-
bir beyaz güvercin
gelecekse ağzında bir mektupla
ve silecekse gözlerimdeki hüznü
isterim
durmasın kanat çırpsın bana doğru
bir gün eğer bir tahliye kağıdı
beni sana kavuşturacaksa
gayri gelsin düşlenen günler
ocakta kaynayan tencere
beşikte bebek
tomurcuk tomurcuk
filiz filiz hayat
düşünsene ne güzel olurdu
düşmansız yaşamak
haydi boş ver bunlara
şimdi bunlar tatlı hayal
eğer bir gün sevgilim
son verecekse hayatıma
bir ses
isterim durmasın patlasın
anlam bulacaksa kulaklarımda
yalnız…
düşerse kanımın bir damlası yere
bilsinler ki
orada kırmızı yediveren gülleri açacak
ve bülbüller ağıt yakacak ölüme
korksunlar korksunlar artık
korksunlar alev çemberindeki akrep gibi
çünkü ölümleri
gül dikenlerinden olacak
erdal ayrancı -
sen benden gittin gideli şiiri aslında sevgiliye bir hasreti anlatmıyor, babaya yakılan bir ağıt. mazlum çimen sivas katliamında kaybettiği babası nesimi çimen'e ithafen yazıyor şiiri. -
bir bahar vakti, yollar toz duman…
bir yandan sıcak yakıyor tenimi, bir yandan rüzgar tozu dumana katıp kurutuyor genzimi. dilimde az önce öğrendiğim dizeler ve hep o melodi, unutmayayım diye tekrar tekrar söylüyorum kendi kendime. hiç unutmadım ki ekranlardan canlı canlı izlediğim o anları. nasıl unutayım o güne dair tek bir anı, yazıyı, şarkıyı?
iki tur atıp cemselerine binip gitmiş askerimiz, elinde telsizleri ile boş boş dolanıyor polisimiz ve katil başkanının emrinde itfaiye neferleri ne de kahramanca tartaklayıp aşağıya atıyor insanları. karanlığın emzirdiği bir ucuz mahluk çıkmış ekranlara, şükrediyor otelin dışındaki halka bir şey olmadığı için.
tezgah kurulmuş. katil belli, maktul aşikâr. karar: zamanaşımı.
okumamış nesin’in konuşmasından tek satır kara cahil ama inadına diyor ki “o” suçlu. okusaymış veya dinleseymiş nesin’in konuşmasını, anlarmış belki kıt beyni ile aslında alevilere saydırdığını nesin’in. sözüm ona bir gazeteci, çalıştığı paçavra adına soru sormak eylemini gerçekleştirmiş de nesin hakaret etmiş tek kelimesi üzerine onlarca mealcinin anlaşamadığı anlam farklılıkları ile dolu kutsal kitabımıza.
bu acı, bu acılar niye dinmiyor arkadaş desem de kendime, aslında çok iyi biliyorum cevabı? daha iki gün önce aldılar kırk dört canımızı bizden. hiç diner mi bu acılar, hiç unutulur mu yitirilen canlar bunca katil serbest iken?
yine ve yeniden tezgah kurulmuş. katil belli, maktul aşikâr. karar: fail-i hiç bulunmamak üzere meçhul olduğundan zamanaşımı
dilimde yine ayni dizeler, döneğin daha dönmediği ve umuda ezgi dizdiği zamanlarda seslendirdiği parça:
temmuz sende nem kaldı
acı kederden gayrı
madımaktan ötede
türkün ve lorin kaldı -
hangi kitapta var insanı yakmak?
kadısına düştü onu savunmak..
ne yazsak, ne desek az. hangi abdest temizler, hangi secde yanında olur "allah'ım bu senin ateşin!" diyenlerin sırat geçerken..
hasret gültekin, kadir karakoç'a "benim bir kızım olacak, sizin kel kafalarınıza vuracak ve ben de ondan 'la' alıp sazımı akort edeceğim." demişti, eşinin doğumuna iki ay kala katledildi..
oğlu oldu, göremedi..
1993'te öldürüldü hasret daha 22 yaşında, bunu okuyan sen kaç yaşındasın acaba?..
"ölüm denizin kıyısında anacığım
ölüm göğün yüzünde
ölüm yerin dibinde
ölüm soluk alışında
ölüm başucunda..." -
"firavunlar tabletleri kütüphanede kırdı. hitler orduları avrupa'da bütün kütüphaneleri yaktı. dünya tarihinde ilk kez aydınları bir binaya koyup yaktılar" (rıfat ılgaz)
madımakta insan yakan zihniyet bugün ülkeyi yönetiyor ve artık milyonların desteği var. hepimizi tekrar yaksalar eskisinden daha çok destek alacaklar. alkışlanacaklar. -
"2 temmuz 1993 günü okuldan eve dönerken, sünni olduğunu sonradan öğrendiğim bir komşumuz yolumu çevirdi:
- duydun mu kız, sizinkileri yakıyorlar!
allah allah bizimkiler kimdi; bizimkileri niye yakıyorlardı?
kafamda soru işaretleri, korku ve merak ile eve koştum.
evde, komşumuzun kızı ve annem, başlarını ellerinin arasına almış ağlıyorlardı.
televizyon açıktı. bültenlerde; “pir sultan abdal anma etkinlikleri çerçevesinde kente gelen konuklara ve aziz nesin’e kızan, bu yüzden tahrik olan dindar insanların sivas’ta gösteri yaptıklarını, konukların kaldığı otelin göstericiler tarafından yakıldığını, içerde çok sayıda insan olduğunu, bazılarının yandığını, bazılarının ise dumandan boğuldukları” haberleri geçiyordu…
yakılanlar arasında küçücük çocuklar, genç kızlar, semahçılar, aydınlar vardı… 12 yaşındaki koray da yakılanlar arasındaydı!
- iyi ama bu yananlar neden “bizimkiler” oluyordu?
epey bir süre hiçbir şey soramadım kimseye…
annemin gözleri kan çanağı olmuş, hem ağlıyor, hem televizyonu izliyordu. dokunsan patlayacaktı! donmuştu kadın; bir taraftan ağlıyor bir taraftan da; “ah-tüh-vah yavrularım” gibi belli belirsiz sözler dökülüyordu ağzından.
daha fazla tutamadı kendini: bir ağıt tutturdu!
"sivas ellerinde sazım çalınır
çamlıbeller bölük bölük bölünür
yardan ayrılmışam bağrım delinir
güzelim ey, bebeciğim ey, koray’ım oy, yavrum oy"
annem ağıt tutturmuştu ya, bugüne kadar bana bu kadar dokunan, etkileyen, yüreğimi burkan bir ağıtı, ne görmüş ne de dinlemiştim…
nefes alsanız duyulacak bir sessizlik… ve içimi paramparça eden o ağıt! annem hangi anı yaşıyordu bilmiyorum. bakıyor görmüyor, “anne” diyorum duymuyordu; ağzında o ağıt, nereye gideceğini bilmeden öylece dolaşıyor, oturuyor, kalkıyor, sonra tekrar oturuyordu…
sonra, sonra annem hıçkırığını daha fazla dizginleyemedi… ağıtı bırakıp kendini koyuverdi. bu nasıl bir feryattı tanrım! artık, annemin ve komşu kızın hıçkırıkları evin dışına taşıyordu. ağıtlarını ve acılarını birbirine kattılar, uzun uzun ağladılar, durdular, ağladılar, durdular tekrar ağladılar…
yorulmuşlardı…
ikisinin gözleri de kan çanağına dönmüştü!
bir süre sonra sorabildim:
- anne neler oluyor?
- annem: ellerini dizlerine vurarak; gittiler kızım gittiler, sivas’a gidenleri yakıyorlar” diyebildi…
annemin konuşacak hali yoktu. komşu kızı ise hem ileniyor, hem karış veriyordu. şaşkındım. anlamaya çalışıyordum. duruma çok sonra vakıf oldum. o an kendimi, sanki birisi yüreğimi eline almış ufalıyor gibi hissettim. yüreğim ufalanıyor, boğazım sıkılıyordu. ağlayamadım ben, gözümden bir damla bile yaş düşmedi… sadece korktum, “insanları nasıl yakabilirler” diye kendi kendime soruyor ve ürperiyordum… insanın yakılması !!!
insan yakılır mıydı?
o günden belleğimde kalanlar bunlar… bir de sünni komşumuzun: “duydun mu kız, sizinkileri yakıyorlar!“ derken yüzüne yansıyan alayımsı ifade… yüzü, sanki otelin önündeki ağzı salyalı yobaz güruhun içinden fırlamış gelmiş biri gibiydi… o suratı hiç unutamam; unutamam, bunlar da yakar; islam yakar, evet yakar!
korkmuştum, büzülmüş, vücudum korkudan buz kesmişti… sonra o lanet günün akşamı anneme şöyle dediğimi anımsıyorum:
- ‘anne bizi de mi yakacaklar?’
çocuk aklı işte,
o gece, bütün alevileri yakacaklar diye düşünmüştüm ve uyuyamamıştım…
ben uyuyamamıştım da, ya sivas’ta birer-ikişer çifte kuzularını kaybedenler, o anı yaşayanlar ne olacaktı?”
(sosyal medyada yapılan bir paylaşımdan alınmıştır..) -
"ben anlarım
bu acı bizim ora işi hançer acısı
bir ülkedeniz ne de olsa
aynı dili konuşsak da
anlamayız birbirimizi
hançerin nakışı
tanıdım acısından sıvas işi"
aziz nesin -
aziz nesin denen provokatörün, yasaminin sonlarina geldigini farketmesi ile daha cok ün ve dikkat cekme sevdasi yüzünden, büyük telas ve acele ile elinden gelen provokasyonu yaparak, bir sürü insanin katledilmesine sebep olmasi olayi.
edit: edebi, zerre kadar degeri olmayan, her yönden sirf provokasyon amaci ile bir "bati ajani" tarafindan yazilmis sicmigi türkceye ceviryormusmusmus... hatta tutmus yayinlamis birde. hatta sadece bazi yerlerini, komple kitabi cevrmemis oldugu halde.
bu acele ile provokasyon degildir de nedr? -
içim yana yana, her aklıma düştüklerinde, hayatın ne berbat olduğunu kanser gibi iliklerimde hissederek ve fakat ölümsüzlük lanetine bulaşmış gibi ölemeyerek kalakalıyorum.
kader midir, insanları aydınlatıp, insanca yaşama ulaştırmaya kendini adayanların, madem konuşturmuyorsunuz, biz de yana yana anlatırız demeleri?
allahın kahretmesini beklediğim, o beni prometheus gibi her gün öldüren cani kalabalık!
üstelik hala var olmaları! hala haklı sayılmaları! hala öldürmeleri!
mazlumun yanında, ben yana yana... -
yaz sil, yaz sil. aleviyim ve söylemek istediğim çok şey var aynı zamanda hiçbir şey yok. adalet istiyorum...