1. "eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır. kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir. emirle gelen kahramanlıktan, bilinçli ve bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nefret ediyorum. ben savaşı ve o soğuk silahları öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi... benim anlayışıma göre sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha kötü değildir."

    albert einstein
  2. t
  3. genel olarak, “iki veya daha fazla hasım grup arasındaki silahlı kuvvetler vasıtasıyla gerçekleşen çatışma durumu” şeklinde tanımlanabilecek olgu. tanımı, toplumların değişimine paralel olarak öznesi ve nitelikleri farklılaşmak suretiyle tarih boyunca değişikliğe uğramıştır.

    geniş bir anlamda incelendiğinde savaşın tanımı aynı türler arasındaki farklı bireyler arasındaki gerçekleşen şiddet teması şeklinde açıklanabilir. latincesi “bellum” olan ve düelloların bir araya gelmesi anlamında olan savaş kelimesi, düello kelimesinin latincesi olan “duellum” kelimesinden türetilerek anlaşmazlığı zor yoluyla çözecek bir müsabaka olarak m.ö. 1’inci yüzyılda çicero tarafından tanımlanmıştır.

    ibn’i haldun’a göre savaş, temel kaynağını insan gruplarının diğer gruplardan intikam alma isteğinden kaynaklanmaktadır. siyaset biliminin kurucularından sayılan floransalı devlet adamı, askeri stratejist machiavelli’ye göre ise savaş, bir hükümdarın halkının bekasını ve birliğini sağlam için kaçınılmaz olarak başvuracağı bu yüzden tüm gayret ve düşüncesini bu yönde hazırlık/düzenlemelere vermesi gereken bir olgudur. otuz yıl savaşlarını (1583-1645) yaşamış olan ve günümüzde savaş hukukunun yaratıcısı olarak görülen hugo grotius, savaşı “güç kullanarak çarpışanlar arasındaki durum” olarak tanımlamış, savaşın doğal durumun bir parçası olduğunu savunmuş asıl olarak savaşa barışı sağlamak için girişildiği düşüncesi üzerinde durmuştur. bu yönüyle de normal olanın barış durumu olduğunun altını çizmiştir.

    18’inci yüzyılda napolyon savaşlarına katılan prusyalı bir subay olan carl von clausewitz savaşı “ politikanın başka araçlarla devamı” olarak tanımlamaktadır. hegel ise savaşın uluslar arası düzen içerisinde olabilen ve kötü bir şey olarak algılanmaması gerektiğini savunur. hegel’e göre savaş, uluslar arası sistemden fayda görmeyenler ile mevcut sistemin devamından yana olanlar arasında meydana gelen bir olgudur.

    insanlık tarihi boyunca farklı seviyelerde, farklı coğrafyalarda ve farklı aktörler tarafından gerçekleştirilen ve günlük yaşantımızda farklı seviyelerde ve aşamalarda hissettiğimiz savaş konusunda farklı tanımlamaların ve ifadeler kullanılmaktadır.

    söz konusu tanımları destekleyecek şekilde savaşı; örgütlü gruplar arasında, devletlerarasında ya da devletlerin koalisyonu şeklinde de oluşan ittifaklar arasında, devlet/devletler ya da yönetsel iktidar sahiplerine karşı organize bir örgüt arasında var olan büyük ölçekli ve toplumsal düzene ilişkin nedenselliği içinde barındıran amaçlı bir şiddet durumu olarak tanımlayabiliriz.
    ozee
  4. genelde fakir ve gariban insanların yitirildiği, sonucunda zengin insanların daha da zenginleşebildiği yıkıcı durum.
  5. sebebinin din olduğu yanılgısına sahip bir bir kesim vardır. halbuki insanlar inançları için değil çıkarları için savaşır. çıkarlarımız için savaşıyoruz demek istemedikleri için soylu bir dava bulurlar. din adına, ırk adına, proleter devrim adına, aydınlanma adına veya demokrasi adına savaştıklarını söylerler. eski savaşların göze batmasının nedeni ise günümüzde savaşların kısmen gizli olmasıdır bana göre. kayıpsız ve milletleri zenginleştiren bir eylem kötü değildir. insanların ölmesi kötüdür. bu yüzden bize düşen insanların ölmediği bir zafer için mücadele etmektir ve mümkünse insan onurunu ayaklar altına sermeden.
  6. motivasyon kaynaklarından biri dindir. öldüğü zaman cennete girmek yerine yok olacağını düşünen çoğu insan savaşmaktan kaçar.
    bb
  7. insanların ölüp, siyasilerin kazandığı ^:tırnak içinde^"olağanüstü" hal.

    edit : bitişik yazıldığını ikinci sınıfların bildiği malum sözcüğü ayrı yazmışım youreads. taşlasanız yeridir.
    bozuk
  8. neden savaşıyoruz - jeremy black.
    güncel yayıncılık.
    savaş gerçeğinin sosyal ve kültürel nedenleri ile insanın şiddet eğilimleri üzerine yazılmış güzel bir kitap.
    1450'lerden günümüze kronolojik olarak savaş, farklılıklar ve güç kavramlarını analiz etmiş.
    h2o
  9. “Olağan İyiye karşı”, Francisco de Goya , “Savaşın Felaketleri” adlı gravürlerinden.

    Savaşın gerekliliğini gerekçelendiren anlayış, terörün bunu kaçınılmaz kıldığı üzerine inşa ediliyor. Bunun bize özgü bir söylem olmadığını biliyoruz, küresel bir politika biçimidir söz konusu olan. “Terörizm”, adlandırmanın aşikarlığı ile, bu politik biçime meşruiyet alanı oluşturmanın temel kodlarından biridir. “Teröre karşı savaş”, “açlığa karşı savaş” kadar ve onun gibi doğallaştırılabilir, alenileştirilebilir bir şey. “Sahurda sorti”lere eşlik eden “Somali’ye yardım” görüntülerinin, yan yana, ard arda, birbirine eklenerek sunumu, böylesi bir alenileştirme tasarımına bağlı.

    Zihniyet bulanıklıklarının ve kavram kargaşasının gerisinde de, bu aşikarlık yatıyor. Dolayısıyla, felsefenin, etik olduğu kadar politik olan görevi, bu “adsal aşikarlığı” deşifre etmeye yönelmesi ve özgürlüğün, her zaman başkası’nın özgürlüğü olduğu düşüncesinde ısrar ederek bu aleniliğe karşı direnmesidir.

    “Terörizme karşı savaş” söyleminde bize özgü olan şey, esas itibariyle “kürt sorunu”ndaki kökensel kafa karışıklığından kaynaklanıyor. Hüküm süren adsal aşikarlık, berideki bu kafa karışıklığını perdeliyor. Mevcut militarist-savaşcı politik söylemin yayılım gücü de bu noktadan kaynaklanıyor. Kürt sorunu, bu anlamıyla türk sorununun septomudur. Buraya, sanıyorum, siyasi iktidarın “sivillik” söylemiyle yarattığı bulanıklıklığı da eklemek gerekiyor ayrıca. Savaşa itiraz edenler (edebilecek olanlar) bile, aynı noktaya odaklanarak ya da o odaktan sakınamayarak “terörizm” bahsi üzerinden ifade ediyorlar düşüncelerini.

    Böylece, “teröre-karşı-olma” denilen şey, kendiliğinden bir konseptin işlevsel parcası haline geliyor; bunun üzerinden söylemsel bir hegemonya tesis edilerek, bir tür ‘milli mutabakat’ sağlanmış durumda. Bu eğilimin vehameti, eleştirel düşüncenin ‘sinsice’ kendi üzerine kapanışını dayatmasıdır en başta. Buradaki sinsilik, geçerliliğini genel mutabakattan alıyor. Politik dil, dolayısıyla alenilikler ve aşikarlıklarla, sürekli olarak içinden çıkılmaz bir “yana-ve-karşı olma” noktasına indirgenmektedir. Dildeki kirlenme ve tıkanıklık, yalnızca savaş çığırtkanlarının gücünden kaynaklanmıyor bu nedenle, asıl olarak, hemen her kesimde karşılığını bulan bu düşünüş biçiminin sığ sıradanlığından kaynaklanıyor.

    İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarında, “…ama hamas, ….ama şiddet, …ama canlı bombalar” diye gerekçelendiren zihniyete karşı dik durabilen anlayış sahiplerinin, sorun içerdeki mesele olunca cuvallamakta oluşu bir tesadüf olmasa gerek. Yeminli kanaat üreticilerini bir yana bırakırsak, geri kalanlar açısından da bu durum, kişisel bir yanılgı olarak görülmemesi gereken, ancak yapısal olarak açıklanması anlamlı olabilecek bir hadisedir.

    Sorun siyasetin militarizmle eklemleniş biçimini anlamamaktan kaynaklanıyor bir bakıma. Cumhuriyet rejiminin belirleyici bir gerilim hattı olan asker-sivil çatışması, oysa, tek başına üniforma giyenlerle takım elbise giyenler arasında olan bir çatışma değildir; aynı zamanda sivillerin de aslında yeterince sivil olmamasıyla ilgili bir sorundur. “Terör”ü mevcut devlet politikasına gerekçe göstermeyi, bugün en aklı başında sayacağımız kişiler için bile anlaşılır kılan şey, sanıyorum sahici bir sivil demokratikleşme iradesinin sabote edilmiş olduğu varsayımına bağlıdır. Bu varsayımın (bir ‘yanılsama’ ve ‘gerçeklik’ olarak) her yönüyle tartışılması gerekiyor; ancak, buradaki asıl ve daha vahim olan sorun, söz konusu sabote edişin kaynağında kürt siyasetinin görülmesidir. Böylece, Marx’ın sözünü bozarak diyecek olursam, Türkiye’yi sivilleştirenlerin de yeniden sivilleştirilmesi gerektiği gözden kaçıyor; nedenler ve sonuçlar arasındaki bütün anlamlı yorum imkanı imha ediliyor ve her iki militarizme de karşı olmayı marifete dönüştüren bir ‘ortalama’, pürüzsüz bir şekilde dile ve düşünceye hakimiyet kuruyor.

    Bu ‘ortalama’ yine de aslında ortada durmuyor elbette. “Sivilleşme” sürecinin tıkanmasını, şiddetin ve militarizmin güçlenişini “terör” ve “terörle-bağını-kesmeyen-kürtler” üzerinden açıklamak, vaka-i adiyeden bile sayılamayacak durumda. Muhafazakar anlayış, asıl belanın ve kışkırtıcının terör olduğu fikriyle dolaysızca siyasal iktidarın “savaş zihniyeti”ne entellektüel yoldan bağlanıyor. Liberal anlayış ise, devletin demokratikleştirilmesi sorununu yalnızca asker-sivil çatışması üzerinden okuduğundan, “terörizm”in adsal aşikarlığına sığınarak (ya da yaslanarak) benzer bir eklemlenişi gerçekleştiriyor: Kürtler, buna göre, şanslarını zora sokmuş, koşulları ve firsatı iyi değerlendirememiş, şiddetten arınamamış ve kaybetmiştir. Kendileriyle birlikte hepimizi de riske atmışlardır üstelik.

    Zizek’in uyarısını dikkate almakta yarar var tam bu noktada: “liberal ve muhafazakar yaklaşımlardan hangisinin daha kötü olduğu üzerine kafa patlakmak anlamsızdır.” Reddedilmesi gereken şey, “teröre-karşı-olma-konsepti”nin kendisidir. Bu anlayışın kendi iç-mantığıdır. “Terör” ve “şiddet” noktasında, bu söylemsel hegemonyaya karşı koyabilmek gerekiyor ve söylemin iç mantığının reddi bu açıdan önemli. Aksi halde, yalnızca çözümsüzlüğün nedenleri yanlış anlaşılmış olmakla kalınmıyor, bu “yanlış anlayış” üzerinde tesis edilen otoriter devlet zihniyetine de meşruiyet alanı sağlanıyor. Kürt siyasetinin yanlışları ya da suçları üzerine iyi niyetli olsun olmasın yorumların yaptığı budur.

    Klasik formülü hatırlayalım; savaş, politikanın başka araçlarla yürütülmesidir. “Terörizme karşı savaş”, bu formüle bambaşka boyutlar katan bir fenomendir. O halde soracağımız soru da klasik olacak; bu operasyonel “savaş” ile yürütülen gerçekte ne türden bir politikadır, siyasi iktidar bu süreç ile hangi politikanın yürütücüsüdür? “Terör” denilen aşikarlıkla örtülen, örtülmek istenilen gerçek nedir?

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com