1. “Egemen, olağanüstü hale karar verendir.” (Siyasi İlahiyat, Carl Schmitt, sf. 13, çvr. A. Emre Zeybekoğlu, Dost Yayınevi, 3.basım)

    “…istisna, tümeli yoğun bir tutkuyla düşünür” (aktaran Carl Schmitt, sf. 22, aynı kitap)

    “Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki, içinde yaşadığımız “olağanüstü hal” istisna değil kuraldır. Buna denk düşen bir tarih anlaşına ulaşmak zorundayız. O zaman açıkça göreceğiz ki, gerçek olağanüstü hali yaratmak bize düşen görevdir.” (“Tarih Kavramı Üzerine”, Son Bakışta Aşk, Walter Benjamin, sf.43, derleyen: Nurdan Gürbilek, Metis, 2.basım 1995)

    “…olağanüstü hal demokrasi ile mutlakiyet arasında bir belirsizlik eşiğine dönüşmektedir” (Olağanüstü Hal, Giorgio Agamben, sf.9, Varlık yayınları, çvr.Kemal Atakay)

    15 Temmuz 2016’da kalkışılan darbenin bastırılmasından sonra, 20 Temmuz’daki MGK toplantısında ilan edilen olağanüstü halin şaşırtıcı bir yanı elbette yok.

    İstisna durumunun bir tezahürü olarak olağanüstü hal, aslında fiilen uygulana gelen yönetim biçiminin geçici ya da süresi belirsiz bir zaman kesiti için yasallaştırılması ve darbeye karşı tedbir görünümü altında bu sürecin meşrulaştırılarak mevcut siyasal rejimin mutlaklaşması anlamına geliyor: İstisnai bir fiili bir sürecin derinleştirilmesi, içselleştirilmesi ve kurumsallaşmasının yeni bir vechesi olarak olağanüstü hal.

    İstisna, olağanüstü hal değildir. Hem ilgili tartışma literatüründe, hem de mevcut süreci anlama çabalarında söz konusu ayrıma dikkat etmek zorunludur.

    Bu fiili sürecin, hangi zaman kesiti içerisinde ele alınabileceği çeşitli şekillerde tartışılabilir. Cumhuriyetin kendi kurucu felsefesine içkin ilkeri gereği bizzat kuruluş anından başlanabilir örneğin. Ya da, AK Parti’nin “pasif devrim” sürecinden alabiliriz. Çok daha belirgin bir dönemselleştirme içinse 7 Haziran 2015 seçim sonrasına işaret edebiliriz. Olağanüstü halin vecheleri değişebilir, görünümleri değişebilir, süreleri ve şiddeti farklılaşabilir; istisna kavramı ise, olağan dönemleri, normal addedilen zamanları da içeren bir olanüstü hal durumudur.

    Kural haline dönüşmüş olan istisna durumunun belli ki acil bir momentindeyiz mevcut siyasal iktidar açısından. İlan edilen olağanüstü hal(OHAL)’i bu aciliyet bağlamında ele almak gerek. Darbe gerçekleşse başka bir şekilde yaşanacak aciliyet süreci, kalkışmanın bastırılmasıyla şimdi başka bir şekilde cereyan ediyor. Her iki süreç de, egemenliğe ait istisna durumunun doğasını anlamak bakımından bir anlam taşıyor.

    Olağanüstü hal kavramı ve 15 Temmuz sonrası güncel uygulaması nedeniyle Schmitt, Benjamin ve Agamben’i hatırlıyor, çokça tartışmalara dahil ediyoruz şu sıralar. Henüz sağlam bir tartışma ve derinlikli bir düşünme zemini bulabilmiş görünmüyor söylenenler. Hem de gecikmiş tartışmalar. Ama önemsiz olduğu anlamına gelmiyor.

    *

    Olağanüstü hal, Schmitt’e göre “egemenliğin tanımına dair bir sınır-kavram”dır. Egemen kimdir sorusunun somut karşılığını bulabileceğimiz yerdir bu sınır-kavram. Devlet kuramının genel bir kavramını da yine istisnai bir karar ile hayata geçirilen olağanüstü hal bağlamında buluruz. “Hukuk düzeni” tanımlaması, bu egemen ve devlet kavramları açısından yanıltıcı bir işlev görür. Mevcut hukuk ve yasal düzen belirli bir karar ile mevcudiyetin korunması amacıyla askıya alınabiliyorsa, orada liberal anlamıyla “hukuk devleti” derin bir yanılsamadan ibarettir.

    “Olağanüstü hal, anarşi ve kaostan farkı bir şey olduğu için hukuk düzeni değilse de, hukuki anlamda bir düzen hala mevcuttur. Burada, devletin varlığı, hukuki normun geçerliliği karşısında tartışmasız üstünlüğünü kanıtlar. Karar, kendini tüm normatif bağlardan kurtarır ve gerçek anlamda mutlak hale gelir. Olağanüstü halde devlet, hukuku, kendini koruma hakkına dayanarak askıya alır” (sf. 19) der Schmitt. Bu askıya alma iradesi ve kararı bakımından olağanüstü halin sınır-kavram olmasını anlarız. Kavram, devlet otoritesinin özünü en açık şekliyle gösterir Schmitt’e göre.

    Agamben’in tartışmaya girdiği yer burasıdır öncelikle. Schmittci anlamıyla istisna ve olağanüstü hal kavramları egemenliği rasyonelleştirmeye yöneliktir. Olağanüstü hal süreçleri kurucu olduğu kadar yıkımı da içeren süreçlerdir Agamben’e göre. Yasal olmayanın yasal hale sokulduğu politik tahkim süreçleri. İstisna durumu bir belirsizlik mıntıkasıdır buna göre; yasanın askıya alındığı ve yasal olmayanın yasalaştığı bir belirsizlik alanı, ki olağanüstü halin demokrasi ile mutlakiyet arasındaki “belirsizlik eşiği” haline gelmesinin nedeni budur.

    7 Haziran sonrasını düşünelim; Erdoğan, fiilen adı konulmamış bir olağanüstü hal uygulamasını hayata geçirmiş, hukuku tanımadığını beyan ettiği gibi fiilen işlemez hale getirerek askıya alabilmiştir. “İstisna” kavramı ve “olağanüstü hal” arasındaki farka dikkat edersek, belirsizlik eşiğinin aslında istisna durumuyla ilgili olduğunu ve örneğin şimdi ilan edilmiş olan olağanüstü halden öncesinde de bir belirsizlik eşiğinin söz konusu olduğunu anlayabiliriz. 2002’de OHAL kaldırıldığında da olan şey demokrasinin netleştirilmesi değildi; Terörle Mücadele Yasası, istisna durumunun içselletirilmiş -yasalaştırılmış ve normalleştirilmiş- halde süregittiğinin en basit işaretiydi.

    “Normal olan hiçbir şeyi kanıtlamaz, istisna her şeyi kanıtlar” der Schmitt. Öyle ki, istisna kuralı kanıtlamakla kalmaz bu bakış açısında, “kural yalnızca istisna sayesinde yaşar.” O halde, açık ki, anlamamız gereken şey kural olarak görünen, normal sayılan şey değil, normu ve kuralı kanıtlayan istisnanın niteliğidir. Benjamin’in kural ile istisna arasındaki simetriyi bozan okuması önemlidir tam da bu noktada. Aksi halde Schmitt’in liberal hukuk düzeni masalını alt eden ve bir tür “egemenlik teorisi” ya da “egemenlik felsefesi” oluşturan akıl yürütmelerine karşı direnmek oldukça zordur.

    Benjamin’in yaptığı, kural ile istisna arasındaki Schmittçi korelasyonu tersine çevirmek değildir; sadece kuralı kanıtlayan istisnayı anlamakla sınırlı bir önerme olarak kalmaz, aksine söz konusu egemenlik teorisindeki istisna fikrine karşı bir istisna düşüncesinin ve pratiğinin yolunu aralar.

    * *

    Belirli bir an’a (darbe kalkışmasına) odaklanmamızı, o an’a karşı ama’sız fakat’sız bir tavır almamızı isteyen yaklaşım, ısrarla süreçten bakışımızı uzaklaştırmayı, o an’ı (15 temmuz darbe kaşkışmasını) öncesi ve sonrasıyla bir bütünlük içerisinde görebilmemizi engellemeyi amaçlıyor.

    Elbette belirli bir durumda belirli bir an’a karşı belirli bir kesinlik içinde tavır almak gerekli olabilir. Ancak, adına “milli irade” denilen “kollektif ruh”un darbe girişimi karşısında -darbeye karşı olma görünümleri altında mobilize edilerek- siyasal iktidarın tahkim edilme aracı haline sokulduğu bir momentte, an’ların ve olay’ların yalıtık olarak düşünülemeyeceği açıktır. Evet, belki fiilen bu süreci engellemenin imkanları bulunamayabilir, ancak düşünme süreçlerinde dahi meseleyi an’a odaklayarak anlama ve bu anlama biçimini genelleştirme eğilimlerinden sakınılabilir.

    Olağanüstü halin -hukuk içinde kalarak ya da meşhur deyişle hukuk dairesinde olarak yasanın ve hukukun askıya alınmasının- salt mevcudiyeti koruyucu bir mantığa dayalı değil mewvcudiyeti yeniden biçimlendirici bir kurucu mantığı olabileceği biliniyor. 15 temmuz sonrası ilan edilen olağanüstü hal, milli irade adı altında siyasal ve ideolojik bir mutabakatı uzun süre elde tutmak üzere, her iki eğilimi birden, yani koruyucu ve kurucu eğilimlerin ikisini birden içeriyor diyebiliriz.

    Darbe kalkışmasının ne şekil bir lütuf olduğunu, bu eğilimlerin fırsatı değerlendirme çabalarında göreceğiz.

    * * *

    Olağanüstü hal’in teorik tartışmasının anlaşılabilmesi için istisna kavramına gitmek gerekir.

    Schmitt’in tanımından itibaren, “egemenlik” ve “karar” terimleriyle birlikte istisna kavramı ohal’in niteliğini belirler. Schmitt’in tanımlamasında bir egemenlik ve devlet teorisi oluşturma çabası vardır; şiddet ile siyaset, hukuk ile iktidar arasındaki ilişkileri sıkı sıkıya dokuyan felsefi bir girişim. Karşısına ise, çok sıkı dokunmamış fakat imgesel gücü ile söz konusu egemenlik teorisine itiraz edebilmenin yollarını aralayan Benjaminci istisna kavramıyla çıkılabilir. Agamben’in yapmaya çalıştığı da budur.

    Hem Schmitte hem de Agamben’de istisna durumu, genel düzeyde, egemen gücün ya da siyasal iktidarı elinde tutan gücün, bir karar ile hukuki düzeni sağlamak için hukuku askıya alması olarak tanımlanır. Schmitt’e göre, liberal “hukuk düzeni” teorisi egemenlik sorununu bulanıklaştırır, egemen’i hukuka tabi kılan bir yanılsamalı felsefeden hareket ettiği için özellikle. Oysa, belirli bir hukuki düzenlemenin sonrasında işaret edilen bir yetke değildir egemen; aksine, hukukun gerçekleşebilmesi için belirli bir düzenlemeye ve forma ihtiyaç vardır ve bu düzen ve formu sağlayan şey, hatta dahası asıl olarak bu düzen ve formun kendisidir egemen.

    Bunu anlamamızın yolu ise istisna kavramıdır; yasalarca sınırları ve çerçevesi belirlenmiş istisna halinin ötesinde Schmitt’çi teoride istisna, soyutlama düzeyinde egemenliğin niteliğini berlirlemek üzere tanımlanır. Kural (hukuk) değil istisnadır (hukukun askıya alınması) bu niteliği belirleyecek olan. Çünkü, neyin istisna olduğuna, ne yapılacağına ve ne olacağına yön veren bir karar vardır. İşte, egemen, gerçek anlamda, bu karar’da saklıdır.

    Schmitt’in hukuk felsefesini -bir anlamda öncülü sayılan- Hobbes’un devlet felsefesini anladığımız gibi anlamalıyız bu noktada. Yani, her ikisinin de normatif bir forma dönüştürmek istediği şeyi bir sorun olarak anlamaya yönelmeliyiz: Hobbes, Leviathan’ı toplumsal sözleşmenin güvencesi ve istikrarı anlamında çözüm olarak düşünüyordu, oysa haklar ve özgürlükler sorunu bağlamında sorunun kendisi bizzat Leviathan’dır . Schmitt’de, mutlak bir egemen’i, egemen’in mutlaklılğını, olanın kendisi ve siyaset ile şiddet arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi olarak belirtiyor, fakat bu istisna teorisine dayalı egemenlik felsefesi bizzat mevcut dünyanın siyasal sorununu belirginleştirir. Liberal “hukuk düzeni” anlayışını deşifre eder Schmitt, ama bunu mevcut egemenlik düzenini bir olağanlık felsefesine dönüştürmek üzere yapar.

    Agamben’in Schmittci teoriyle uğraşmasının, didişmesinin nedenlerini bu noktada anlayabiliriz. Liberal hukuk düzeni nosyonunun içsel yalanı belirgindir; hukuk, kendi içinde hukuku askıya alabilecek bir güç tanımlayarak zaten çoktan ve zorunlu olarak hukuktan üstün bir iradeye/güce yer açmıştır. Güvenliğin ve düzenin tehlikede olup olmadığa karar verecek bir gücü tanımlayarak, kendi üstünde bir gücün varlığını tanımıştır. Bu gücün kararı elbette hukuki olmaktan öte siyasi bir karar olacaktır, siyasi bir karar böylece hukuk normu içerisinde hukuku askıya almak üzere işletilebilir olacaktır.

    Bu nedenle, Agamben, siyaset, şiddet, hukuk ve egemenlik arasındaki bulanıklaştırılan ilişkiden dolayı istisna hali’ni bir anomi olarak tarif eder. Yani, ne hukukun içinde ne de dışında olan bir “ara bölge”dir söz konusu olan. Demokrasi denilen rejim de, bu “belirsizlik mıntıkası”nın görünmezliği ve belirsizliği üzerine kuruludur. Anomi süreklidir, ohal’ler sıkıyönetimler ilan edilir ve sonra ortadan kalkabilirler; ohal ile istisna durumu arasındaki fark bu açıdan önemlidir. Olağan dönemlerde istisna durumunun anomik yapısı gizlenebilirken, olağanüstü hallerde -hakim siyasi iktidara sunduğu olağanüstü fırsatlar nedeniyle- mutlak bir belirginlik kazanır.

    Bu, elbette, olağanüstü hal ile olağan durumları birbirine eşitleyebileceğimiz ya da hiç fark yokmuş gibi siyaset alanını ele alabileceğimiz anlamına gelmiyor. Siyaseti, özellikle, ideal bir gelecek tasarısına ve ideal bir duruma endekslenmiş olmaktan çıkarıp -henüz varolmayandan el alsa bile- mevcudiyete etki edebilecek somut sorunlarla ve durumlarla ilgili bir mesele -eyleyiş- olarak düşüneceksek. Dönemleri kendi imkanları ve zorlukları açısından düşünmek zorunda olduğumuz gibi, anlar ve süreçler arasındaki süreklilik meselesine dair de zihnimizi açık tutmak zorun olduğumuz bir politik sorun yatıyor burada.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/