1. durmadan değişen bir kentte selvilerin
    anılarıyla uğuldayan bir sokaktı
    yüksek ve külrengi yapıların tepesinde ikindi
    sarı bir ışıkla vururdu pencerelerin donuk ve sessiz
    krater gölcüklerine
    orada yaşlılar otururdu tozlu iğne yastıkları ve güz
    sararmış martıların eğri yağmurlarıyla gelir tarardı
    yüzlerinde unutulmuş sepya boşluğu
    karınlarına ölümün tohumlarını ekerdi aşağılarda
    hafif bir lağım kokusuyla karışık kahve
    ve anason çiçekleri satılan
    küf rengi ırmakların sokağında ehliyetli kurbağalar
    safa pezevenkleri ve geçmiş kaçakçıları
    arada inatçı arnavutların
    durmadan yenilediği kaldırımlardan
    gülleri örselenmiş kadınlar geçerdi farkedilmeyi
    bekleyen erken kararmış lidya gümüşleri genç kızlar
    kanlı bayrakların yelkeniyle arada
    tersane işçilerinin kadırgaları geçerdi ilkyardıma doğru
    siren sesleri sivaslı kapıcıların granit belleğine
    bulanık izler bırakırdı

    günlük işlerin bittiği saatlerde yani geceleri
    sokak bir kerhane gibi işlerdi bahriye gediklileri
    denizi ve orospuları aynı anda gören evlerin
    duvarına arabesk bir savaşın tarihini yazarlardı: aşk
    binliklerin mor jileti çalışırdı kapılarda titreyerek ve derin
    bir yarıkla açarak feodal zamanın surlarını
    sabahın eteklerine ulaşırdı

    oradan başıboş çocuklar çıkardı yaşamın çöpçüleri
    doğulu çocuklar plastik ayakkapları ve kendi gövdelerindeki
    ölü ana sıcaklığına sarılan kollarıyla
    süpürürlerdi gecenin artıklarını
    solgun iğneleriyle ilk ışıkların dikerdi ağırbaşlı halk
    kentin zarını yeniden ve gün
    başlardı

    orada sevdim seni
    sokağı denize bağlayan geçitte orada
    geceyi gökkuşağına bağlayan günlerin saçını hızla örerdi zaman
    sevecen sorgulu uysal yüreğin
    bir çimen türküsüyle açardı soyağacının gizli bahçelerini
    çılgın bir büyücüye, orada kan ırmağından
    geleceğin şarabını çıkardım ve yanan günlerden altın
    bir şiir çıkardım güzelliğinin kapalı yapraklarından
    bozkır ortasında ırmak kuyu dibinde gökyüzü bir özgürlük
    esintisi zindanların avlularından

    unutma ben yokolunca değişince kent ve bir yoksulun
    o günlerden
    sana bağışladığı söz ülkesi yitip gidince
    sonsuz ve isimsiz bir deniz kalacak bir de çamağacı
    benim sularımla öpüşen.