• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.54)
perfume; the story of a murderer - tom tykwer
filmde olaylar 18. yüzyıl da fransa'da geçmektedir. jean-baptiste greenouille bir balık satıcısı kadının oğlu olarak tezgah arkasında çöplerin arasında doğar. annesi onun da diğer çocukları gibi öleceğini sanarak çöplerin arasına atar. lakin jean yaşar ve bir yetimhanede büyür. güçlü bir koku alma yeteneği olduğunu çok geçmeden farkeder.
gençlik döneminde tabakhanede çalışmaya başlayan jean, şehire indiği günlerden birinde güzel bir genç kızın kokusunun büyüsüne kapılır ve onu takip eder. bir süre sonra kıza ulaştığında kız korkar ve çığlık atar. çevrenin onu duymasından endişelenen jean da panik içinde onun ağzını elleriye kapar. ne var ki bu durum kızın boğularak ölmesine yol açar. jean burada kızın her yerini koklayarak güzelliğin ve ölümün kokusunu içine sindirir.
paris'in o dönemki parfüm endüstrisi liderlerinden giuseppe baldini diğer üreticilerle rekabet içindedir. jean onun dükkânını görmüş ve bu koku imparatorluğuna hayran kalmıştır. bir gün tabaklanmış derileri baldini'ye getiren jean ona paris'in en iyi burnunun kendisi olduğunu söyler. baldini önce inanmaz ancak jean rakip üreticinin mamulünü kısa bir sürede üretince şaşırır. bir süre sonra da jean ona mükemmel kokular üreterek yanında çalışmaya başlar.
ancak jean'ın artık bir hedefi vardır. herşeyin kokusunu esir edebilmek... jean artık en müthiş eserini ortaya koyabilmek için çalışmaya başlayacaktır.


  1. döneminin dokusunu yansıtma anlamında umberto eco uyarlaması der name der rose ile birlikte anılabilecek ölçüde iyi bir filmdir. mistik öğeler bolca serpiştirilmiş olmakla birlikte senaryoyu fantastiğe çevirecek ölçüde öne çıkmıyorlar. tom tykwer bu filmle birlikte ilgimi çekmişti, 1998 yapımı lola rennt filmi de izlemeye değer. jean-baptiste grenouille'yi ben whishaw oynamıştır.
    worns
  2. ana karakter jean-baptiste grenouille bircok bilissel ve gelisimsel bozukluk sahibidir. kitaptaki donem itibari ile bilinmemesine ve tanilanmamis olmasina ragmen spektrumda olan bir birey. kokuya takintisi ve sosyal iliskilerindeki eksiklik bunun en buyuk kaniti. gecikmis konusma ve bilissel olarak geri olmasi gozlemlenen baska engel durumlari. ustune duygusal ve davranissal bozukluk eklenmis. karakter ne serefsizdir ne de o. cocugu. sadece farklidir. yaptiklarini genel ahlak kurallari uzerinden yargilarsak belki sucludur ama onun gozunden yasarsaniz bulundugu topluma yabancidir sadece.
  3. sağlam bir dayak yemesi gereken jean-baptiste grenouille isimli kahramanı anlatan kötü film. ağzını yüzünü sikeceksin çarşının ortasına bırakıp bak bakalım ondan sonra o burnu için güzelim kızları öldürüp memelerine yağ sürebiliyor mu? filmdeki karakterin sevimli, ulvi bir amacı olan katil gibi gösterilmesine aşırı kılım.

    bu pezevengin yaptığına entel anlamlar yüklenmeye çalışılması beni ziyadesiyle geriyor.

    bir hannibal lecter'ın kesip attığı tırnak olsun. konuşmayı bilmiyor daha, burnunu siktiğim. şöyle güzel 2-3 cümle kuramıyor. neymiş efendim, parfümün içinde %5 gül esansı, % 3 tarçın varmış. vatanı mı kurtardın itin oğlu. yok kızı boğup çiçekleme yöntemiyle damıtmaya kalkmak, yok saçlarını kesip fırına verecek gibi yağlamak. bu karakter kadar karizmatik olmayan başka bir seri katil zor gelir daha beyazperdeye. tam bir ezik. kokuları hafızasında tutmak isterken falakaya yatırıp al sana koku diyeceksin. al sana koku maymun bakışlı, hadi bakim bundan sonra bunu kokla deyip varisli dede çorabı uzatacaksın o yamuk burnuna doğru...

    se7en'da ölümcül günahları kalkan yapmıştı, dr. lecter desen zerafeti ile büyüleyen, sadece açgözlüleri veya yalancıları öldürüp yiyen nefis bir insan. freddy müdürü yakmışlardı, annesine tecavüz etmişlerdi... adamın nedenleri var. v hocamız da öyle. kimyasal deney yapmışlar. schindler's list'teki canavar komutan amon goeth bile, beyazperdeye yansıtılan seri katil tiplemelerinde en sık sempati yaratan unsur olan, belirsizlik kuramı ile , yaptıklarının ardındaki nedeni izleyiciye bırakmıştı. hani hiç yoktan "neden" diye sormamızı sağladı.

    ama bu orospu çocuğunda hiçbir olay yok. tırt. ne intikam alma arzusu var, ne karakter analizi ve küçüklüğü verilmiş. ne de her seri katilde olan spesifik özellikler var. bildiğin tamirci çırağı. sormak lazım; meydanda herkese grup seks yaptırdın da ne oldu?
  4. aynı zaman da muhteşem bir soundtracki vardır. dinlerken kendinizi parisin orta çağ dönemindeymişsiniz gibi alıp götürüyor.
  5. filmi başlarda sıradan bir vizyon filmi olarak değerlendirmiş olduğumdan izledikten sonra yaşadığım şoku anlatabilmek için yeterli kelimeleri bulamıyorum. gerçekten güzel bir film olmasına rağmen gereken ilgiyi çekememiştir. bu filmi izledikten sonra saat başı kendimi koklayıp "acaba benim kokum var mı?" diye uzun uzun düşünürdüm.
  6. etkileyici finaliyle, yıllar önce izlemiş olmama rağmen, aklımda kalmayı başarmış oldukça güzel bir filmdir.
    !---- spoiler ----!

    köpeğin sahibinin kokusunu alışı ve sondaki orgy partisi de sağlamdı. ^:swh^

    !---- spoiler ----!
  7. ozgun kurgu, iyi oyunculuk ve kötü hikayenin bir bileşimidir.
    ilk dakikalarda müthiş bir şey izliyorum ben ya hissi verip, soluksuz izlenirken, sonlarında her 4 kelimeden biri koku oluyor ve beklentinin altına iniyor.
    beş duyumuzdan genel anlamda hayatımızda en az yer tutan duyunun cok kuvvetli olması oldukça sıradışı bir kurgunun ortaya çıkmasına neden olmuş. ama bu sıradışı kurgu bizi bir yerden alıp bir yere götürmüyor, ana fikir yok. bu kadar cinayetten sonra failin cezası ne olacak nasıl olacak ne olmalı diye düşünürken film hayal kırıklığıyla sonlanıyor.
  8. filmin linkine de mı bu kokudan sıktılar diye düşünmeden edemedim, sanki istemsizce izlemeye devam etmemi sağlayan bir güç varmış gibi soluksuz izledim...