1. kilit aleti sanılanın aksine buhar makinası değil, mekanik saatlerdir. zaman anlayışına sahip oluşun erdem sayıldığı bu dönemde, iktidarın insan üzerine zaman aracılığıyla en baba tahakkümünü görürüz. çünkü zaman tahakkümdür.
  2. neolitik devrim'le tarım ve yerleşik hayatı geliştiren insanlık 17.-18. yüzyıla kadar iyice yerleşti. yerleşik hayat nüfus patlaması getirdi. nüfus patlaması demek bilim adamının karnını doyurabilmek demekti. derken ingilizler buharlı makineleri keşfetti. (james watt) bu makine gemilerde tranlerde kullanıldı. derken graham bell telefonu keşfetti. iletişim olanakları, toplum yapısı devrime hazır hale geldi. tek eksik maliyetti yani para. onu da gidip hindistandan şurdan burdan çalıp taşıdılar. böylece fabrikalaşma başladı. neolitik devrimin bitişi köylünün şehre göç etmesidir. yani artık üretime ihtiyaç yoktur. tüketime ihtiyaç vardır. bu da kapitalizmi doğurdu. sonrasında meydana gelen sınıf ayrımı ise sosyalizmi doğurdu. bu işte fransızların önemi siyasal yapılanmayı oluşturmaları, almanların önemi de makineleşmeyi hızlandırmalarıdır. ingilizler zaten memleketlerine yeterince altın taşıdıkları için sermayeyi oluşturdular.
    abi
  3. "insan gibi yaşamak" deyimini yer yüzünden silen devrimdir.

    skolastik dönemin suratı, rönesans tarafından paramparça edildikten sonra avrupa bir çok ileri adım attı falan filan bunlar bildiğiniz şeyler. bu malum skolastik düşünce yerle bir olunca insanlar para kazanmaya başladılar. şimdi adamlar para görmemiş nasıl harcanır bilmezler tabi eskiden eline geçeni kiliseye verirken artık vermiyorlar dolayısıyla para çok gelince başlamışlar çocuk yapmaya. 16.yy'da bir sürüyle çocuk peydahlanmış avrupada. tabi rönesans'la gelen hadi el ele tutuşup düşünelim algısıyla tarımda da bir takım yenilikler oluyor ve amerikanların "redneck" dediği türkiye'de "anadolu çomarı" adını alan kesim ^:ki ben kısaca insan diyorum^ arkadaşlara köyde gerek kalmayınca "kentler efsoymuş moruk" gibi sohbetler başlıyor ve insanlar şehirlere gidiyorlar. herşey günlük gülistanlık bu sıralar. ama işte işler hep öyle yolunda gitmiyor doğal olarak ve kentleşme her zaman yaptığı gibi tüketim odaklı bir toplum oluşturuyor. böyle olunca malum "üreme sevdası" olsun, köyden kente meksika dalgası şeklinde akınlar olsun, "el ele tutuşup aydınlanalım kanka" konulu rönesans olsun insanların köpek gibi çalışıp aç kalmak üzerine kurdukları kültür olsun birleşince birden milletin beyni dönüyor ve sonra ingiltere'de^:birleşik krallık diyorlar^ adamın biri çıkıp "kanka bişi yaptım buharla çalışıyo çok mantıklı" diyor ve böylece her dünyanın kaderi baştan yazılıyor.

    bunlar hep bildiğiniz şeyler olduğu için pek ayrıntıya inmedim. gel gelelim insanlığa çağ atlatan bu buluşlardan niye haz etmiyorum?
    şimdi "ne güzel bissürü üretiyoz oh mis fena harika vuhuu artık kimse aç kalmicak" diye yürümüyor iş tabi ki bu adamlar paranın ne kadar güzel bir şey olduğunu rönesansla, yaklaşık 2-3 yüzyıl önce öğrenmişler. eh alıştın mı da bırakamıyorsun mereti. devlet dediğin şey de ne zaman görevini yapmış ki o zaman yapsın?
    yukarıda bahsettiğimiz köyden kente meksika dalgası yaparak göçen arkadaşların hepsini alıyorlar fabrikalara ama bunlara parayı koklatıyorlar sadece böyle olunca malum "üreme aşkı" da bir taraftan dürtüyor bunları diyorlar ki "ben iki tane çocuk peydahlayayım da bunlar da çalışsınlar zaten çocuk en fazla ne kadar yiyebilir ki ?" tabi bu arkadaş düşünmüyor dünyanın ideal nüfusu 4 milyardır fazlasını kaldıramaz abi yapmayayım etmeyeyim diye. düşünmeyince kirleniyor insanlık doğal olarak. çocukları salıyorlar fabrikaya bunlar. çocuk o evladım çocuk ne bilsin 5 ton basınç yapan pressin atına parmağını sokmaması gerektiğini, deneyerek öğrenir o. dolayısıyla karanlık günler geri geliyor hatta öyle ki skolastik çağda en azından cennete gitmek gibi pozitif bir tetikleyici vardı burada o da yok.

    devletlerin bu işlere el atması üç seneyi geçiyor bu dönemden sonra ama nafile artık para için savaşmaya programlanmış bir nesil gelmiş oluyor ki devletin el atmasının üzerinden çook uzun yıllar geçiyor elle tutulur düzenlemeler yapılana kadar. parayı gaye olarak gören bu fabrikada büyümüş çocuklar yeni çocuklar yapıyor ve bu çocuklara kendi görüşlerini aşılıyorlar, hayat standartları günümüze doğru normale dönüyor falan derken düzenlemeler vesaireler yapılırken bu hayat görüşü hiçbir zaman değişmiyor ve bu da insanların insan gibi değil de "kaldırım" gibi yaşadığı bir dünya yaratıyor.

    kaldırım evet. hani o evden çıkıp işine giderken üstüne bastığın, hani üstünden geçiyorsun sonra patronun senin üstünden geçiyor, sonra onun patronunun patronu, patronunun üstünden geçiyor, sonra devlet hepinizin üstünden geçiyor hatta öyle ki sen yine o kaldırımın üstüne basarak eve gidip kardeşinin, karının falan üstünden geçiyorsun. sonra televizyonu açıyorsun bakıyorsun y devleti x devletinin üzerinden geçmiş sonra bm'de onun üstünden geçmiş falan. böyle devam ediyor bu.
    bozuk
  4. ben de sanayi devriminin getirdiği bazı değişimlerden kısaca bahsedeyim...

    1.teknolojik olarak
    organik enerjinin kullanımı yavaş yavaş ortadan kalktı, bunun yerine artık kömür var! evet kömür! doğanın belasını vermek için mükemmel bir kaynak. bununla beraber artık hayvanlar ile olan ilişkimiz normal olarak daha da azalmaya başladı. tarlayı öküz ile manda ile sürerdik şimdi traktör geliyor, normal takdir edersiniz ki.
    bir diğer teknolojik gelişme ise makineleşmedir, buna örnek olarak iplik makineleri verilebilir (ipliğin eğrilmesi).
    2. emeğin ve üretimin düzenlenme/organize olma halindeki değişiklikler:
    sanayiler artık hayatımıza giriyorlar. eskiden atölyelerimiz vardı, esnaf vardı. devrim ile beraber bu kavramlar yerini sanayi kuruluşlarına bırakmaya başladı. daha az işçi, daha az teknolojiye karşılık daha fazla iş gücü ile daha fazla teknoloji yani kısa zamanda çok üretim söz konusu. burada birden bir geçiş olmadı tabi, bunun için (bkz: putting-out system) kavramına veya diğer bir deyiş ile proto-industry kavramına bakabiliriz.
    3.emek/üretim kurumlarında meydana gelen değişimler
    bu konu başlığını ise 3 ayrı şekilde inceleyelim:
    a)sermaye(capital)
    b)işçi/emekçiler(labor)
    c)market
    şimdi sermayeye baktığımızda 2 değişiklikten direkt olarak bahsedebiliriz. bunlardan biri freedom to accumulate : istediğin kadar sermaye biriktirme, kümeleme, toplama özgürlüğü. devlet ya da başka bir teşebbüs kimsenin elinde ne kadar sermaye bulundurduğuna karışamıyor. diğeri ise freedom to invest: free the invest to area will be profitable, daha öncesinde bazı kısıtlamalar vardı: nereye nasıl yatırım yapacağımıza dair ama yavaş yavaş o kısıtlamalar tarih oluyor.
    labor'a geldiğimizde ise özellikle ingiltere'de bazı olaylar görüyoruz: (bkz: enclosure) . bu ne demek diğer başlığa yazacağım. bu eylem ile birlikte köylünün toprağı neredeyse kalmıyor veya kalan topraklar da pek verimli değil. durum böyle olunca köylü topraksız ve işsiz kaldı. bunun teknolojik gelişmeler ile etkisi kapitalizm üzerinden açıklanabilir. ingiltere'nin parlementoda aldığı bu enclosure kararının sonucunda -birnevi sanayi devrimi ile - ortaya çıkmıştır. son olarak market olayı var. bunu sömürgeler ile açıklamak mümkün. ingiltere'nin ve fransa'nın bu gelişmeler ile birlikte anavatanlarından çıkıp hammadde ve ucuz işgücü amacıyla dünyanın tabiri caiz ise ırzına geçmeleri buna örnektir. şöyle ki, atlantic triangle diye bir kavram var. bu kavramı atlantik üçgeni olarak adlandıralım. kuzey avrupa - afrika - amerika bu üçgenin köşelerini oluşturuyor. ingiltere, afrika'ya gidiyor ve oradaki nüfuzlu insanlara sunduğu ticari metaryeller veya baharatlar olsun diğer önemli eşyalar olsun örnekler genişletilebilir, köle alıyor. almadıklarını da köle yapıyor zaten onu karıştırmayalım şimdi. bu topladığı köleleri amerika'ya götürüyor. neden götürüyor? çünkü amerika hammadde açısından çok zengin. geniş çaplı tarım yapılabilir. pamuk aklımıza gelsin burada, filmlerde de olur ya zaten. (kölelik ile ilgili bir film ise pamuk tarlasında çalışan siyahi tiplemesini görmek mümkündür). pamuğun yanında tobacco ve şeker için de çalışıyorlar tabi. buralardan topladığı hammaddeyi üçgenin diğer ucu olan kendi vatanlarına getiren avrupalılar, bunları kendi teknolojik aletleri ile işliyorlar ve de işledikten sonra dünyanın belli bölgelerine veya komşularına daha ucube fiyata satıyorlar. hani vardır ya şöyle bir olay "abi aslında bizde bu bu var, biz yapamıyoruz, almanya alıyor, işliyor, bize pahalıya satıyor, vay şerefsizler!" bu olay o olay. bu atlantik üçgenini döngü halinde inceleyebiliyoruz. devamlı olarak süregelen bu olay ile birlikte zenginliğine zenginlik katan bazı ülkelerden bahsedebilmek mümkündür.
  5. sanayi devrimini tek bir nesneyle odanızda hatırlamak isterseniz bir adet lokomotif yeterli olacaktır.
  6. 1.dönem , 2.dönem diye değil de endüstri 1.0 , 2.0, 3.0 ve 4.0 olarak ayrılan endüstriyel devrimdir.

    hepsinin ortak özelliği üretimdeki emek yoğunluğunu azaltıp üretim bandını genişletme amacıdır.

    endüstri 4.0 , çin'in elinde bulundurduğu ve ekonomik olarak diğer ülkelere açık ara fark attığı ucuz iş gücüne karşı almanya'nın önderliğinde başlatılan üretimde robot kullanımının yaygınlaşmasını sağlayan devrimdir.
    kalba