1. ufkunuzu iki katına çıkarır mı bilmiyorum ama internetteki güvenliğinizi iki belkide üç katına çıkarabilir.

    şifreniz ne kadar güvenli? iyi bir hacker kaç dakika da şifrenizi kırabilir? bu soruların cevabını size şu site veriyor. bununla kalmayıp size parolanız hakkında tavsiyeler de veriyor. çok kısa, sayı içermiyor, tahmin edilebilir model gibi şeyler söylüyor.
  2. Biz Siyaset Gündemiyle Uğraşırken Bilim Dünyasında Yaşanan 21 Gelişme

    21. Bilim insanları, kendini tamir etme özelliğine sahip bir materyal geliştirdi.
    Bu prototipin geliştirilmesinin, kırılan telefon ekranlarının, araba camlarının kendini tamir etmesi; zarar gören araba boyasının, hatta ojelerin kendini yenilemesi için kullanılabileceği düşünülüyor.

    20. Harvard Üniversitesi genetik bilimcileri, nesli tükenmiş tüylü mamutların DNA'sını, Asya fillerine aktarmayı başardı.
    Bu yöntemin geliştirilmesi, nesli tükenen hayvanların tekrar dünyamıza kazandırılması amacını taşıyor.

    19. Kuzey Buz Denizi'ndeki buzulların, 1975-2012 yılları arasında %65'lik bir kısmı yok oldu. Böyle devam ederse, yüzyılın sonunda tamamı yok olacak.

    18. British Columbia Üniversitesi'nden Dr. Garth Webb, insan gözüne nakli yalnızca sekiz dakikada gerçekleştirilebilen biyonik bir lens icat etti.

    17. Uzay yolculuklarında itici güç olarak elektromanyetizmin kullanılması 15 yıl önce ortaya atılmış bir fikirdi ve fizik kanunlarına karşı koyduğu için imkânsız olduğu düşünülüyordu.
    Ancak bugün, bu gücün kullanılabileceği düşünülüyor ve eğer başarılabilirse uzay yolculuklarında bir devrim yaratabilir. Çünkü bu gücü kullanarak diğer gezegen ve uydulara yapacağımız yolculuklar aşağı yukarı şu kadar vakit alacak:

    Ay: 4 saat, Mars: 70 gün, Plüton: 18 ay, Alfa Centauri: 100 yıl (Bugünkü teknolojimiz ile onbinlerce yıl süreceği biliniyor.)

    16. Harvard Üniversitesi biyomühendisleri, bir sayborg dokusu üretmeyi başardı. Bu dokular, canlı bir organizmaya nakledilerek duyarlı ve işlevsel bir hale getirilebiliyor. Bu teknolojinin geliştirilmesi, ilerde yapay organların geliştirilmesine önayak olabilir gibi görünüyor...

    15. Yeni geliştirilen bir tedavi ile, tamamen felçli olan beş insanda istençli hareketler geliştirildi.Nörolojik bir ilaç olan Buspirone ve yeni geliştirilen bir omurilik tedavisi ile sinir sisteminde uykuda olan bağlantıların tekrar sağlanabildiği ve beş insanda hiçbir uyarım olmadan hareket sağlanabildiği kadedilmiştir.

    14. Stockholm'de bulunan Karolinska Enstitüsü'nden araştırmacılar, sinir hücrelerinin kök hücrelere dönüştürüldüğü noktanın dişlerimiz olduğunu ortaya koydu.

    13. Bilim insanları geçtiğimiz yıl, yeni bir antibiyotik türü olan Teixobactin'in keşfini duyurdu.Teixobactin, pek çok bakteri türünü, bugün kullandığımız antibiyotiklerden çok daha etkili bir biçimde ortadan kaldırma özelliğine sahip.

    12. Gladstone ve Kaliforniya Üniversitesi'nin ortak yürüttüğü bir çalışma ile, denek hayvanlarında cilt hücrelerinin karaciğer hücrelerine dönüştürülmesi başarıyla gerçekleştirildi. Bu yöntemin insanlara uygulanmasının, karaciğer rahatsızlıklarına karşı bir çözüm olabileceği düşünülüyor.

    11. İn vitro fertilizasyon ya da diğer adıyla tüp bebek, artık üç ayrı ebeveynin DNA'sıyla dünyaya getirilebilecek.Bu yolla dünyaya gelen çocuklar, bir babanın, bir annenin ve bir donörün DNA'sına aynı anda sahip olabilecek. Bu uygulamanın amacı ise, tedavisi mümkün olmayan bazı kalıtsal hastalıkların ortadan kaldırılması olacak.

    10. Nanyang Teknoloji Üniversitesi'nden araştırmacılar, doğru bir frekansta yansıtılan lazer ışınlarının atomları yavaşlatabileceğini keşfetti.

    9. Diyabet hastaları için geliştirilen bu prototip, insanları her gün yapılması gereken iğnelerden kurtarma umudu taşıyor.Leeds Üniversitesi'nden bir ekip tarafından geliştirilen bu alet, kandaki glukoz miktarını lazer yardımıyla ölçmeye olanak tanıyor. Bu da diyabet hastalarının ileride daha az acı çekmesine olanak tanıyacak gibi görünüyor.

    8. Jorge Soto, kanserin erken teşhisi için bir cep telefonu uygulaması geliştirdi.Soto'nun geliştirdiği prototip, bir damla kan alıyor ve ışık yardımıyla mikroRNA'yı tarıyor. Bu da, belirli kanser türlerini teşhis etmeye olanak tanıyor. Cihaz, herhangi bir akıllı telefona bağlanarak çalışabiliyor.

    7. Yapılan son çalışmalara göre anılar, nesilden nesle aktarılabiliyor.Fareler üzerinde yapılan bir deneyde, bilim insanları, onları kiraz kokusundan korkmak ve kaçınmak üzerine eğitti. Ve bu farelerin torunları olduğunda, onların da içgüdüsel olarak bu kokudan kaçındığı kaydedildi. Bu bulgu, anksiyete, posttravmatik stres bozukluğu ve fobilere olan yaklaşımımızı değiştirecek gibi görünüyor...(assasing creed)

    6. Fareler üzerinde yapılan deneyler, genç bir fareden alınan ve yaşlı bir fareye nakledilen kanın, o farenin kaslarını ve beynini gençleştirdiğini gösteriyor.Kısacası genç kan, yaşlanmanın belirtilerini ortadan kaldırabiliyor. Bu bilginin ileride Alzheimer gibi hastalıkların tedavisini mümkün kılabileceği düşünülüyor.

    5. Kaliforniya Üniversitesi araştırmacıları, döteryum ve trityum kullanarak kontrollü bir füzyon reaksiyonundan enerji sağladılar.Ya da Türkçe söylemek gerekirse, füzyon, ileride sınırsız bir enerji kaynağı olarak hayatımıza katılabilir.

    4. Bilim insanları, HIV virüsünü ortadan kaldırabilecek bir aşı geliştirdi.Bu aşı, içerisinde yeni geliştirilmiş bir protein tipi barındırıyor ve virüsün hücrelere girmesini önlüyor.

    3. Yeni keşfedilen "Otavia Antiqua" adlı bu fosil, canlı yaşama dair bugüne kadar ulaşılan en eski örnek olma özelliği taşıyor.Bir kum tanesi büyüklüğünde olan bu canlının, 760 milyon yıl öncesine ait olduğu düşünülüyor. Bu, bugüne kadar ulaşılan en eski canlı ve bugün etrafımızda gördüğümüz tüm canlıların atası olma özelliğine sahip. Siz dahil...

    2. Jupiter'in uydusu Ganymede'in, Dünya'da bulunandan çok daha fazla suya sahip olduğu düşünülüyor.Hubble Teleskobu'yla elde edilen bu bilgi, uydunun yüzeyinin altında engin tuzlu okyanusların bulunduğunu ortaya koyuyor.

    1. Nörologlar tarafından gerçekleştirilen bir çalışma ile, farelerin beynine sahte anıların yerleştirilebildiği saptandı.Uyku halindeki farelere uygulanan bu yöntemin başarısı, uyandıktan sonra farelerin davranışlarında gözlemlenen değişimler ile ispatlanmış oldu.
    aaa
  3. belit
  4. tarihe yön vermiş kişilerin bir günlük yaşam çizelgeleri. herkesin ki birbirinden çok farklı aslında. bir rutin yok yani ortada.
    tık tık
  5. takim yildizlarinin bin kusur yillik "kisa" zaman dilimleri icinde bile ciddi oranda degismesi... hani su ayiya hic benzemeyen buyuk ayi, aslana da hic benzemeyen aslan/leo takimyildizi filan var ya... olum zamaninda, atalarimiz isimlendirirken yani onlari, adlarina epey benziyorlarmis lan... bak misal, aslan'in degisimi boyle...

    bunu ogrendigimde ben bi "vay anasini" cekmistim, sizi bilmem... o benim cahilligim de olabilir...
  6. sıcak yaz ayları geldiğinde insanın bir gözü denizde oluyor. imkanı olanlar istanbul’dan etraftaki plajlara veya güney sahillerine gidiyor. vaziyet şimdilerde böyle. peki osmanlı insanının deniz ile arası nasıldı? kaynaklar bize payitahtta insan vücudu ile denizin ilk temasının 19. yüzyıl ortalarında başlamış olduğunu söylemekteler. şehr-i dilara-yı istanbul’un denize girilen ilk yeri 1826-1850 tarihleri arasında çardak iskelesi deniz hamamı olmuş. istanbul’da ilk olarak denize girilen yerler ise galata köprüsü, büyükdere, bakırköy, yeşilköy, moda… tabi o zaman plaj gibi batıdan devşirme adetler daha yok. istanbullu denize girmeyi bu hamamlarla öğrenmiş.

    peki nedir deniz hamamı? deniz hamamı, bir diğer ismi ile derya hamamları mevsimliktir. yüzme mevsiminin ne zaman başladığını fikret adil’in tan mecmuası’nda 1941’de yayınlanan yazısı ile öğreniyoruz: “yüzme mevsimi, karpuz kabuğu suya düştüğü vakit açılırdı. yani karpuz çıkıp da harcıalem olup çürükleri denize atıldığı zaman soğuk alıp üşümek, sam yelinden vücudun lekelenmek tehlikesi olmadan suya girilebilirdi.”

    mevsimi geldiğinde deniz hamamı kurma çalışmaları hummalı bir şekilde başlarmış. denizin dibine kazıklar çakılır ve suya dayanaklı ağaç kütükleri ile dört bir tarafı sanki bir ambalaj gibi sarılırmış. etrafına soyunma odaları, ihtiyaç odaları yerleştirilirmiş. bazı sahillerde erkek ve kadın deniz hamamları, bazılarında ise sadece erkek veya sadece kadın hamamları varmış.

    derya hamamları sadece istanbul’da bulunuyor değildi. 19. yüzyıl sonunda osmanlı coğrafyasında denize kıyısı olan bütün şehirlerin deniz hamamları bulunmaktaymış. izmir, antakya, mersin, lübnan, lazkiye, bingazi, selanik ve hatta hırçın dalgaların yuvası karadenizimizde de deniz hamamları bulunuyormuş.

    zaman geçer, koca payitaht islam düşmanlarının çizmeleri altında ezilir ve gelenler ahlaklarıyla birlikte gelirler. istanbul’u işgal eden ingiliz ve rus askerler alışkın oldukları gibi denize girmek isterler. ve istanbul sahilleri işgal askerlerinin kadın erkek beraber denize girdiğine de şahid olurlar. şahid olan istanbullular taklide başlarlar. plaj sayıları artarken tabii olarak deniz hamamları ihtiyacı ortadan kalkar.

    http://www.malayani.com/kategoriler/kultur/istanbulda-eskiden-deniz-hamamlari-varmis/.html
  7. Irklar üzerindeki araştırmalar üç büyük sonuç verdi. Birincisi ırklar arasında yalnız deri rengi, saç yapısı ve yüz ifadesi açısından değil düzinelerde de fark ortaya çıkar. Bu fark kemiklerin biçiminden, kulak kirinin kıvamına kadar ve vücut kimyasına kadar farklılık göstermektedir. İkinci sonucu insanın evrimsel başarılı oluşu, büyük genetik(kalıtsal) farklar göstermeye bağlıdır. Üçüncü sonuç ise, bir ırkı diğerlerinden ayıracak kesin bulgular yoktur.

    Irklar zamanla yerleşim yerlerini değiştirmiş ve başka kıtalarda diğer ırklarla bir araya gelerek evlilik yaşamış ve ırklar bu arada kaynaşmış oldu. Bazı uzmanlara göre aynı ırka mensup kişiler birbirleri arasında evlilik kurup çocuk sahibi olduğunda, kalite bozulmakta yani çocuğun başarılı ve çok özelliği bulunmamaktadır. Fakat ayrı ırktan çocuk sahibi olan bireylerin çocukları üstün yeteneklere sahip olmakta, her ırkında özelliklerini alarak başarılı ve çok yönlü bir çocuk olduğunu ve buna da melezlerin üstünlüğü adını vermişlerdir. Farklı oluş insanlara kuvvet ve elastikiyet kazandırdığı savunuyorlar. Deri rengi Avrupa’da kuzeyden güneye gidildikçe koyulaşır, İsviçrelilerin sarışın, İspanyolların esmer oluşu gibi. Kuzey Afrika da deri rengi koyulaşmaya devam etmektedir. Asya da ve kuzeyde sarışınlar bulunur. Güneye gidildikçe de zencileşir deri rengi. Bu yüzden Hindistan ve Afrika çok koyu renklere mensuptur. Bu deri farkların nedeni ise güneş ışınlarının derideki melanin pigmentini(boyasını) artırmasıyla ilgilidir. Derisinde fazla melanin bulunana siyah ırk ayrıca deri kanserinden de daha az etkilenir. Çünkü ultraviyole melanin ışınları emerek zararını azaltır. Kanser riskini en aza indiren bu madde siyah tenli kişilerde D vitamin eksikliğine bağlı kemik rahatsızlıklarına kapılma oranını artırır. Çünkü D vitaminin oluşması ultraviyole ışınları tutar. Bir başka sonuca daha varılmıştır.2.Dünya savaşı sırasında esmer Norveçliler, sarışın Norveçlilere göre daha çok dondukları görülmüştür. Siyah ırklar da gözün rengini veren tabaka(iris) ve ağ tabaka da daha fazla pigment bulunur. Bunun için bu tür gözler kırmızı rengi göremezler. Avrupalıların gözleri açık renkli olduğundan kırmızı rengi çok iyi görmektedirler.

    Soğuk ve kuru iklim insanların burnu, sıcak ve nemli iklimlere göre daha sivri ve uzundur. Burun bu şekilde yüzeyini, genişleterek havayı daha iyi ıstır ve nemlendirir. Beyazların burnu siyah ırka göre daha uzun ve sivridir. Kuzeyin insanları tropik bölgelere göre, kol, bacak ve gövdesi daha kısadır. Afrikalılar ise ince uzun kol ve bacağa sahiptir. Afrikaların saçları kıvırcık ve dalgalıdır. Zencilerin dudakları da çok kalındır. Irklarda kulak kiri bile farklı özellik taşır. Yaş yapışkan, kuru, gevrek diye nitelendirilen kulak kiri çeşidi, Kuzey Çin’de %98, Amerika beyazlarda %16, Amerika zencilerde %7 rastlanıyor. Ter bile ırktan ırka fark ediyor. Ter bezleri beyaz ırkta koltuk altı ve üreme bölgelerinde iken, siyah ırkta göğüste ve karında bulunur, ayrıca siyah ırkın kendine has ter kokusu mevcuttur. Avrupalılar, vücudu en kötü kokanlar arasında ilk sırayı alır.
    elif açıkgöz
  8. Uçakta kara kutu nasıl işliyor?

    Uçaklarda uçuşa dair ayrıntılı bilgiler içeren kara kutular çok eski teknolojiye dayansa da hala önemini koruyor.
    Mayısta Akdeniz'e düşen Mısır Havayolları uçağının yerini tespit etmek neredeyse bir ayı bulmuştu. Uçağın düşme nedenine dair önemli bilgiler içeren kara kutunun 3000 metre denizin dibinde bulunması ise birkaç günü almıştı.

    Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA'nın yeryüzünden on milyonlarca km uzaktaki Mars'a uzay aracı gönderdiği bir çağda, ticari hava yollarının kara kutusunu bulmak neden hala zor?

    Fakat her şeye rağmen, eski teknoloji olsa da kara kutu etkili ve gerekli bir cihaz olmaya devam ediyor.

    Kara kutu nedir?

    Uçuşa dair her tür veriyi kaydeden kara kutular ayakkabı kutusu büyüklüğünde ve yaklaşık 5 kg kadardır. Çarpma etkisini asgariye indirmek için uçağın kuyruk kısmında yer alır. Kutudaki sinyal sistemi suyla temas halinde devreye girer ve kutunun bulunması için 90 gün boyunca ve 6000 metre derinliğe kadar sinyal verir.

    ABD Federal Havacılık Dairesi FAA, uçakların düşmesi halinde araştırmacıların işini kolaylaştırmak için uçaklara iki kara kutu taşıma zorunluluğu getirmiştir. Bunlardan biri, uçağın son 25 saatindeki konum, yükseklik hız gibi 88 farklı alanda uçuş bilgilerini içerir. İkinci kutu ise kokpitteki son iki saatlik ses kaydını.

    Veri kaydına ait kutudan kazanın nasıl olduğu, kokpitteki ses kaydından ise nasıl olduğuna dair bilgi edinilir.

    Adı kara kutu olsa da kutular aslında siyah değil parlak turuncu renktedir. Bütün bilgiler hafıza çiplerine kaydedilir. Bunları dış etkilerden korumak için kutular iyi yalıtılmıştır. Dışı titanyum ya da çelik kaplı kutunun içinde yüksek ısıya karşı dayanıklı 2-3 cm kalınlığında bir yalıtım sistemi, onun da altında alüminyum kaplama vardır.

    Isıya ve suya dayanıklı

    Çarpma etkisine karşı özel koruma testlerinden geçen kutu 1100 derece ısıda bir saat, tuzlu suda 30 gün dayanacak şekilde yapılmıştır. Kara kutunun içerdiği bilgi çarpma sonrasında da kullanılabilir ve işe yarar olduğu içindir ki bu teknoloji bugün bile geçerliliğini koruyor.

    Bu bilgi sayesinde düşme nedeni tespit edilip yeni önlemler ve düzenlemeler için gerekli adımlar atılabiliyor.

    Yolcu uçakları için kara kutu zorunluluğu ilk kez ABD'de 1958'de gündeme geldi. Havilland Comet adlı ilk ticari yolcu uçaklarının üst üste düşmesi buna neden olmuştu.

    Daha sonra ise jet yolcu uçaklarının gövdesi havada basınç değişikliğine dayanamayarak parçalanıyor, uçaktaki herkes ölüyordu. Uzmanlar bunun nedenini anlamaya çalışıyor, ama yeterli bilgiye ulaşamıyordu.

    Kara kutu tarihi

    İlk kara kutular sadece pusula konumu, yükseklik, hız, zaman ve dikey alçalmaya dair bilgi içeriyordu. Bunlar metal çubuklar üzerindeki izlerden tespit ediliyordu. 1960'larda ABD hükümeti kokpit ses kaydı zorunluluğu da getirdi. O zamanlar ise bu veriler manyetik teyplere kaydediliyordu.

    1980'lerde dijital havacılık elektroniğinin devreye girmesiyle uçuşla ilgili çok daha fazla bilgi toplamak mümkün oldu. Hafıza çipleri ise bütün bu verilerin depolanması sorununa çözüm getirmişti.

    30 yıl sonrasında teknoloji hızla ilerlemişken biz hala kara kutu kayıtlarına ulaşarak uçak kazalarıyla ilgili bilgi edinmeye devam ediyoruz.

    Kara kutunun hasar gördüğü ya da bulunamadığı bazı ender durumlar da olur. MH370 uçuş sayılı Malezya Havayolları uçağı ile 11 Eylül 2001'de New York'taki ikiz kulelere çarpan uçakların kara kutusu bulunamamıştı.

    Kara kutu bulunduğunda genellikle kaza nedenine dair veriler ortaya çıkar. Mart 2015'te Germanwings uçağının Fransa'da Alp Dağları'na çakılmasının ardından, kara kutudaki bilgiler pilotun kasıtlı olarak alçaldığını ve dağa çarpmadan önce hızlandığını gösteriyordu. Ses kayıtları ise "Tanrı aşkına, aç kapıyı!" sözlerini ve yolcuların çığlıklarını duyuruyordu. Bütün bunlardan yardımcı pilot Andreas Lubitz'in pilotu dışarı çıkarıp kokpiti kilitlediği ve uçağı kasıtlı olarak dağa çarptığı sonucuna varıldı.

    Yeni öneriler

    Fakat bunlar 90'ların teknolojisi. Yeni alternatifler üzerinde de çalışılıyor. Örneğin bazı askeri uçaklarda çarpma anında uçaktan fırlayıp çıkan kayıt cihazları deneniyor. Bazıları ise kokpit videoları öneriyor. Fakat pilot sendikaları mahremiyet ve kaza halinde ailenin izlemek zorunda kalması gibi nedenlerle buna karşı çıkıyor.

    Uçaklarda yeni bir sisteme geçmek tüm havayollarının bütün uçaklarında yeni düzenlemelere gitmek zorunda kalması demek. Uydu üzerinden anında bilgi akışı ve depolanması seçeneği ise oldukça pahalı bulunuyor.

    FAA uçuş kayıtları bakımından yakın zamanda herhangi bir değişikliğe gitmeyi planlamıyor. Fakat "uçak kazalarının araştırılması ile ilgili yeni teknoloji konusunda bu sektördeki şirketler ve uluslararası ortaklarla çalışıldığı" söyleniyor.

    Değişim yavaş olsa da geliyor gibi görünüyor. Merkezi Kanada'da olan ve Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO), birkaç yıl içinde havayollarına normal uçuş halinde 15 dakikada bir, sıkıntılı durumlarda ise dakikada bir uçaklarını izleme zorunluluğu getirmeyi öngören yeni düzenlemeler yaptı.

    ICAO'ya üye ülkeler bunun gereklerini yerine getirecek yasal düzenlemeleri yapmak zorunda.

    Bazı havayolu şirketleri ise bağımsız girişimlerde bulunuyor. Fransız uçak şirketi Airbus geçen yıl, fırlatılabilir kayıt kutularının onaylanması için Avrupa Havacılık Güvenliği Ajansı'na baskı yaptığını açıklamıştı.

    Fakat öyle görünüyor ki kara kutu bir süre daha kullanılmaya devam edecek. Uçağın düşmesi ardından ister dağda ister okyanus diplerinde bulunmaya ve kaza nedenine dair hayati bilgileri içermeye devam ettiği sürece kara kutu bir yere gidecek görünmüyor. lale and dilek
  9. Kütleçekimin varlığı bizim için o kadar doğaldır ki, çoğu zaman aklımıza gelmez bile. Antik düşünürlerin çoğuna göre kütleçekim bir kuvvet bile değildi. Nesnelerin Dünya’nın merkezine batmaya eğilimli olmaları gayet doğaldı. Gök cisimlerinin birbirlerine çekilmeleri ise başka bir konu olarak düşünülüyordu.

    Artık nesneleri Dünya’ya doğru çeken kuvvetle, gezegenleri yörüngede tutan kuvvetin aynı şey olduğunu biliyoruz. Kütleçekimi 4 temel doğa kuvvetinden biri olarak kabul ediyoruz. Yine de diğer 3 temel (elektromanyetik, güçlü çekirdeksel ve zayıf çekirdeksel) kuvvetten farklı olarak, kütleçekimin kuantum kuramını bulamıyoruz. Şimdi bu çok tanıdık, ama bir o kadar da gizemli güç hakkında birkaç önemli noktayı inceleyelim.

    1. Kütleçekim, en zayıf doğa kuvvetidir.
    Kütleçekimin gücü gökadaları birarada tutmaya yetmesine rağmen, aslında çok zayıftır ve canlılar her hareket edişlerinde onu sürekli yener. Örneğin masanın üzerinde duran kitabı kaldırdığınızda, koskoca Dünya’nın o kitaba uyguladığı kütleçekime meydan okumuş olursunuz.

    Kıyaslamak gerekirse, atom içindeki bir proton ile bir elektron arasındaki elektriksel kuvvet, aralarındaki kütleçekim kuvvetinin kentilyon (uzun ölçeğe göre, yani 1’den sonra 30 sıfır) katı kadardır.

    2. Kütleçekim ile ağırlık farklı şeylerdir.
    Uzay istasyonundaki astronotlar havada süzülürken “sıfır yerçekimi”nde olduklarını söyledikleri olur. Aslında bu doğru değil. Astronotun üzerine etkiyen kütleçekim kuvveti, Dünya’da etkiyen miktarın yaklaşık %90’ı kadar olur. Bununla birlikte, astronotlar ağırlıksızdır. Çünkü ağırlık, Dünya’dayken zeminin (ya da sandalyenin, yatağın, üstünde durdukları her neyse onun) astronotlara geri uyguladığı kuvvettir.

    Çok katlı bir binanın hızlı asansöründe bulunan bir basküle çıkıp, asansör yükselip alçalırken göstergesine bakın. Farklı değerler gösterecektir ve siz de asansörün hızlanıp yavaşlamalarını hissedeceksinizdir. Kütleçekim kuvvetinde ise herhangi bir değişiklik olmamıştır. Fakat yörüngedeyken astronotlar uzay istasyonu ile birlikte hareket eder. Onları uzay gemisinin kenarından geri itecek herhangi birşey olmadığından ağırlıkları olmaz. Einstein bu düşünceyi özel görelilik kuramında kullandıktan sonra genel görelilik kuramı haline çevirmiştir.

    3. Kütleçekim ışık hızında ilerleyen dalgalar yaratır.
    Genel görelilik kütleçekimsel dalgaların varlığını öngörmüştü. Eğer ortak bir yörüngede kilitlenmiş iki yıldız veya iki beyaz cüce ya da iki kara delik varsa, kütleçekimsel dalgalar şeklinde enerji kaybederek, birbirlerine doğru yaklaşırlar. Hatta Dünya da Güneş etrafında dolanırken böyle kütleçekimsel dalgalar yayımlar, ama enerji kaybı ihmal edilebilecek denli ufaktır.

    Kütleçekimsel dalgalara ilişkin dolaylı kanıtlara 40 yıldır sahiptik. Doğrudan gözlem ise ilk olarak Şubat 2016’da LIGO gözlemevi tarafından gerçekleştirildi. Saptanan kütleçekimsel dalgaların kaynağı, iki kara deliğin çarpışmasıydı.

    Görelilik kuramının sonuçlarından biri, hiçbir şeyin ışıktan daha hızlı gidemeyecek olmasıdır. Bu kütleçekim için de geçerlidir. Güneş’in başına birşey gelse, bunu ancak 8 dakika sonra görebileceğimiz sıklıkla söylenir. Böyle bir olayın yaratacağı kütleçekimsel etki de aynı sürenin sonunda Dünya’dan hissedilebilir olacaktır.

    4. Kütleçekimin küçük ölçekteki davranışını açıklama çalışmaları başarıya ulaşamamıştır.
    Doğanın diğer üç temel kuvveti en küçük ölçekte kuantum kuramlarla tanımlanmıştır. Hepsi de Standart Model’de uyumlu biçimde biraraya gelir. Ama bilimciler ne kadar çabalasalar da, kütleçekim için kuantum kuramı oluşturamıyor ve Standart Model’e dahil edemiyor.

    Bu çabanın sürdürüldüğü araştırma dallarından biri ilmek kuantum kütleçekimi adıyla biliniyor ve uzayzamanın yapısını tanımlamak için kuantum fiziği tekniklerini kullanıyor. Uzayzamanın en küçük ölçekte parçacık benzeri bir yapısı olduğunu söyleyen bu kuram, bir anlamda evrenin piksellerden oluştuğunu öne sürüyor. Bir diğer ünlü araştırma dalı ise sicim kuramı. Bu kuramda tüm parçacıkların erişilemeyecek denli küçük boyutlardaki çok minik sicimlerin farklı titreşimlerinden oluştukları varsayılıyor.

    5. Kütleçekim, graviton adı verilen parçacıklar tarafından taşınıyor olabilir.
    Standart Model’de madde parçacıklarının birbirleri ile etkileşmelerini sağlayan kuvvet taşıyıcı parçacıklar vardır. Örneğin elektromanyetik etkileşim foton tarafından taşınır. Buna benzer şekilde kütleçekimin kuantum kuramı (parçacıklar biçiminde ifadesi) oluşturulabilirse, kütleçekim kuvvetinin taşıyıcısı olan parçacık graviton olarak adlandırılacaktır. Fakat elimizde henüz böyle bir kuram yok; gravitonun varlığına ilişkin herhangi bir işaret de yok.

    6. Kuantum kütleçekim, olası en küçük ölçekte belirir.
    Kütleçekim çok zayıftır, demiştik. Şunu da eklemek gerek: Kütleçekim ters kare yasalardan biri olduğundan, iki nesne birbirlerine ne kadar yaklaşırlarsa, aralarındaki kütleçekim kuvvetinin şiddeti o denli artar. Planck uzunluğu adı verilen ve evrendeki olası en küçük uzaklık olan aşırı küçük mesafe mertebesinde ise kütleçekim kuvvetinin şiddeti, diğer kuvvetlerinkine yaklaşır. İşte o ölçekte kuantum kütleçekimin etkileri ölçülebilecek denli büyük olur. Ama o denli küçük ölçekte deney yapmak da şimdilik mümkün gözükmüyor.

    dilek
  10. İngilizce bir kelimenin telaffuzundan emin olamadıysanız youglish adlı siteden farklı aksan seçenekleriyle öğrenebilirsiniz. Site youtube'daki videoları derleyip aradığınız kelimeyi karşınıza çıkarıyor.