1. yüzyıllardır ortak cevabı bulunamayan, sanat 101 derslerinin girizgahı, entelektüel sohbetlerin kıvam açıcısı, güzel sanatlar fakültelerinin izbe kulüp odalarını inleten kadim soru.

    3 figürü vardır: sanatçı, sanat, toplum. figürlerden biri kibirli etken ^:sanatçı^ , biri masum edilgen ^:sanat^, biri ise bu tartışma için etkisiz elemandır ^:toplum^.

    toplumun bir olup sanatçıya "kardeş sen bunu sanat için yapmışsın da, bu toplum için olmalıydı!"^:veya tam tersi^ demişliği görülmemiştir. almak istediğini/verilmek isteneni alır, beğenisi/eleştirisi dile getirir. kabul eder veya etmez. ne için yapıldığının alt metnine kanalize olmaz.

    sorunun en büyük handikapı da budur zaten. sanatı, "bir şey için yapılmalı" kalıbında yüzeyselleştirmiştir. sanatı, bireysellikten uzaklaştırıp topluma veya sanata indirgeyeceğim derken, sanatçı gözünden bireye ve kibre boğmuştur. sorunun tek derdi, sanatçının içindeki boşluğu doldurmaktır, sanatla ve toplumla ilgilenmez.
  2. günümüzde maalesef ikisi de değildir efenim. an itibariyle sanat maddi ve muhteremdir.
  3. bu nedense sanatçının değil de onu beğenenlerinin, beğenmeyenlerinin ya da eleştirmenlerin kafa yorduğu bir sorudur. zaten öyle de olmalıdır. sanatçı hiçbir klişeye, kaygıya ve baskıya kapılmadan beynindekileri akıtabilmelidir. sonuçta ortaya dökülen nasıl yorumlanırsa. aksi halde yaratıcılığından ödün vermiş olur.
  4. sanatın sanat için olması toplum için daha faydalıdır. nice insanlar "toplum için sanat" yaptığını zannederek beyin yıkama ve fikir empoze etme amaçlı eserler meydana getirdi.

    sanatçı sanatını kendisi ve sanat için yapmalı, toplum zaten kendisine o eserden pay çıkartarak kendisini geliştirecektir.
  5. iki soruda da ortak bölen insan olduğu için doğru diyebileceğimiz bir cevabı yoktur. bu yüzden her insan kendi bakış açısına göre yorumlar. keza sanat nedir ? aksiyon filmleri sanat mıdır ? demet akalın " sanatçıyım " diyor , ortaya koyduğu şarkılar eser midir ? bu kendisini sanatçı mı yapar ?

    bu noktada pek çok cevap mevcut. ama benim için sanat kesinlikle para karşılığı yapılmamalıdır. madem ki sanat hayal gücü ve yaratıcılığın ifadesi olarak görülüyor , para kaygısı bu ifadeyi bozar ve şekillendirir. yani sanatçı , avukat , doktor veya memur gibi sabah sekiz , akşam beş şeklinde çalışarak "eser" veremez , vermemeli.

    mesela marlon brando, Truman Capote ' ye verdiği röportajda " şu an burada olmamın tek nedeni paraya karşı koyacak cesaretimin olmaması" diyor. hatta ekşisözlük'te bir yorum da "bana oyunculuk için verdikleri kadar parayı yerleri temizlemem için verseler, seve seve temizlikçi olurum. ben bu işi para için yapıyorum, hayranlar ve sevenler kimin umrunda" dediği söyleniyor. ben araştırdım fakat kaynak bulamadım , bulanınız varsa mesaj atsın. ortak nokta marlon brando'nun aktörlüğü sanat için değil , para için yaptığı gerçeği. işin ilginç yanı kendisi benim nezdimde gelmiş geçmiş en iyi aktörlerden birisidir , hatta en iyisidir (sağdan robert de niro kaş göz yapıyor).

    şimdi marlon brando kalkıp beni dinleseydi , " arkadaş benim aktörlüğe olan hevesim sadece paradan ötürü , haklısın böyle yapmamalıyım , oyunculuğu bırakıyorum " deseydi , şu an hepiniz beni linç ederdiniz. peki ben neden kendi kendimi göt ettim ? entrynin başında yazdığım gibi ortak bölen insan. farklı görüşler ve yorumlar.

    mesela salvador dali . şu eserini ilk gördüğüm de " bu ne amk " demiştim. kendisi sürrealizm akımının en önemli isimlerindendir. pek çok kişi kendisinin "sanatçı" olduğu konusun da hemfikirdir. benim yeniden " bune amk " diyeceğim Paul Eluard’ın Portresi , 2011 senesin de 15.8 milyon euroya satılmış.

    sanat ve para arasında ki ilişkiye daha yüzlerce örnek verilebilir. benim düşüncem sanat, sanat için olmalıdır. toplum da bundan sonuna kadar faydalanmalıdır.

    edit: son iki paragrafı bir şekilde silmişim. geri getirildi.
  6. her ikisi için de değil olarak cevaplanması gereken sorudur. soruyu incelemeden önce, kendime göre bir sanat tanımı yapmalıyım. sanat bence, kişinin^:sanatçının yani^ insani olan ile sıkıntısının^:derdi de denebilir^ doğurduğu çatışma içerisinde edindiği cevapların insanlara aktarımıdır. bu tanımdan yola çıkarak bu soruyu cevaplamamız gerekir. öncelikle sanatın, sanat olması için tanımıma göre insanlara sunulmuş olması gerekir. zira sunulmadan önce ortaya çıkana sanat değil de ancak eser diyebiliriz bana göre; eser kişilerle tanıştıktan sonra ve bu kişilerin ona verdiği değer ile sanat olur. bu bağlamda sanat, eser oluşturmanın bir sonucu oluyor. bu açıdan bakıldığında da yapılım nedenin, sonucu olması mantıklı gözüküyor fakat böyledir dersek, bu sığ bir bakış açısı ile olaya bakmak olur. çünkü tanımıma bakacak olursam sanatın ortaya çıkmasının en büyük nedeni insani mesele ile olan sıkıntı olduğu görülebilir. bu yüzden sanat için olduğu görüşünü tamamen eleniyor.

    bu insani olan ile dert tanımı ise bizi topluma doğru itiyor gibi gözükebilir, fakat burada yapılması gereken en önemli şey toplum ile insani^:beşeri^ ayrımını yapabilmek olur. toplum içinde bulunduğu duruma, çevreye ve zamana göre değişebilen, sürekli devinim içerisinde olan insan gruplarının oluşturduğu yapıdır. toplumlar sürekli olarak, tarihten bu yana değişim göstermişlerdir. eğer eserler toplum için yazılmış olsa idi, bundan yıllar yılar önce yazılmış farklı bir toplum zamanında ortaya çıkmış, o döneminin insanını anlatan eserlerin şimdi bize hiçbir şey ifade etmemesi gerekirdi. ama biz sanat eserlerini incelerken, onların kalıcı olma özelliğini de göz önünde bulundururuz ve kalıcı olanlara sanat deriz zaten. tanım içindeki insan kelimesi de toplumları oluşturan küçük bireyler değil, kavram anlamında insandır. tarihten bu güne var olmuş, sırrını, fıtratını çözmeye çalıştığımız varlıktır. yani en basit anlamıyla insandır lakin birey değildir, buna beşeri demek tüm sıkıntıları çözecektir.

    bu tanımlara ve bu çözümlemelere göre sanat ne sanat için, ne de toplum içindir. zira sanat bir için değildir, ne bir şeyin sonucudur, ne de sebebidir. sanat tamamen insanın cevaplarına göre insandan kopan bir olgudur.

    belki de sanatın ne olduğunu anlayabilmek için ismet özel'in şiiri anlatmak için tasarladığı hikayeyi gözden geçirebiliriz. hikayeye göre:

    iki arkadaş bir merdivenden inmektedirler. arkadaşlardan birinin bir sebepten dolayı ayağı kayar, merdivenden düşer ve kıpırtısız bir şekilde yerde yatar. diğer arkadaş telaşlanır, koşarak arkadaşının yanına gider ve onu sarsarak bir şeyler söyle der.

    ismet özel'e göre arkadaşın söylediği şey şiirdir. hem söylediği şey kendi varoluşundan bir haber sunar, hem de karşısındakini rahatlatır. üstelik bir şey söyleyebilmek için merdivenden de düşmek gerekir. işte bu sanattır.
  7. sanatçı düş kuran, tahayyül eden, hayallerini bir şekilde ortaya somut olarak koyma zorunluluğu hisseden, bir nevi anomali yaşayan insandır.
    anomaliyi negatif bir anlamda kullanmadım ki zaten aslında kelime negatif değildir ama anomali “az” olduğundan “çok” tarafından negatif algılanır.
    tıpkı delilik gibi…

    sanatçılar, deliler ve veliler aslında toplumdaki anomalilerdir. aynı kaynaktan beslenirler…ilham, doğuş, vahiy aslında hep aynı kaynaktan gelmektedir. düş ve düşünce kelimeleri aslında düşmek kelimesinden türetilmiştir. insanın iç özüne düşmektir düş… “normal” insan bu kaynağa uzak olduğundan ve farklı frekansta olduğundan kaynağı algılayamaz ve algılayarak onu yaşayanlara da farklı sıfatlar altında kimi zaman gıpta ile kimi zaman çekinerek kimi zaman da alay ederek “anomali” olarak genel çerçeveye koyar.

    sanatçı ilham yoluyla kurduğu -istemsiz- ilişki nedeni ile neredeyse bir hasta gibi yaşamaya başlar. içindeki fırtınaları, kurguları yani “safra”yı en kısa zamanda atmalı ve dışa vurmalıdır. bunu yaparken de aç kalması, perişan bir hayat sürmesi, acı çekmesi, toplumdan dışlanması onu etkilemez.
    yağmur altında ıslanan bir aşık gibi gözü hiçbirşey görmeden “safra”yı dışa atmaya uğraşır. dışa vurum yaptıkça “safra” artar. sanatçının zihni ve vücudunu bir nevi üst planlar tarafından bir aracı olarak kullanılan bir obje olarak düşünebiliriz. sanatçının bu “safra”yı atarken herhangi bir amacı, kaygısı ve beklentisi yoktur, olmamalıdır, olamaz da…

    sanatçı bu nedenle aslında alkış beklemez, övgüye gerek duymaz, “safra”ları oluştuktan sonra onlarla karşılaştığında ise bu “eser”lerin ona doğup, ondan çıktığına inanamaz, tıpkı bir annenin doğan bebeğini ilk defa görmesi gibi bir duygudur bu.

    sanatçılar, deliler ve veliler aynı gruptadır demiştim; yaşadıkları hayat, hikmete ulaşabilme yolları, anlaşılamama, ifade edememe ve anomali olarak değerlendirmeleri benzerlik gösterse de “safra”yı dışa vurumları farklıdır ve burada ayrılırlar. üç grup da aslında 4.alemde yaşayan insan’dan daha üst bir varlıktır ve 5. aleme en yakın konumda “vesica piscis” içinde bulunurlar ki buna müzikte “fa diyez” diyebilirim.

    sanatçı üst alemlere-planlara yaklaştıkça maddeden daha fazla kopacak ve manaya doğru seyahati hızlanacaktır. mana yerine müzik de denebilir ki müzik kelimesi muse’den türetilmiş olup ilham perisi anlamına gelir.
    sanatçı maddeden kopabilmek için deliler ve veliler gibi bir süre için onu “vesica piscis” alanına yaklaştıran “akıl”dan da uzaklaşmalıdır. akıl bir noktaya kadar olmazsa olmazdır ancak sonrasında gerçekten “ayak bağı” olur.
    (akıl arapçada develerin çiftleşme dönemlerinde onları dizginleyebilmek için ayaklarına çapraz bağlanan ip-bağ anlamına gelir.)

    bu nedenle akıl aslında bir roketi uzaya fırlatmaya yarayacak ve onun “yer”
    ile bağını koparacak itici güçtür, yakıt tankıdır. ancak roket belirli bir irtifaya geldiğinde bu tankı atmaz ise ağırlık yapacak irtifa kaybedecek ve “yer”e düşecektir. ama belirli bir yerde bu tankı bırakırsa çok daha yukarılara ulaşabilecektir. “insanlar akıl’a kanat takıyorlar aslında kurşun ağırlıklar bağlamalılar.” demiştir francis bacon.

    sanatçı, yaratıcının frekansına erişebilmiş ve onun sesi olmuş kişidir.
    düşünceleri, eylemleri ve “safra”ları – eserleri kendisine ait değildir.
    onun içine doğanlar ona dile getirenler tamamen yaratıcının sesidir, bu nedenle sanatçılar, deliler ve veliler yaratıcının “yer”yüzündeki temsilcileridir.

    “biz düşüncelerimiz değil, düşüncelerimizin düşünceleriyiz.” `isaac newton`
  8. her ikisinin de yanlış olduğunu düşünüyorum. nasıl? bugün sanatçılarını bilemediğimiz binlerce keşfedilmiş, keşfedilmekte olan veya keşfedilmeyi bekleyen sanat eserleri bulunmakta. sanatçılarının yada toplumun bunu bilmemesi onların sanat olduğu gerçeğini değiştiremez. bu nedenle sanat toplum için olamaz.

    öte yandan sanatın her daim eğitici, öğretici, sanatçının ise 'ben buradaydım' diyen bir yönü olmuştur. bir nevi insana karşı ayna gibidir. sanatçıyı ve insanı; din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep ayrımı gözetmeksizin farklı duygular uyandırsa da eğitir, öğretir, yol gösterir. bu yüzden sanat, sanat içinde olamaz.

    velhasılı kelam sanat, ne sanat içindir ne de toplum için. sanat, insanı insandan ayırmaksızın kişi içindir. anlaşılıp anlaşılamaması sanatı değil, kişiyi bağlar. bu konuda birikim yapmak sanatın değil kişinin işidir.
  9. aylarca hiç kimseyle iki kelam etmemiş bir insanın bu süre sonunda kendisine ilk selam veren kişiyi bir saat lafa tutması gibidir bu kadim soru, o kadar anlamsız, o kadar çözümsüz çünkü aynı kişi bir süre sonra aynı yalnızlığı yaşama ve aynı iletişim ihtiyacını tekrar hissedecektir.

    sanatçı duygu taşkınlığından, ifade ihtiyacından yapar ne yaparsa; bu ihtiyacın vardığı yer de anlaşılmak isteğidir. bir süre art for art's sake diyecektir ama sonra anlaşılmak için anlatmak gerektiğinin farkına varan sanatçı, sanatını toplum için yapmaya başlar.
    belki özgünlüğünü anlaşılmak uğruna feda eder ve genel kanının öngördüğü üzere geliştirilemez bir hal alır ve çıkmaza girer. ama belki de sanatın sanat için olduğu algısını içselleştirdiğinde anlaşılmanın yeni bir boyutunu keşfedecektir ki o yeni boyut sanatın özünde hiçbir şey için olmadığıdır sanırım.
  10. toplum için yapılan sanat basittir. toplum çok şişman ve yavaş haraket eden bir olgudur. eğer onun önüne donut koyarsanız hemen yer. bitirir. yenisini ister. bu yüzden her yaz farklı bir demet akalın albümü çıkar.