1. klasik edebiyatta pek çok benzetme ve hayalle karşımıza çıkan oyun.

    şair kabuli şöyle buyurmuş:

    "ferzin gibi kejrevlük iden şâha mukârin
    dogrı yüriyen ruh gibi bakar ırakdan"

    vezir gibi yan-yamuk giden, sağı solu belli olmayanlar şahın bitişiğindeyken, dosdoğru olan, dürüst insanlarsa kale gibi uzaktan bakar.

    malum, satranç diziliminde vezir, şahın hemen yanındayken, kaleler tahtanın en ucunda şaha en uzak köşededir. burada şah, sevgiliye, vezir yavşak meriçlere, kaleler ise efendi adamlara benzetilmiş. (bkz: kadınların efendi erkek yerine piç tercihi)

    15. asrın en büyük şairi necati beyin bir gazeli, özellikle de aşağıdaki beyitleri, satranç üstünedir:

    "pâdişâhum boynı baglu kulunam
    dile öldür dile sakla dile sat"

    burada sevgiliye yine şahım diye hitap var. "boynu bağlı kulunum ister öldür, ister sakla, ister sat!" oyunu düşünürsek, her şey şahı korumak için, gerekirse piyon feda eder, gerekirse atı tutar ve yeri gelirse veziri bile takas edersiniz. şiirdeki aşk anlayışı da oyundaki mantığa benziyor.

    "şöhret âfetdür gözet şatrenci kim
    şehden ayruga gelür mi şâh-mât"

    bilinmek afettir, satrancı gözet dikkatli ol, şaha sahip çık. şah olmadan, şat mat olmaz.

    bilinmekten kasıt hamlelerin tahmin edilmesi olsa gerek. hamlenizi belli ederseniz mat olursunuz.

    "şehleri mât itmek içün zülf-i dôst
    ruhların açmaza kodı iki kat"

    sevgilinin saçları, şahı mat etmek için kalelerini iki yana alıp şahı açmaza aldı.

    bu bence gazelin en güzel beyti. zülüf, alından yanaklara doğru sarkan saçlardır. sevgilinin yüzünün iki tarafındaki saçlar kaleye benzetilmiş ve bu güzelliğin insanı nasıl çaresiz bıraktığı satrançtaki merdiven matına denk tutulmuş. ruh farsça yanak anlamıındayken, arapça ruhh (çift h, şeddeli) satrançtaki kale anlamına da geliyor. kelimeyi iki anlamıyla da kullanarak anlamı daha da zenginleştirmiş şair.

    "şâhtır hüsn bisâtında bugün ol gül-ruh
    ey fuzûlî men-i âvâre sürülmüş beydak" (fuzûlî)

    o gül yanaklı, bugün güzellik ülkesinde şahtır, ben avare fuzuli ise sürülmüş piyon.

    fuzuli üstad, sevgiliyi şaha kendisini piyona benzetiyor. ilk bakışta basit bir teşbih gibi ama tabii ki değil. kelimelerin yan ve mecaz anlamlarına da bakınca beyitte anlam cümbüşü olduğu görülüyor. bisat yaymak, sermek demek mecazen de dünya anlamında kullanılır. "güzellik ülkesinin padişahısın" derken bir yandan da satrançtaki taşları açmaya, sermeye atıf yapıyor. sonrasında kendini beydak yani piyona benzetirken "sürülmüş" sıfatını ekliyor. bu sürülmüş hem sevgilinin güzellik ülkesinden sürülüp, uzaklaştırılmış hem de satrançta taşları özellikle de piyonları ilerletme anlamında kullanılmış. gül-ruh derken de ruh'un hem yanak hem kale anlamını da ilham ediyor. zaten fuzuli bu yüzden king.

    "re’y-i nâkıs mât eder nat’-ı cihânın şâhını
    ferz eder tedbîr-i sâib bir piyâde beydakı "

    bayburtlu zihni

    zayıf bir kişi, cihan şahını mat eder, doğru bir ilerleyiş piyonu vezir eder.

    burada da yine piyon gibi önemsiz görülen bir taşın yeri geldiğinde en güçlü rakipleri alt edebileceği, doğru yolda ilerlerse vezir gibi olabileceği ifade edilmiştir. malum, satrançta piyonu tahtanın diğer ucuna geçirebilirseniz, piyonu vezir, kale, at veya fil yapabilirsiniz.

    "dil beydakını verir ü şeh mât olur ol kim
    satranc-ı mahabbette ruh-ı yâr ile oynar" ahmed paşa

    aşk satrancında sevgilinin ruhuyla (yanağı ve kalesiyle) oynayan gönül piyonunu verir ve mat olur.

    burada da şair sevgilinin yanaklarını kaleye kendi gönlünü ise piyona benzetmiştir. malum olduğu üzere piyonun kale karşısında hiç şansı yoktur.

    bazı açıklamalar ve beyitler ilave edilecektir. yoruldum. :)
  2. tanıştığım bütün iyi oyuncularının oldukça zeki ve farklı düşünebilen insanlar olduğunu şaşırarak fark ettiğim strateji oyunudur. hoşlandığım insanlara sorduğum kontrol sorusu da genellikle satranç oynayıp oynamadıkları şeklinde oluyor.

    kimin yazdığını bilmiyorum, ama internette gezinen şu keyifli hikaye epey ufuk açıcı:

    !---- alıntı ----!

    satrançta şah niçin o kadar pasiftir?

    satranç oyununda şah koruma altındadır. o sanki bir köşede korkudan sinmiş bir şekilde olanlara bakan, titrek adımlarla birer birer ilerleyen, arada sırada 'hadi ne zaman rok yapacaksanız, yapın' diye inleyen bir insan görünüşü verir. halbuki vezir, satranç tahtasını oradan oraya dolaşarak, atlayarak, zıplayarak, rakibi yıpratarak, son derecede etkin bir şekilde hareket etmektedir.

    bu taşın bizdeki adı vezir (bakan gibi bir şey) olduğu için bu hareketlilik normal görülebilir ama batı ülkelerinin bu taşa kraliçe anlamında 'queen' adını verdiklerini düşünürseniz ortaya tuhaf bir durum çıkar. hele satrancın tarihinin 7. yüzyıldan öncesine gittiği göz önüne alınırsa, o zamanlar daima ordularının başında savaşa giden krallara, şahlara satrançta niçin böyle pasif bir rol verilmiştir, anlaşılmaz.

    satrancın ilk olarak 6. yüzyıl içinde hindular tarafından oynanmaya başlanıldığı, daha doğrusu hinduların 'chaturunga' (şaturanga) isimlioyunundan geliştiği ileri sürülüyor. 'chaturunga' sözcüğü sanskritce'de 'dört kol', 'dört kollu ordu' veya 'dört silah' anlamına gelmektedir. o zamanki hint ordusu dört bölümden oluşuyordu. filler, savaş arabaları, süvariler ve piyade. bugün bu dört kola, fil, kale, at ve piyon diyoruz.

    avrupa savaşlarında fil kullanılmadığı için bu taşa piskopos (bishop) adı verilmiştir. bizdeki at arapçada süvari, avrupa'da ise şövalye olarak adlandırılmıştır. yani medeniyetler satranç terimlerinde kendilerine göre bazı değişiklikler yapmışlardır. şaturanga hindistan'dan önce iran'a geçti ve geçerken ismi 'şatrang' oldu.

    arap orduları onu 1000 yıl kadar önce, fethettikleri ispanya üzerinden avrupa'ya getirdiler. araplar oyuna 'şatranj' veya 'al-şah-mat' (şah ölü) ismini verdiler. ancak şah oyunda hiçbir zaman ölmez, diğer taşlar gibi oyun tahtasının dışına çıkartılamaz. vatanı olan karelerde kımıldayamaz hale gelince esir düşer.

    satranç ismi türkçeye arapçadan girmiştir. ilk oynanış şeklinde bugünkü hareket kabiliyetindeki bir vezir veya kraliçe yoktu. gerçi şahın yanında araplar tarafından akıllı adam diye isimlendirilen bir taş vardı ama hareket imkanı çok kısıtlıydı. sadece bir kere o da çapraz olmak koşuluyla ilerleyebiliyordu.

    asırdan aşıra, ülkeden ülkeye satranç oyunu gittikçe gelişti ve bazı değişikliklere uğradı. avrupa'ya ulaştığında vezirin ismi kraliçe oldu ama hareket imkanı hala kısıtlıydı. bununla belki o yıllarda avrupa'da yaşayan güçlü kraliçelerin, krallarının daima yanında olup onları kollamaları şeklinde sosyal bir bağlantı kurulabilir.

    bu şekli ile satranç oyunu çok yavaş oynanabildiğinden oyunu süratlendirmek için kraliçe (vezir) ve filin güçleri, yani hareket imkanları arttırıldı, etkinlik sahaları genişletildi. bir başka kural değişikliği ile satranç tahtasının karşı kenarına varabilen bir piyonun kraliçe (vezir) olabilmesi imkanı tanındı.

    bu, çok çağdaş ve demokratik bir değişimdi. taşların en güçsüzü ve alçak gönüllüsü piyade, işlerinde sebat eder ve başarı ile ilerlerse en güçlü taş olabiliyor, hatta karşı tarafın şahını mat ederek en son sözü söyleyebiliyordu.

    avrupa'da gün geçtikçe gelişen demokrasi, yıkılan krallıklar satranca da yansıyordu. şah artık örneği çok az kalmış, güçsüz monarşik hükümdarlar gibi köşesinden pek çıkamıyordu. gerçeği oyunda iken ikinci bir kraliçenin ortaya çıkması ise başlangıçta oyuncuların kafasını karıştırdı ama hangi şah bir yerine iki kraliçesinin olmasını istemez ki!

    !---- alıntı ----!

    ayrıca çok kıymetli dizim person of interest'te carl elias'ın satranç sahneleri oldukça keyifli. yine aynı diziden harold finch'in bir konuşması şu şekilde:

    satrançta ikinci hamleyle birlikte 72.084 olası oyun vardır. üçüncüden sonra 9 milyon, dördüncüde 318 milyar. yani dünyada bulunan atom sayısından daha fazla olası satranç oyunu var. hiç kimse hepsinin sonucunu tespit edemez. başlangıç en korkuncudur. ama iyi olan yanı da bu, hata yapsanız bile sonsuz çözüm yolu var.
  3. irning chernev oyun için "satranç hakkında, hayat için çok uzun olduğu söylenir ama bu satrancın değil, hayatın kusurudur." der. gerçekten de öyledir, başka bir felsefedir. "satrancın esası onun ne olduğunu düşünmektir." der david bronstein, "satranç analiz sanatıdır." der botvinnik..

    oyun gelişiminde, atağında fine bize bir ipucu sunar; "atağın birinci şartı, rakibin taş geliştirmesine izin vermemektir.". lasker belki de her oyuncuya küpe olması gereken o sözü söyler; "iyi bir hamle gördüğünüzde bekleyin, daha iyisini arayın.".
    tartakower biraz kelime oyununa başvurur, "en iyisi rakip taşların fedası." deyip sıyrılır işin içinden ama ona göre de "taş kaybetmemek için çok oyun kaybedilmiştir."..
    keres'e göre olgunluk, yaş arttıkça piyonlara daha çok değer vermektir; wells'e göre pişmanlık, satranç tahtasında yaşanır.
    mednis de "kazanmak her şey değildir. fakat kaybetmek ise hiçbir şeydir." der ve beraberliğin önemini damga damga vurur adeta.

    sözü kasparov bitirir;
    "satranç zihinsel işkencedir."..
  4. eskiden çok severdim oynamayı yıllardır hiç oynamıyorum, oynayacak kimse yok öyle.. kardeşimle sürekli maç falan yapardık, o bayağı iyi oynaedı ben daha ehh falandım ama sürekli bi satranç seti falan alırdık. o artık bilgisayar oynuyor ben de ortamlarda oynayan insanlara özeniyorum, en son bi arkadaşıma satranç oynayalım mı dedim.. ne yapçaz satrancı dedi (içimden gtine sokçan dedim) eheh peki dedim yani böyle de manda boku çevrem
  5. !---- alıntı ----!

    satranç hayat gibidir. her parçanın kendi işlevi vardır. bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. bazıları oyunun başında işine yarar, bazılarıysa sonunda. ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. on parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. satrancın güzelliği budur işte. işler her an tersine dönebilir. kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek

    !---- alıntı ----!
    (bkz: olasılıksız - adam fawer)
  6. rivayete göre ortaya çıkışı şöyledir:

    hindu bir adam leclac, satranç oyununu keşfeder. oyun hindistan'da çok tutulur. günün birinde hindistan2ı kuraklık vurur, insanlar açlıktan ölmektedir. aynı dönemde iran ise bereketli zamanlar yaşamaktaydı.

    leclac satranç tahtasını alıp iran'ın yolunu tuttu. hükümdarın huzuruna çıkıp oyunu anlattı. hükümdar oyunu çok sevdi. birkaç kez oynadıktan sonra leclac'a ödül vermek istediğini söyledi. leclac önce "aman efendim ne gerek var, biz insaniyetlik vazifemizi yaptık!" dediyse de sonunda hediyeyi kabul etti.

    hükümdardan, satranç tahtasının ilk karesine 2 buğday tanesi koyup, diğer her kareye de ikişer katı kadar buğday koyulmasını çıkan miktar kadar buğdayın kendisine verilmesini istemiş. hükümdar gülüp, "oğlum isteye isteye bunu mu istedin lan?verelim sana bir çuval buğday uğraştırma bizi allah'ın açı hahaha!" demiş. leclac hesap yapılıp verilmesinde ısrar etmiş. hükümdar adamlarına emir verip istenilen buğdayın verilmesini istemiş.

    satranç tahtasının ortasına gelindiğinde iran'ın tüm ambarları boşalmıştı. leclac aldığı buğdayı ülkesine götürüp halkını kıtlıktan kurtarmış

    kıssadan hisse: üslü sayılar bilmeyen yönetici ülkeyi ne hale sokuyor...

    (bkz: 2*64)
  7. hiç sevmediğim oyun. bana kuralları saçma geliyor. mesela at dediğimiz hayvan, oyunun yapıldığı dönemdeki en hızlı ulaşım aracıydı. bu yüzden vezir gibi dört tarafa da gidebilmesi lazım. kare sınırlaması da olmamali. ayrıca vezirin hareketlerinde bir sınırlama olmalı. bir bu tarafta bir karşı tarafta. kale dediğin daha hantal olur. gerçekle hiç alakası yok. gerçi bu bir oyun. gerçekle alakalı olmak zorunda değil.

    bir de bu oyunu oynayanlardaki trip hic hoşuma gitmiyor.

    "yhaaa bu qralların oyunu amaaa ))): "
    "onlar bu oyunla savaş kazanıyodu ))):"

    oyunda piyonunu gözünü kırpmadan verirsin. ama gerçekte binlerce askeri gözünü kırpmadan ölüme yolla da göreyim. ayrıca sen kimsin lan? metin oktay misin, pele misin? ne krallığını gördük senin?
  8. belli ki son yorumu yapan arkadaş pawn sacrifice filmini izledikten sonra çok dolmuş ama bu oyun türkiyede para kazanmak için zaten düşünülemez.parayı aptal insanları eğlendirip kazanırsın ama türkiyede aptal insan satrançtan ne anlasın neyse.

    satranç oynamaya ilkokulda sınıf öğretmenim sayesinde başlamıştım.oyunu öğrendikten sonra aldığınız ilk galibiyetin verdiği o haz duygusu tarif edilemez.rakibinizi zekanızla pert etmiş oluyorsunuz ki ben ilk galibiyetimi hiç unutmam, her sınıfta sürekli herkesi tartaklayan sert çocuk vardır ya işte heh hatırladın onu... ben onu yenmiştim çok büyük bir zevkti bana bunu yaşattığın için teşekkürler piyon teşekkürler vezir ve diğerleri...

    şimdilerde en son ne zaman oynadım hatırlamıyorum bile çok acı.satrançtan geriye tek bir anım kalmış.benim gibi biri çıkarsa eğer her zaman herhangi bir yerde oynayabiliriz.

    edit: son yorumu yapan arkadaş hatasını anlayıp silmiş sanırım şu an ki son yorumdan bahsetmiyorum karışıklık olmasın..
  9. garry kasparov ve bobby fisherın soğuk savaş döneminde yaptıkları müsabakaları konu alan pawn sacrifice filmi izlenebilir.