, show radyo'da nihat'la muhabbet ve nihat'la sivrisinek programlarını yapan radyocu, pis boğaz gurme.

    özel hayatın getirdiklerinden mütevellit zaman zaman aksatıyorum dinlemeyi ama geçen seneye kadar çokca dinlerdim. öncelikle yaptığı işin devamlılığı açısından, türkiye'deki ender temsilcilerinden biri. çünkü radyolar kabuk değiştirdi. eskisi gibi programlar yerine ver müziği, ver çoşkuyu moduna geçtiler. haliyle programlara ve program yapacak radyoculara gerek duymuyorlar. uzun soluklu olarak devam etmesi ve birkaç deneme (bkz: tv programları) haricinde hep radyo da kalması bence hanesine kocaman bir artı kazandırıyor. onun haricinde programları da dolu dolu gidiyordu ancak uzun bir süredir maalesef reklam dinliyoruz. ürün yerleştirmeden tut, diğer reklamlara kadar çok fazla yer veriliyor. kendisi bunun 'dinlendiği' için 'normal' karşılıyor ancak biz dinleyicileri için de fazla sıkıcı oluyor.

    bir ara radyodan kayıt yapıp reklamları keserek internette yayınlıyorduk. iki saatlik program neredeyse kuşa dönüyordu. o derece. belki olağan şeyi budur, birkaç sene önce akşam yayınını türkiye içinde iki milyona yakın dinlendiğini söylemiş ve bu yüzden de reklamların çok olmasını açıklamıştı. ama kazın ayağı öyle değil işte. programlarının konularını bile reklam şeysileri belirliyor artık. mesela ülker'in bilmem ne çikolatısının sloganı ya da başka bir şeyi gibi.

    siyasi konularda aldığı eleştirileri ise yersiz buluyorum on beş senelik dinleyicisi olarak. çünkü bu adam özünde hep muhalif. demirel'e de giydiriyor ecevit'e de.. davutoğlu'na da giydiriyor cumhurbaşkanına da.. ha, artık biraz sıkıyor son ikiye giydirmek ama olsun, adamın tavrı bu. çok fazla eleştiremem ben bu yönünü. ama dediğim gibi reklam olayı için çok muzdaribim kendisinden.

    bir de yaptığı gösterilerin son iki sene haricinde çoğuna gitmiş birisi olarak diyorum ki, yapma! ağbi, ne güzel radyodan konuşuyorsun. iki gram daha serbest şey söylemek istiyorsun diye 2016( yazıyla; iki bin on altı ) yılında gökmen özdenak ve adnan aybaba'nın küfürlü gaflarını izletme bize! n'olur! bırak bu işi başkası yapsın. çünkü espriler değişmiyor. bir iki tane ekleniyor birkaç senede, o kadar. yeni gelen dinleyicisi için belki hoştur ama eskiler bir kez gitti mi ikinciye burun kıvırıyorlar. bırak meddahlığı ya da göstericiliği, biz seni radyodan göbekli halini sevdik sayın sırdar! sen ondan vazgeçersen, reklam için eleştirmem bak. lütfen. ^:swf^
  3. 9 senedir dinlediğim radyocu. bu kadar yılda değişmeyen tek şey üstteki entrylerde de belirtildiği üzere reklamlar. programın yarısından fazlası reklama gidiyor. radyoların en büyük geliri reklam elbette, buna lafım yok ama bi sınırı olmalı.

    "bi ara veriyoruz, bi reklam arası" repliğini ezberledik resmen.
  4. son zamanlarda sosyal medya üzerinden programlarında sık sık reklam vermesi, bazı günler program yapmaması gibi sebeplerle ağır eleştirilere maruz bırakılan radyo programcısı.


    bu adamın sesini ilk kez yedi yıl evvel, e5 trafiğinde mahsur kaldığımız bir akşamda duydum. bazı şeylere aklımın yeni yeni erdiği bir dönemde olmama rağmen, bilhassa hükümet tarafından pıstırılmıș ve kapsam alanı sürekli daraltılan, uzantıları durmaksızın kırpılan bir medyatik sistemde bu adamın sivrilmiș olduğunu, ve tepki görür görmez, mimlenir mimlenmez susup oturmak yerine çizgisini bozmadan durabildiğini görmüş ve sırf bu yüzden bile saygı duymuştum. siyasi görüşü beni ilgilendirmiyor, kimseyi de ilgilendirmez. adamı farklı kılan muhalif olması da değil zira; bunu ifade etme çekincesi olmadan program yapması, yapabilmesi, hatta ve hatta onlarca kez uyarı almasına ve mahkemelik olmasına rağmen bunu yıllardır devam ettirmesi.



    kendi formunu koruyamayan, hatta bir zamandan sonra kendine ait bir formu bile olmayan, konulduğu kabın şeklini alan, ortamdan ortama, insandan insana renk değiştiren, fikrini savun(a)mayan değil, kendine ait fikri bile olmayan sığ, yetersiz ve lüzumsuz figürlerle dolup taşan bir düzlem ülkemizdeki medya. kalitesizlik, iki yüzlülük, cahillik diz boyu. televizyonda herhangi bir kanalı açıp yalnızca yarım saat izlemeniz yeterli bu çıkarımı yapmak için. dizilerden gündüz kuşağı programlarına, magazinlerden haberlere, yarışmalardan reality şovlara dek olabilecek ne varsa, izleyici kitlesini aptal yerine koyan, hatta bu yolda kendi aptallıklarını gizlemeye tenezzül bile etmeyip halen daha aklı selim olan nadir kesime her gün bıkmadan usanmadan "başkası adına utanmak" hissini yaşatan insanlarla dolu. siyasetçisinden oyuncusuna, spikerinden yazarına, yarışmacısından yapımcısına kadar geniş bir yelpaze. öylesine şiddetli bir çürümüşlük var ki, tepki konulması gereken yerde, uzun zamandır bunlara maruz kalınmasının etkisiyle bağışıklık kazandıldığı için bir nevi ağlanacak hale gülünme etkisi çıkıyor ortaya. hadi televizyonu hayatınızdan çıkardınız -ben yıllardır kelime oyunu ve kanıt dizisinin tekrar bölümleri haricinde hiçbir şey için televizyon açmamış insanım- bu defa da etrafınızda olan bitene karşı kulaklarınızı tıkamıș gibi hissetmenizin önüne geçemiyorsunuz. sizi her ne kadar çileden çıkarsa da, her ne kadar bireyselliğinize sarılmış olsanız da öyle ya da böyle bu toplumun içindesiniz. toplumsal ya da vatani duygularınız olmasa bile -ki ne kadar az olursa olsun bu, asla sıfırlanmaz- bu ülkede okuyor, bu ülkede çalışıyor, bu ülkede hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. sürekli bir akışın içinde, bazı gerçekleri görmeyi ya da duymayı reddederek sabit bir şekilde kalamazsınız. dairenizin dışında gerçek zamanlı olarak ilerleyen bir hayat var. ve bu hayat, özellikle bizimki gibi bir ülkede, ağzına dek ölümle, adaletsizlikle, yolsuzlukla, hırsızlıkla, cahillikle, anlayışsızlıkla, bilinçsizlikle, karaktersizlikle, ihmalkarlıkla, üç kağıtçılıkla dolu. özellikle son birkaç yılda yaşanılanları özet geçmek istedim ama hakikaten sırf hatırlaması bile midemi kaldırdı, yazmaktan vazgeçtim.



    ne olup bitiyorsa, etkilenmemek elde değil kısacası. haberdar olmamak, olmayı istememek gibi bir opsiyonunuz yok. yakalanan-teșhis edilen katillerin ve tecavüzcülerin, kurbanlarının hak ettiği adalete teslim edilip edilmediğini öğrenmek istiyorsunuz -gülünç denecek para cezalarıyla, hatta bazen yargı sürecine bile gidilmeden ellerini kollarını sallayarak sokaklarda gezmek üzere serbest bırakıldıları gerçeğiyle yüzleşeceğinizi bilseniz de-, bütünlüğü delik deşik edilmiş olsa da inandığı vatan ve bayrak uğruna, kalan parçaları bir arada tutmaya ve tanımadığı insanların hayatlarını savunmaya çalışırken öldürülen binlerce adamın aslında ne uğruna hayatlarından vazgeçtiklerinin sorgulanmasını istiyorsunuz, hükümetin size vadettiğiyle size aslında verdiği arasındaki uçurumda hangi insanların ve hangi değerlerin dibi boyladığını bilmek istiyorsunuz, hastanelerde, toplu taşımalarda, okullarınızda, iş yerlerinizde hangi haklarınızın nasıl gasp edildiğini bilmek istiyorsunuz, yediğinize içtiğinize, giydiğinize, kullandığınız yakıta gelen ani ve yüksek zamların nedenini ve bu nedenin sorumlularının kimler olduğunu bilmek, eğer biliyorsanız da görmemekte ısrar edenlere göstermek istiyorsunuz, üniversite sınavınızın milyonuncu kez değişen formatının en son nerede durduğunu bilmek istiyorsunuz; liste uzar gider. hayat her insanın imtihanı; ama günümüz türkiye'sinde hayatta kalmaya çalışan bizler, imtihan içinde imtihanlar veriyoruz. katmanlarında rüyaların değil kabusların bizi beklediği devasa bir inception sanki. tüm bu bilme ihtiyacı, "ne oluyor, şimdi ne olacak, neden?" şeklinde sorgulamaları hala yapabilen insanları televizyon haricinde bir kaynak arayışına sürüklüyor; çünkü televizyondaki karakterler, hakikaten televizyonda yaşıyorlar bu hayatı. okumaya çalışıyoruz bu sefer. yazmaya devam edebilen, maddi menfaat, sürü psikolojisi, mimlenme korkusu gibi motivasyonlarla, ya da bazen sadece dalkavukluk ve cahillik yaptırımıyla yalan yazıyor, en iyi ihtimalle ise doğruyu yazmıyor. doğruyu yazan, sorgulayan, insanları hak ettikleri hesabı sormaya teşvik eden, çekincesizce ayağa kalkan tutuklanıyor, hapse atılıyor, sansürleniyor, yasaklanıyor, ceza kesiliyor, bunların hiçbiri olmasa itibarı kaybettiriliyor, ayağı kaydırılıyor. idam devri kapanmamış olsa -ki bu ihtimal beni her ne kadar delirtse de o devir yeniden açılabilir bile, bu ülkenin geleceğine dair her şey her an mümkün, freni patlamış bir arabada uçuruma doğru gidiyoruz- ilk fırsatta asılacak yüzlerce insan var içlerinde. böyle berbat, çürük bir vaziyetteyiz. lakin herkes hizada tutuluyor. iktidara tehdit olabilecek potansiyeldeki herkesin sesi bastırılsın diye, boş konuşanların sesleri sonuna dek açılıyor. medya dediğiniz şey işte bunun paravanı. kendilerini bu düzlemden muhafaza etmeyi çat pat becermiș olan insanlar da, kendilerine verilmiş küçük kum havuzlarında etliye sütlüye bulaşmadan kaleler yapıp yıkmakla meşgul. kimse sesini çıkaramıyor, kimse karşı çıkamıyor.


    bu adam sesini de çıkarıyor, karşı da çıkıyor arkadaşım. bu gerçeği de kimse inkar edemez. milyonlarca insanın hayatını zehir eden bu düzlemde, bu adam çok büyük çoğunluğumuzun içimizden söylediği, içimizden öfkelendiği, içimizden küfrettiği her şeyi, yıllardır sabah akşam, üstelik bir mikrofona söylüyor yahu. bu devirde, bu coğrafyada, bu yönetimde bundan ötesi var mı? şahsı bir kenara bırakıp radyoya geçelim. adamın dili sivri bir kere. onun için bu kadar yoğun ve sık muhalif konuşmak ne kadar riskliyse, radyo için de bu adamı bünyesinde çalıştırmak o kadar riskli bir durum. adam görünmez değil, ismi cismi, adresi var. programlarının podcastleri bile var, her şey kayıtlı. yayınına ya da kariyerine müdahale edilmesi için bol bol malzeme de sunuyor. sırf bir adet standart bir programında söylediği şeyler için bile fişinin çekilmesi an meselesi. böyle kritik bir noktadayken radyonun maddi menfaatini düşünmesi hiç anormal değil, hatta bunu düşünmesi için bu şekilde bir kritik noktaya gerek de yok, hayır kurumu değil sonuçta. maddi boyuta girdim zira reklam olayı da tam burada devreye giriyor. o "bir ara veriyoruz, bir reklam arası" repliği var ya, hah işte o replik bu adamın inisiyatifine yahut keyfine kalmış bir replik değil; radyonun kasasının şifresi o. değirmenin suyu nereden geliyor sanıyorsunuz hakikaten? radyo gibi düşüşte olan bir sektörde bu kurum nasıl ayakta duracak, programcılarından tutun temizlik personeline dek çalışanlarının maaşlarını nereden verecek? izlenilmesi çok doğal olan bir metot bu. ama bunu nihat sırdar'dan bilmek, sanki bu adam on beş dakikada bir reklam vermekten çok memnunmuș, "bir ara verelim, bir reklam arası" derken mikrofonun arkasında orgazmik zevkler yaşıyormuş gibi suçlamak ne demektir ya? "adam reklam dayayıp duruyor artık dinlemeyi bıraktım" demek nedir yani? nasıl bir mantık bu? televizyonun karşısına geçilip, ufak tefek cinayetler izleniyorken 80 dakikalık bölüme toplamda minimum bir saat reklam basıp durduklarında bu mert fırat'tan, gökçe bahadır'dan mı biliniyor? ya da dizinin senaristi her kimse ondan mı biliniyor? en fazla kanala sayıp sövülüyor. ya magazinler? sürekli bozuk plak gibi tekrar eden o klişe "az sonra!!!" haykırışlarına maruz kalınması yetmiyor; üstüne üstlük defne samyeli ve cem yılmaz'ın tatil detaylarını öğrenmek için (sanki çok mühim) yarım saatlik reklamın bitmesi kuzu kuzu bekleniyor ama. hani bunun sorumlusu? magazin spikerinden mi biliniyor bu, cem yılmaz'dan mı? hiç kimseden bilinmiyor bile, milletin tek derdi ağzının suyu aka aka sosyetiklerin hayatlarını, ilişkilerini, yatlarını, katlarını, mücevherlerini izlemek. lakin neticede reklam var işin içinde. e ne farkı var? nihat sırdar'ın programındaki de reklam bu da? belki o kadar sık değil ama en az onun kadar, hatta ondan daha uzun televizyon reklamları. üstelik sadece işitsel değil görsel olarak da bilinçaltını istila ediyor. dizi izlemeyi bırakıyorlar mı, hayır. ama sanki günlük hayatta medya gırtlaklarından aşağı hiç reklam basmıyormuș gibi "ay gına geldi, adam sürekli reklamda" diyebiliyor insanlar. geçin artık bu makamı lütfen.


    sonra sık sık program aksattığı göze batıyor, işte buna bir yere dek hak verilebilir bakın. "hafta içi her akşam 18 ile 20 arası" diye anons geçiyorsa her program başı; hakikaten hafta içi her akşam bu zaman aralığında mikrofonunun başında olmalı bu adam. arada aksatıyor, ben de denk geliyorum. ama sürekli takipçisi olanlar bilirler; birçok fiziksel rahatsızlığı bulanan biri bu adam. özellikle böbrek taşından epey çekiyor. bu bir yana, sesi sürekli kısılıyor, programlar haricinde gösteriler de yapıyor. gösterileri hakkında bir tek yorum bile yapmıyorum, izlemedim hiç, o kısmı bilemem. ama sık oluyorlar, onu biliyorum. sonrasında gerek radyonun yönlendirmesi, gerekse kişisel kararlar doğrultusunda epey geziyor, şehir hatta ülke dışından program yaptığı da oluyor. bunlar hiçbir şekilde mazeret değil, sadece olanı söylüyorum. ama ben bu adamın sesinin yerini hırıltıya bırakacak kadar kısılmış olduğu, öksürükten boğulduğu, sürekli "çok özür dilerim" diyerek boğazını temizleyip devam ettiği sayısız programını da dinledim. yaptığı işi hakkını vererek yapmaya çabaladığına çok şahit oldum. kişisel olarak bakarsam benim için işte iki gün çıkmış bir gün çıkmamış, on gün çıkmış dört gün çıkmamış çok da mühim değil. ama objektif bakılırsa, iş etiğiyle çelişik bir durum. haftanın beş günü çıkamıyorsa, yeni bir düzenleme getirebilirler programa. daha doğru olur.


    sonra geçen gün ekşi'de bir yorum gördüm. "her sabah ülkesini yerden yere vuran radyocu" diye başlıyor, "ülke hakkında sürekli olumsuz yorum yapması moralimizi aşağı çekiyor" diye de devam ediyor. ülke kendini yerden yere vuran vaziyetteyken buna ışık tutması bu adamı vatan haini mi yapıyor anlamadım. yorumu yazan kişi evinde buzdolabı var diye herhalde tüm ülkeyi refah içinde sanma gafletine düşmüş. "milletçe moralimiz ne zaman yüksekti ki bir radyo programı moralimizi aşağı çeksin?" demek isterdim kendisine. işini yapmayan, hele buradaki özne devletse, eleştirilir, eleştirilmelidir de. daha evvelinde dediğim gibi, siyasi görüşünü bilemem, görüşünde ne kadar samimi, onu da bilemem. dahası bu ne beni, ne de kendisi haricinde bir başkasını ilgilendirir. ama bizim ülke olarak her gün çektiğimiz, bize çektirilen sıkıntıları, sorumlularını göstermekten imtina etmeden dile getirebildiği gerçeğini gölgede bırakamaz hiçbir görüşü. muhalifliğinden ziyade olanı olanca açıklığıyla söylemesi benim açımdan özel yapıyor bu adamı.


    tüm bu maddi ve siyasi konuları kenara itelersek, uzun yıllardır sesiyle bana yarenlik yaptığını, sıkıntılı ya da yorucu zamanlarda moral verdiğini söyleyebilirim. katılmadığım düşünceleri de var elbette, ama muhabbetindeki samimiyeti tatmamı engellemiyor bu. o bu işe başlayalı 25, ben onu dinlemeye başlayalı 7 yıl olmuş, umarım daha da uzun süre devam eder. bir daha böyle bir radyocu çıkmaz zannımca.
  5. iş çıkışlarını ayrı bir keyifli hale getiren, sabahları normalde dinlemeyeceğin tarzdaki şarkıları dinletip eşlik ettirebilen, böbrek taşından muzdarip, muhalif ve deneyimli radyocu. güzel iğneler, gözünde canlanacak kadar iyi yemek tarif eder ama yayın sırasında sıklıkla reklam girmesi bezdirir.
  6. üniversiteye hazırlanırken (2007-2008) o stresli dönemde beni güldüren radyocu. ama sonrasında dinlemeyi bıraktım. o kadar dinlenilesi bir adam değil mi yoksa benim mi ihtiyacım kalmadı diye düşünüyorum da, yok lan iyi adamdı. ama reklamlar hariç!
  7. twitter üzerinden takip ediyorum güzel resimler yolluyor insanlar insanlarımız
    belit