-
“beni güzel hatırla, bunlar son satırlar…”
farzet ki bir rüzgardım
esip geçtim hayatından
ya da bir yağmur
sel oldum sokağında
sonra toprak çekti suyu…
kaybolup gittim
belki de bir rüyaydım senin için
uyandın ve ben bittim..
“beni güzel hatırla, çünkü sevdim seni ben…”
her şeyini…
sana sırdaş oldum
dost oldum koynumda ağladın
yüzüne vurmadım hiç bir eksikliğini
beni üzdün kınamadım
alışıktım vefasızlığa
el oldun aldırmadım…
“beni güzel hatırla, sayfalarca mektup ayırdım sana…”
şiirler yazdım her gece
çoğunu okutmadım
sakladım günahını sevabını içimde
sessizce gittim…
senden öncekiler gibi sen de
anlamadın…
“beni güzel hatırla, sana unutulmaz geceler bıraktım…”
sana en yorgun sabahlar…
gülüşümü..
gözlerimi..
sonra sesimi bıraktım
en güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka…
söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
vedalar bıraktım duraklarda…
ne ararsan bir sevdanın içinde
fazlasıyla bıraktım ardımda…
“beni güzel hatırla, dizlerimde uyuduğunu düşün…”
saçını okşadığımı
üşüyen ellerini ısıttığımı
mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
alnından öptüğüm dakikaları…
birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
şaşırtmayı severim biliyorsun?
bu da sana son sürprizim olsun
şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
beni güzel hatırla
gidiyorum… -
bu başlığı bulduğum iyi oldu. günün en güzel saatlerinden en güzel günaydınlarımla efendim.
pek bir sevdiğim edip cansever ve onun elden ele sevda büyüten "yerçekimli karanfil"i..
biliyor musun? az az yaşıyorsun içimde
oysaki seninle güzel olmak var
örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
midemdi, aklımdı şu kadarcık kalıyor.
sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
o başkası yok mu bir? bir yanındakine veriyor
derken karanfil elden ele.
görüyorsun ya sevdayı büyütüyoruz seninle
sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
birleşiyoruz sessizce. -
"muhabbet kuşumuz öldü
arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
biliyorsun ölüm mavi boş bir kafestir kimi zaman
acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur pollyanna"
*elimdeki kitabı açtım ve bu şiir denk geldi. bu kötü sabaha da ne yakıştı...
(bkz: pollyanna'ya son mektup - didem madak) -
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını...
murathan mungan -
canım birhan keskin'den gelsin bu sabah şiiri...
bir masal
bir taş ağırlığında olabilir mi?
olurmuş meğer.
birlikte bir masala inanmak istedim
ben seninle, sadece bu.
sen beni tek
tek
tek
bıraktın.
benim artık taş taşıyacak,
taş kaldıracak, taş atacak
halim mi var! -
sabah şiirleri olması hasebiyle vera'ya da günaydın diyerek:
vera'nın uyanışı
iskemleler ayakta uyuyor
masa da öyle
serilmiş yatıyor sırtüstü kilim
yummuş nakışlarını
ayna uyuyor
pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri
uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon
karşı damda bacalar uyuyor
kaldırımda akasyalar da öyle
bulut uyuyor
göğsünde yıldızıyla
evin içinde dışında uykuda aydınlık
uyandın gülüm
iskemleler uyandı
köşeden köşeye koşuştular
masa da öyle
doğrulup oturdu kilim
nakışları açıldı katmer katmer
ayna seher vakti gölü gibi uyandı
açtı kocaman mavi gözlerini pencereler
uyandı balkon
toparladı bacaklarını boşluktan
tüttü karşı damda bacalar
kaldırımlar akasyalar ötüştü
bulut uyandı
attı göğsündeki yıldızı odamıza
evin içinde dışında uyandı aydınlık
doldu saçlarına senin
dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin.
nazım hikmet ran -
ben acıyım. yani senin hazan düşen yüzün. umarsız
boyun bazan. bazan ağzın, gölgeli gözlerin
yani çocukluğun. bursa'da bir sokak yani
(bursa'yı hiç görmemişim gibi gelir bana)
bir akşam yaktığın mum sonra bir kilisede
daha hiç bilmediği bir yüz için ölümün
zaman ki senden başka nedir
ve hep bir yüz dönüşür bende
bir yüze
hem geceyi, hem tanyerlerini taşır kendinde
ben ki bir yıkıntınım senin, senin büyüttüğün
acının el yazısında
ilhan berk -
bu sabahki şiirimiz sedat umrandan gelsin...
sedat ümran
leke
takılıp kalmış bir noktada
gölgesini içine düşürerek;
leke sabrın gücüyle büyür
tek başına
uzanır güneşe dek,
arınır kirinden;
yürüyen ak lekeleri olur göğün,
mavi gök-uykusunun düş lekeleri.
leke aşmaz sınırını,
kendini bilir,
durur bütün oturmuşluğuyla;
dağıtmaz, yaymaz gücünü
siz dokunmayınca.
leke lekelenmekten korkmaz,
kurtulmuş geleceğin ürküntüsünden,
alabildiğine özgür;
sevincimin kumaşında parlayan
üzüntü lekeleridir,
silip de bir türlü çıkaramadığım
içimin dökülen mürekkebidir. -
orhan veli'den gün olur:
gün olur alır başımı giderim,
denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
şu ada senin, bu ada benim,
yelkovan kuşlarının peşi sıra.
dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
çiçekler gürültüyle açar;
gürültüyle çıkar duman topraktan.
hele martılar, hele martılar,
her bir tüylerinde ayrı telaş!..
gün olur, başıma kadar mavi;
gün olur, başıma kadar güneş
gün olur, deli gibi...
şarkısı da var,
(bkz: gün olur - zülfü livaneli) -
"ona bir kolye vermiştim kendi sözlerinden
sürekli bir gülümseyişle yüzümdeki
görülmemiş bir ustalıkla acıyı ters yüz eden.
elbette bir ustalıktır bizim sevgimiz
mutlu bir yolcu gibi yol kenarlarındakilere el eden.
bu kentin her yanını unuttuk
kimbilir nerde daha bir postacı olurken. "
edip cansever