1. yeraltında bir bizans sarnıcı gibi loş
    kuyularda körlerin durağan bakışlarını
    tedirgin bir çocuğun önsezileriyle
    bozmadan geçerken hiç düşünmemiştim
    yukarda bembeyaz bir güvercinin
    mavi bir balkonun bulutlarından
    benim toprağımı aradığını

    karşıda tepelerin hayal perdesini
    bir sardunya ağacı hışırdatıyor
    koyunlar sessiz bir yılan bir güneş
    bir kısrağı her yıl aşan kırların
    azgın tanrısı pan'dan doğma yabansı
    ve inatçı bir keçi gibi gavvino
    bir zincirlemeyle geçiyor çocukluğumun
    kısa pantolonlu kara gözlü yoksulluğuna

    sanki pera'nın bindokuzyüzden
    art nouveau pencerelerden baktığı
    tirşe haliç ve loş kumrular oteli
    birbirinden habersiz iki odada
    seni de salıyor düşlere ve beni
    tanrım görmeden tedirgin ve kızgın
    gümüş bir asansör çıkarırken seni
    kara bir ağırlık gibi iniyorum boşluğa

    sakalının koyu meşe dallarıyla
    kapatınca karanlık bulutlar
    göklerdeki haşin ve eski ahitten
    bir mezmurla isyan eden babamız
    dilsiz ve korkulu ve yoksul
    sıkı toprağı delip güneşe doğru
    alınyazısını yırtan ufacık tohum
    benim geçmiş tarlalardan arkadaşım
    kemik saplı kaçamak bir çakıyla
    kurak hayalgücümü kanatıyor

    sanki bir sayım günü ya da sıkıyönetim
    issız sokaklarında surdiplerinin
    birbirine rastlamadan dolaşan
    iki serüvenci gezgin gibiyiz
    bomboş bir sinemanın koltuklarında
    kapkara bir perdeyle ayrılmış gözlerimiz

    bir kuzunun boğazına saplanan hançer
    birden gürültülere boğuyor kenti
    kanlı sokaklarında gondollar yüzdüren
    bir venedik dışarda bu bozgun bizans
    çocukları hançerleyip öldürüyorlar
    kırık bir akordeon gibi yüzleri

    sanki erken rönesansın bir sarayında
    sesleri sarmaşıklar gibi bir madrigalin
    iki sağır şarkıcı gibiyiz
    şiirimiz sarılıyor usanmaksızın
    birbirine ve biz sarılamıyoruz

    gölgeli kümeslerde yeniyetmeler
    kucağında fısıldaşan tavuklar
    kara gözlü sıpalar ve soluk soluğa
    evreni sevişmenin kuşlarıyla dolduran
    gelinler metresler orospular melekler
    ağaçların ve rüzgarın ve tüm denizlerin
    seslerine karışan şu azgın hayat
    sanki seni ve beni
    boğaz'ın çok derin akıntılarında
    ters yöne habersiz yelken kaldıran
    iki çağdışı ve şaşkın balık gibi
    bir doyumsuz hasrete tutsak ediyor

    perdede şimdi kocaman bir hayal
    sadece senin yüzün...