• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.00)
snowpiercer - joon-ho bong
küresel ısınma sebebiyle yeni bir teknoloji kurup atmosfere sıcaklığı dengelemek için füzeler gönderilir fakat bu tam tersi bir etki yapar. bu sefer de yer yüzü karla kaplanır. çok az insan kurtulur. hepsi çok özel yapılmış bir trene girerler ve bu tren hiç durmamacasına seyahat halindedir.
bir çeşit distopya olan bu film, "ayakkabılar" ve şapkalar" şeklinde ayrılan insanlarla doludur. ayakkabılar isyan etmeye başlayınca her şey gün yüzüne çıkar.


  1. bence tek kelimeyle etkileyici bir film. öte yandan iyi düşünülmüş fakat işlenilişi fikrin kendisine yaraşır güzellikte değil.

    öncelikle olumsuz diyebileceğim yanlarını saymak istiyorum:
    -trendeki üst sınıf fazla karikatürize edilmişti, bence bu yüzden daha sağlam eleştiri ve gerçekçi temsiller içeren bir film olmaktan uzaklaşmış. gerçi filmi bir bilim kurgu olarak değerlendirirsek bu biraz anlamsız bir eleştiri gibi durabilir.
    -odak noktamız olan alt sınıftaki karakterler ise klişe hollywood hikayelendirmesine uygun şekilde oluşturulmuştu. cesur kahramanımız, kahramanın yanından ayrılmayan destekçisi, kahramanın akıl hocası ve kahramanın peşinden giden kalabalık...

    bunların yanında filmin artıları da var elbet:
    -benim için en büyüğü; filmin odak noktasında aşk barındırmaması. bu şekilde vıcık bir hollywood filmi olmaktan kurtulmuş ve asıl konusuna odaklanmış. ayrıca en son ne zaman bir şekilde bir yerinde "aşk" olmayan bir film izledim bilmiyorum bile, resmen iyi geldi.

    !---- spoiler ----!

    -diğer bir artı ise tam ölecekken mucize kurtuluşların (herkesin baş kahramanımız için canını feda etmesini saymazsak) olmamasıydı. herkes çatır çutur öldü.

    akla kazınacak birkaç sahne ise filmin başındakı cezalandırma sahnesi ve 7 dakikalık nutuk (tilda swinton'un tüm muhteşemliğiyle), isyanın başlangıcı ve ön tarafa geçiş, savaşın ortasında durup yeni yılı kutlamaları ve tüneldeyken ateşin gelişi oldu.

    filmin sonundaki yüzleşme ve finaliyle devrime dair verdiği mesaj (sistemi yıkmadan düzeltemezsin) beni tatmin etti.

    bittikten sonra aklımda sallanıp kalan replik gilliam'ın curtis'e söylediği "wilford'un konuşmasına izin verme, dilini kes" cümlesi; soru işareti ise "şimdi ne olacak?" oldu.

    !---- spoiler ----!

    sonuç olarak kesinlikle bir şekilde yalınlığı ve netliğiyle sizi yakalayacak, kesinlikle izlenmesi gereken bir film diyorum. etkisini üzerinizden hemen atamıyorsunuz ve bir süre filmin üzerine düşünüyorsunuz.
  2. iki saatin nasıl geçtiğini anlamadım. merak duygunuzu sürekli canlı tutan zaman zaman geren bir film. tren olması hunger games'i anımsattı. ayrıca kaçış için güvenlik uzmanı meselesi de stallone'nin yakın zamanda çekilen escape plan filmini anımsattı. lakin sadece anımsattı, her yönüyle iyi kotarılmış bir film.

    güney kore parmağının olması kendini hissettirmiş.
    artı olarak uzakdoğulu oyuncuların dengelenmiş olması çekik gözlü insan tanımaya çalışma çabanızı en aza indirmiş durumda. rahat izleniyor. (çekik gözlü olmaları ve isimlerin benzerliği yoruyor insanı bir yerden sonra. yoksa çok tatlı, can insanlar.)
  3. hem aksiyon olsun, hem kafa yorayım diyorsanız, bu işte o filmlerden birisi. aksiyon açısından doyurucu, hikaye olarak gayet iyi, alt metin okumalarında ise tatmin edicilikten uzak dahi olsa böyle bir film için izlenebilirliğini düşürmüyor. kapitalizm, devrim – karşı devrim ve propagandanın karşılıkları, biraz kör göze parmak olsa da filmde kendine yer bulmuş durumda ve ne kadar okuması kolay olsa ve rahatsız etse de bu yönüyle, izlenebilirliği düşürmüyor.

    küresel ısınmaya çözüm olarak geliştirilen yöntemin küresel soğumaya yol açıp dünyayı yaşanamaz bir yer haline getirmesi sonrası, kalan insanların bir trene doldurulması ve vagonlar arasındaki sınıf ayrımı neticesinde ezilenlerin, bir nevi sosyal adalet arayışına dönmesini konu alıyor film kabaca.

    !---- spoiler ----!

    kaptan amerika chris evans baş rolde iyi, tilda swinton ise çok iyi. ed harris var bir de; wilford rolünde oynuyor ve filmin sonlarına kadar wilford ‘u göremiyorduk ama nedendir bilinmez ed harris çıkacağını tahmin ettim wilford ‘u oynayan oyuncunun.

    sevdiğim monologlar vardı filmde, ki hikayenin akışında aslında en büyük yeri tutan bu tiratlar ve keyifli okumalar olduğunu kanısındayım: 

    misal; 

    filmin güzelliği, sosyal adalet arayışına neden isyanın nedeni ve vuruculuğu ile ilgili şöyle bir hikaye paylaşabilirim filmden: 

    "......trenin kuyruk bölümüne gittin mi hiç? orada ne olduğuna dair bir fikrin var mı? trene bindiğimizde kaos vardı. donarak ölmedik. ama şükredecek vaktimiz de yoktu. wilford 'un askerleri gelip her şeyimizi aldı. demirden bir kutuda bin kişi vardı. gıda yok, su yok...
    bir ay sonra zayıfları yedik. kendimden neden nefret ettiğimi biliyor musun? insan eti tadı nasıldır biliyorum. bebeklerin tadı en iyisidir. bir kadın vardı. bebeğiyle saklanıyordu. birkaç adam bıçakla geldiler. kadını öldürüp bebeğini aldılar. sonra yaşlı bir adam, sadece yaşlı bir adam öne çıkıp dedi ki :
    " bıçağı bana verin. "
    herkes onun bebeği kendisinin öldüreceğini sanıyordu. ama bıçağı aldı kendi kolunu kesti ve dedi ki: " bunu yiyin. "
    " bu kadar açsanız bunu yiyin, bebeği bırakın. " 

    kapitalizm eleştirisini, sınıf ayırımını biraz kör göze parmak yaptığından bahsetmiştim. ön vagonlarda ( rahat rahat takılanlar ) bulunan mason ‘un kafasına atılan bir ayakkabıdan sonra, arka vagonda yaşamaya çalışanlara attığı nutuk misal, bunu açıkça ortaya koyuyor: 

    " yolcular!
    bu bir ayakkabı değil.
    bbu düzensizliktir.
    42 numara kargaşadır.
    bunu görüyor musunuz?
    bu ölümdür.
    bu lokomotife biz evimiz diyoruz. sıcak kalplerimizle dondurucu soğuk arasında tek bir şey var. kıyafet mi ? pantolon mu ?
    hayır, düzendir. düzen, bizi ölümcül soğuktan koruyan tek şeydir.
    trende yaşayan hepimiz bize tahsis edilmiş yerlerimizde kalıp bizim için belirlenmiş özel işlerimizle meşgul olmalıyız.
    kafanıza ayakkabı giyer misiniz? tabii ki kafanıza ayakkabı giymezsiniz. ayakkabı kafa için değildir. ayakkabı ayak içindir. şapka kafa içindir. ben şapkayım, siz ayakkabı. ben kafa için varım, siz ayaklar için. aynen öyle işte.
    en başında, düzen biletlerinizin verdiği haklarınıza göre sağlanmıştı. birinci sınıf, ekonomi ve sizin gibi beleşçiler. ebedi düzen kutsal lokomotif sayesinde sağlanmıştır. her şey kutsal lokomotif ‘ten geçer. her şey yerli yerindedir. tüm yolcular kendi bölümlerindedir.
    suyumuz akıyor, ısınıyoruz. kutsal lokomotife saygı gösterin. özellikle de tahsis edilmiş yerleriniz için. aynen öyle. ta başından beri ben ön taraftayım. siz arka taraftasınız.
    ne zaman bir ayakkabı kafaya çıkarsa kutsal sınır geçilmiş olur. yerinizi bilin. yerinizde kalın.
    ayakkabı olun. " 

    elbette ki, kendi çözümünü de kendisi getirmiş yaşananlara karşı film, wilford yarattığı düzene açıklama getirmeye çalışırken, günümüz dünyasına da ışık tutuyor bir nebze, ki günümüz sosyal adalet arayışlarına karşı ortaya çıkan sistematik baskınında açıklaması bir nebze: 

    "...işin aslı, hepimiz bu lanet olası trende hapsolmuş durumdayız. hepimiz bu metal yığını içinde esir düştük. ve bu tren ekosisteme çok yakındır. dengeyi korumak için çaba sarf etmeliyiz. hava, su, erzak... nüfus... daima dengede tutulmalı. en uygun denge için, bazen çözüm için daha radikal kararlar alınmak zorunda kalınacaktır. nüfusun azaltılması gerektiğinde sert uygulamalar gerekebilir. gerçek doğal seleksiyon için vaktimiz yok. bunun olmasını beklersek korkunç derecede kalabalıklaşıp açlıktan ölürüz. sıradaki en iyi çözüm bir özel grubu öldürmek için başka bir özel grup kurmaktır. zaman zaman, tabiri caizse ortalığı karıştırıyoruz. 7lerin isyanı, mcgregor devrimi...
    büyük curtis ihtilali. hiç beklenmeyen şeytani bir plana sahip çok etkili bir yapım. "

    !---- spoiler ----!
  4. her sınıfın iyi kötü simule edildiği, lokomotif kısmındaki diyaloglarla konuyu çok güzel bağlamış bir yapıt.
    senaryoda dünya düzeni içerisinde çok önemli bir yer tutan din-inanç ile ilgili hiçbirşeyin olmaması ise bence simülasyonu eksik bırakmış.
    h2o
  5. önce genel bilgiler;
    le transperceneigeisimli fransız çizgi romandan uyarlanmış 2013 yapımı, güney kore-çek filmi ortak yapımıdır.
    filmin yapımcıları arasında, intikam üçlemesi filmlerinin yönetmenliğini yapmış, intikamın kitabını yazan,park chan wook bulunuyor.
    bununda altını çizmekte fayda var.
    filmin yönetmenliğini ise, şimdiye kadar izlediğim hiç bir filmi başarısız olmamış, bong joon ho yer alıyor.
    oyunculuklarını ise, chris evans, song kang-ho, tilda swinton, jamie bell, octavia spencer, ewen bremner, ko asung, john hurt
    ed harris paylaşıyor.
    bilim kurgu-aksiyon öğeler içeren dispotik bir film. dispotik film sevmeyenlere güzel gelmeyecektir. baştan uyaralım.
    arkadaşlar;
    filmin yönetmeni, hemen hemen her filminde olduğu gibi, bu filminde de ''mesaj'' kaygısı taşıyor ve bunu mükemmel bir şekilde veriyor.
    bundan sonrasını spoi takıntısı olanlar okumasın.

    yukarıda ki film eleştirilerinde filme ''klişe'' ve ''sıradan'' bir senaryo eleştirisi getirmişler.
    bence bu film klişe dışında her şey olabilir.
    konusuna, vermek istenen mesajlara değinelim.
    cw7 adındaki kimyasal maddeyi, dünyadaki küresel ısınmanın önüne geçmek isteyen bilim adamları atmosfere veriyor. ancak yanlış hesaplamalar sonucunda, bu sefer dünya buza kesiyor, insanlığın hepsi yok oluyor. bir trenin vagonları içindekiler hariç.
    wilford isimli bir girişimci tarafından felaketten önce yaratılan bu tren, hiç durmadan, sürekli hareket ederek yol almaktadır.
    vagonlar arasında keskin bir sınıfsal ayrım vardır. trenin en başındaki lokomotif'te ise sadece wildford bulunmakta.

    insanlar ahlaki ikilimler yaşarlar, bu ahlaki ikilimlerden beslenen, iktidarın ''denge'' ideolojisi arasındaki savaş, filmi kült yapan şeydir.

    filmde, trendeki düzenin sorumlusu, wildford'dur. wildforda göre; çektiği tüm yalnızlık, ayrıcalıklı bir sefa getirse de, beraberinde getirdiği yalnızlık sebebiyle acı çekmektedir. bunun sebebi, trendeki dengeyi koruma uğruna yapmış olduğu baskı ve şiddettir.

    hele sorun bakalım;
    --''o bizim gibi sıradan bir insan olmayı neden istememiştir? ''
    -- peki lan sorduk ''neden?'' dediğinizi duyuyorum.
    sebebi çok basit,
    --''tabiki varlığınız ve düzeniniz devam etsin diye'' , şükür diyin lan şükür nankörler!!!
    o bunun için ilahtır, tanrısallaştırılır.
    orta vagondaki ''orta sınıf'' çocuklarına ''düzenin idealoji okulları''nda hamile, sevimli bir öğretmen tarafından çocukların minik beyinlerine bu tanrısallaştırma fikri zerk edilir. ve bu tanrısallaştırma nedeniyle toplumda bireyler, bu düzeni ''kendilerinin istediğine''inanıp, ''her şeyimizi ona borçluyuz''derler. dahası, bu düzeni korumak amacıyla ''şiddet'' gösterebilir. aksini söyleyen ''hain''dir. yok edilmelidir.
    isyankar curtis, kanlı bir biçimde vagonları bir bir geçip ileriye gittikçe, ve nihayetinde lokomotife yani ilk bölüme gelince suratımıza bir gerçek çarpar.
    wilford, aslında curtis'tir.
    çünkü curtis, kendi kolundan vazgeçemediği için bir bebeği yemiştir.
    kıtlık ortaya çıktığı vakit, insanlık dürtülerinden dolayı kaos çıkarmaya meyillidir. bu kaos için iktidar şiddeti elzemdir. bu sebeple ''denge'' için bazılarınınız ölmesi gerekiyor. çünkü, ''ayaklar baş olursa'' toplum çöker. filmin başındaki ayakkabı metaforu böyle açıklanır.
    lokomotifin önüne gelene kadar filmde hiç şunu düşünmedim; ''dışarı çıkma ihtimali''....
    eminim bu filmi izleyen hiç kimse düşünmedi...
    ''üçüncü yol bu kadar mı imkansız gözümüzde?'' (bkz: üçüncü yolun imkansızlığı)
    dışarı çıkmak,,, filmin sonunda iki çocuk dışarı çıkacak, kendilerine bakan kutup ayısını gördüklerinde biz şunu anlayacağız;
    sağ kalmak için öldürmek tek alternatif değildir, öldürmek meşru bir seçenek değildir, ve mutlaka başka yollarda vardır.
    öldürmek nasıl insan dürtüsü ise, buna karşı durmak ta insan dürtüsüdür.
    gerçekten, çok beğendiğim bir film oldu. şiddetle tavsiye ederim.
  6. bilim kurgu sevenlerin yanısıra toplum düzeni üzerine düşünmekten keyif alanların mutlaka seyretmesi gereken harika film.
  7. daha önce izleyip yarıda bırakmıştım. şimdi tamamladım ve yine fikrim değişmedi. resmen kötü film.

    !---- spoiler ----!

    ne felsefesi var şimdi bu filmin mesajı ne? neymiş tren dünyaymış. onu biz de anladık. ee sonuç? sonuç dünyanın yok edilmesi mi? saçmalık. gerçekten vermek istediği bir mesajı olsaydı bir çözüm sunardı. o kadar eleştirmeye çalıştınız olmadı ya hani çözüm nerde?

    kahramanımız trenin başına (bana göre sonu ya) kadar gitti her şeyi anladı ama fikrini değiştirmedi ve treni patlattı. sonuçta insanlar hayatta kalabilecek izlenimi vermeye çalışmışlarsa da yemez. o şartlarda o insanlar hayatta kalamaz arkadaş. nedir çözümünüz anarşizm mi? direniş bu mu? devrim bu mu? bulşit. henüz tren patlamadan kızı durdurduğu anda tam değişik şeyler olacak derken uyduruk bir şekilde bitirdiler filmi. daha farklı bir yönetim kurgulansaydı bu kadar hayal kırıklığı yaşatmazdı. hadi diyelim yine insanların dışarda yaşamaya uygun şartlar oluşana kadar insanca yaşayacağı, isteyenin trenden ayrılacağı, nüfusun daha insancıl yollarla kontrol altında tutulduğu bir tren olmazdı ama tam tersi bir şekilde eskiden olduğu gibi katı bir disiplinle, değişik kurallarla yönetilen ama mutlu insanlar görseydik ben daha fazla şaşırırdım. kurallara aykırı davrananlar için düzenli olarak trenin her vagonundan insan sayısı azaltılma yoluna gidilseydi mesela. (bu arada hayal gücüm beni de korkutmaya başladı) neyse sonuç olarak yaşam alanını patlatmak (onlara göre özgürleşmek belki ama) bana saçma geldi. tam bir gerizekalı durumuna düşen chris evansı böyle kurtaralım demiş senaristler. olmamış. kötü film. tü. kaka.

    !---- spoiler ----!