1. http://i.hizliresim.com/p0jgkN.png

    Sevebilir misiniz? Karşılıksız,beklentisiz,hesapsız,çıkarız,özgür bırakarak.Sırf bir başkasının iyiliğini,mutluluğunu isteyerek ^^
  2. o bir köpek. toplumun ağzındaki anlamı taşımıyor. kadıköydeki beşiktaş iskelesinin moda tarafında istikamet etmekte. kulağındaki plastik şeyin rengi turuncu. gövdesinin rengi siyah. - aralarında beyazlarda var - ayakları ve kafası krem renginde. normal ebatlarda olan bir köpek.
    isırmaz, havlamaz. biraz nazlıdır. sevgiye ve yemeğe açtır. en sevdiği yemek tavuktur. - hiç et yememesiyle alakalı olabilir - sevmek isterseniz engellemez ama yanınızda oturmasını istiyorsanız açlığını gidermeniz gerekir. siz ona bir adım atarsanız o sizi bir daha bırakmak istemez. giderseniz çok üzülür. uyumasını beklemenizi öneririm. mecbursanız eğer dikkatini dağıtmaya çalışın. yoksa metroya ya da vapura sizinle binmeye çalışabilir.

    sizden ricam sevgiye yakınsanız bir merhaba demeden geçmeyin. fazladan paranız varsa karnını doyurun. ben onu sahiplenip kendime saklıyordum ama artık sevginin böyle bir şey olmadığına inanıyorum.
  3. hayatın, bütün renkleri ve tatlarına, çiçekli ve baharatlı rayihasına karşın o "büyülü" dünyanın, mahsuscuktan geçiyor gibi yapan külçe gibi ağır, kıpırtısız zamanın, nihayetinde zerre kadar anlamlı gel(e)mediği bir mahlukum ben. yeni değil; aklımın, ruhumun dizginlerini şüphe ve arayış denen o iki deyyus seyise kaptırdığımdan beri huzur yanıma yöreme uğramaz oldu. fakat alıştım nihayetinde, tüm bu sorulara ve cevapsızlıklarına da. kendimi hayatın içine
    -yengeç yükselenli denge fukarası bir ikizler ne kadar yapabilirse- bırakmaya çalıştım sonra. yaşarken içten miydim, yoksa anthony quinn'i donumda sallayacak bir acting performansı mı sergiliyordum ben de anlamadım. yaşamak mıydı bu, yoksa adapte olmak mıydı? sormadan yaşamak mümkün müydü?

    çocukken hiç arkadaşım yoktu. tüm bu sorular içinde yalnızdım, yaşımdan da ufak cüssemin içinde sınırsız endişeyle tek başımaydım. teyzem yoktu, halam yoktu, amcam ve dayım da. yalnızlığıma ortak edecek kuzenler de doğmamış, doğurulmamıştı. ninem yoktu, dedem de. kardeşlerim, güzel kardeşlerim... onlar henüz düşünme kederine bulaşmamış, sevdiğim bir hocamın tabiriyle "insansı yaratıklar" idiler daha. bir annem vardı. bir de onu da, bizi de görüş mesafesine bir an olsun almamış, hergele bir babam. bir de bir his vardı. uyumaktan güzel, uyanmaktan kuvvetli. bazen düşünceyi durduran, o iki kendini bilmez seyise ara ara çelme takan, deviren. anlama en çok yaklaştığım anların sebebi, mucidiydi bu his. yalnızlığımın kuraklığına serin, şifalı sular çiseleten, bana kendimi, en çok da dünyayı kıymetli hissettiren o sıcak, o sarmalayan, sıkıca tutup da düşürmeyen duygu neydi? beni niçin annemi mahzun, kahrını saklarken gördüğüm anda ele geçiriyordu? neydi daha ilkokul birinci sınıfta, yalnızca adını bildiğim, o en önde oturan subay tıraşlı oğlanı her gördüğümde kalbimi elinden tutup attaa götüren som sıcaklık? ben ufacık bir yığındım, devasa gövdesiyle beni ağırlığı altında bırakıp da şikayet ne kelime, bin kere şükrettiren duyguya ne diyordu benden daha çok kelime bilenler...

    büyüdüm. adını öğrendim. sevgi... sevmenin gerekçesi. sevilmenin mutlak koşulu. her şeyden evvel dünyaya katlanabilmenin yegâne nedeni. beni yıkan, deviren, hasta eden dert, sonra yine kaldıran, bir araya toplayan, şifa veren derman... anneciğime taptıran, kardeşlerime anne, bir zamanlar erkeğime kadın yapan... babamdan görmediğim, halbuki en çok o'ndan istediğim... dostlarıma kardeş, eser miktarda düşmanıma hamuş eden... sevgi... ilk dostum, ilk kederim. ölsem de cayamayacağım. "istemem artık, yanıldım" dedikçe defaatle aradığım, usandırmaz iki gözüm, sultanım...

    demem o ki, şu kör saatte uğruna güzelleme yapmaya senden daha fazla ne değer? dünyada, cümle kainatta senden güzel ne var? seni tadıp, sana kanıp iyileşmeyen, gözü parlamayan, ışık ve renk saçmayan, ölümü dahi, hiç olmayı dahi unutmayan kim var? sensin sevgi; haneyi ev yapan, viraneyi köşk eden. kabahati hoş gören, bir gülüşü bin bahçe düşleten. yaşıyorsam sayende, yaşıyorsam uğruna. vallahi hayat dediğin çekilir gam değildir yoksa...
  4. 《sevgi》temelde insanların zaaflarını, zayıf yönlerini kabul etmektir, onların tanrılar gibi davranmalarını beklememektir. bu beklenti merhametsizliktir. çünkü onlar tanrılar gibi davranamayacaktır ve o zaman sen önyargıların içine düşeceksin ve onlar da kendi öz saygılarını yitirecekler. tehlikeli bir şekilde onları sakatlamışsındır, onurlarını zedelemişsindir.
    (bkz: osho)
  5. gerçek sevginin bittiği yerde bütün utanmazlığı, hoyratlığı,
    sevimsizliğiyle fuhuş başlıyordu.

    f.m.dostoyevski
  6. erkekler kadınların bedenini tüketiyor, kadınlar erkeklerin duygularını sonra yalnızım diye ağlıyolar gülesim geliyor.sevgi bu değil.sevgi ne biliyor musun evlat sevgi karşındaki insana yeni doğan bir tomurcuk gibi her daim her gün aynı şefkati aynı özeni aynı emeği verebilme istencidir.insanlar birbirini tükettiği için ayrılıyorlar.sevmek bu değil.sevmek özlemek gelmese bile beklemek bazen bazen sevmek ne biliyor musun evlat, sadece yürekten gelen narin ama sağlam adımları kalbinin her atışında duyabilmektir beklentisiz, o öyle hissetmese bile.yalnız kalsan bile bir ömür boyu. insanlar birbirlerinin bedenlerini duygularını tüketiyorlar.sevmek bu değil evlat sevmek bu değil.sevmek insan eskitmek değil sevmek göt ister emek ister yaa.öyle işte.
  7. "sen güçsüzlüğünü sergilemek için geri çekildiğinde karşındaki bundan faydalanmıyorsa, bil ki seviliyorsun" demiş adorno.^:minima moralia^ ne güzel söylemiş, zira bu sevme uysallığı, diğerinin kırılganlığını kendinden bile korumakla gerçekleşiyor.
    nisa
  8. çocukken dışarıda yağmurun, soğuğun, fırtınanın olduğu, yani havanın “bozduğu” gecelerde o an aynı evi paylaşmadığım, uzaktaki sevdiğim insanları düşünürdüm ister istemez. bu havalardan sonra gerçekleşmesi muhtemel bir afette nasıl biraraya gelebiliriz, gelebilir miyiz, ya da onlar bu yağmurun fırtınanın sesini nasıl duyarlar, ürkerler mi, yoksa bir evde barınıyor oldukları için şükür edip uyurlar mı?..
    o insanları sıcak yatağımdan düşlemek içimi eziyor şimdi. yine böyle havalarda, açık denizde bir teknede devrilmeye bir kala aklıma getirmek istiyorum sevdiklerimi.
    en ücralarıma, kılcallarıma işleyen hüzünlü bir sevgidense, sınırlı zamanın, ölümlülüğün karşısına geçen dirençli, kuvvetli bir sevgiyi taşımak.
  9. bir canlı yada cansızın gelişimine yönelik aktif ilgi denebilir.

    insan açısından ele alırsak, çocukken yoksunluğu hem bireysel hem de toplumsal her türlü sorunun kaynağı çok çok büyük ihtimal.

    çocuk sevilmediğinde bunu dolaysız olarak yaşıyor. bu, çocuk açısından dehşet verici bir durum. bir korunağı yok. çevresinde ebeveyn dışında bunu sağlayabilecek bir başkası da bulunmuyorsa travma çok büyük. çocuk bu sebeple ölebilir. yada maruz kaldığı "sevgisizlik şiddeti"ni zihninde tersine çevirerek hayatta kalabilir.

    nasıl mı; bilinçli olmayan bir şekilde zihninde "annem babam beni sevmemekte haklı, ben sevilecek bir çocuk değilim, hatta olumsuz bir varlığım ama ilerde yapacağım şeylerle sevgilerini kazanabilirim, güzel olabilirim ve o zaman yaşadıklarım da güzelleşir" diyor ve temeli böyle kodluyor. yani çocuğun temel ihtiyacını vermeyerek çocuğa işkence eden ebeveynler "haklı", "doğru" vs. diğer yanda tek masum ve doğal varlık olan çocuk suçlu, kötü, kaka.

    bu manevra bir çocuk için zorunlu. çünkü güvenilmez ve sevgisiz bir anne-baba (yada yerine geçmiş kişiler) çocuğun bu gerçeklikle yaşayabileceği bir şey değil. ilerki yaşlarda bu kodlama temelinde değişik varyasyonlarıyla insanlar çıkıyor karşımıza; kendisinden vazgeçerek anne babalarının sevgisini almak için onları (yada onların yerine koyduğu eşi/sevgilisini) sürekli memnun etmeye çalışanlar, sorunu olduğunu bütünüyle reddedip sorunu dış düşmanlarda arayıp hatta bunu yaratanlar, neye isyan ettiği belli olmayan asiler, konformist olarak iyi durumda olduğunu sananlar, bir şeyleri devirerek düzelme olacağını düşünüp umutlarını devam ettirmeye çalışanlar, içsel öz suçlamanın reddi için "yüksek mevkiler"i hedefleyenler, intiharlar, cinayetler, cinnetler, savaşlar vs. vs.

    temelinde hep bu var; sevilmemiş ve bu sevilmemişliğin "suç"unu bir zihinsel manevra ile kendinde bularak hayatta kalmış ama bunun karşılığında kendinden nefret etmek durumunda bırakılmış çocuk. tek suçlu olmayan ve ama kurguyla tek suçlu haline getirilmiş çocuk.

    bu bahsettiklerim düşünceyle kavranabilecek mekanizmalar değil. anlama ayrı kavrama ayrı. kavranmak isteniyorsa bu söylediğim yerlere inmek, bu yaşantıları içinde "görmek" gerekiyor. o dehşet, o temel sevgisizliğin acısı içerde tekrar yaşantılanmalı. bunun etkilerinden kurtulmak, doğallığına kavuşmak yada bütün bu süregelen dünyadaki manyaklıkların ne ve nasıl olduğunu anlamak isteyen ve belki sonrasında etkin manada dünyaya katkı sağlamak isteyen buraya doğru gitmek durumunda.
    a man
  10. aşkın tek kişilik olmasına karşın, en az iki kişilikli ve ekseriyetle çok kişiliği bünyesinde ikamet ettiren beşeri yaratılış hislerinin bütünün imamesi. coşkun, aşkın, sırnaşık bir his değil, müsterih, sakin, ılıman, tekin bir histir. salt beşerin beşere hissi bir karşılığı değil, beşere ait tüm yaşamsal donatılar için de pekâlâ geçerlidir. bu hissin imtiyaz sahibi yürektir ve yürekte başlayan bu his yürek sınırları içinde kalır. eylemsel olarak bir tebessüm, bir ağırlık, bir göl ruhaniyeti, su üstünde salınan yaprak gibidir. çıldırışı, bağırış ve isyanı söz konusu değildir. iyi aile çocuğudur. tutku da değildir. çünkü demlenen bir his değildir.