• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.56)
son kuşlar - sait faik abasıyanık
"söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. hırs, hiddet neme gerekti? yapamadım.koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. oturdum.ada 'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım.""haritada bir nokta" adlı öyküden. (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. içinde bir tane bile kötü öykü bulunmayıp, yeryüzündeki öykülerin en güzeli olan `haritada bir nokta`'yi de barındıran sait faik şaheseri. ne de güzeldir o öyküler; huzurlu, dertli, tasalı, yaşam telaşlı, deniz kokulu balıkçı kasabası öyküleri...

    ah, "yazmasam deli olacaktım"...
    aynı adlı öykünün en derin ve dolayısıyla en bilinen cümleleri ise:

    "dünya değişiyor dostlarım.
    günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz.
    günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göre­meyeceksiniz.
    bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü ola­cak.
    biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük.
    sizin için kötü olacak.
    benden hikâyesi."

    ah sait faik, iyi ki yazmışsın...
  2. denizin vurulduğu sesle
    kıyıların içinden geçerek
    kelimeler yaratan
    sait faik'in
    örtüleri dalgalı
    anlattığı istanbul'u
    okumaktır son kuşlar
    da gitmeden
    hala
    gitmemişse...

    !---- spoiler ----!

    & kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.

    dünya değişiyor dostlarım.günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göre­meyeceksiniz. bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü ola­cak. biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük.sizin için kötü olacak. benden hikâyesi.

    & bir insan yüzüne doğuştan gelip oturmuş gülüş, üzülüş, düşünüş gibi şeylerin hiç uçmaması lazım. uçtu muydu, sanki kişi ölmüştür. yalnız ölünün yüzünde mana yoktur.

    & ölümden daha korkunç şey olur mu? diyeceksiniz. olur: felaketlerin en büyüğü akıldır. onu yarım yamalak bile olsa, bulduktan sonra kaybetmek, ölümlerin en dehşetlisidir.

    & tabiat; çoğunca dosttur. düşman gibi gözüktüğü zaman bile insanoğluna kudretini ve kuvvetini tecrübe imkanları veren, yüz vermez bir babadır; fırtınasında kayığını batırdığı zaman yüzmesini, rüzgarında kulübenin damını uçurduğu zaman daha sağlamı, daha hünerliyi bulmayı öğretiyor; canavarıyla karşı karşıya bıraktığı zaman adale kuvvetini sınıyordur. orada, dört tarafı su ile çevrili yerde insanların büyük, sağlam dostluklar, sağlam adaleler, namuslu günler ve gecelerle birbirlerine sokulmalarını, yardımlaşmalarını buyuran rüzgarlar, fırtınalar, deniz canavarları, kayaları günlerce haftalarca döven dalgalara ancak tabiatın buyurduğu şekilde yaşanabileceğini; sıkı ve sağlam adalelerin çelimsizlere yardım için; keskin aklın daha kör, daha mülayim, daha gürültüsüz ve yavaş akla, hatta akılsıza arkadaşlık için verildiğini; çorbanın çorbasızlara taksim edilmek için mis gibi koktuğunu öğreten, belki de öğretmeden öyle iyi, öyle mübarek anadan doğulduğunu hayal ettiren bir düşünce ile haritalardaki maviliğin ortasında, kocaman kıtaların kenarındaki büyük denizlerin bir tarafına kondurulmuş adalara bakar, kurar dururdum.

    & ölesiye yalnız, ölesiye mesudum. içim kalabalık çekiyor. insanlar çekiyor. çocuklar istiyorum; haşarı, sarışın, esmer, edepsiz… seyahatler çekiyor içim. dünya yüzündeki tuzlu sularda ışıklı vapurların gittiğini; paris’te kırmızılı, yeşilli, turunculu işaret fişeklerinin bulvarlar boyunca akan köhne taksilere sis içinde yol gösterdiklerini; caddelerde, meydanlarda gotik binaların kayalar misali yükseliverdiğini; bisikletine tünemiş genç bir kadının türkü söyleyerek geçtiğini; pırıl pırıl matruş bir adamın pırıl pırıl bir bıçakla bonfile kestiğini; yalancı inciler içinde dolgun bir kadının napoli’de, şarkılı bir kahvede fıstıklı dondurma yediğini; tayyare meydanlarının lokantalarında konyak içerek garip valizleriyle yolcular bekleştiğini; üçüncü mevki bir vagonda yaşlı bir adamın şehir içlerinden tren geçerken, gençken oturduğu kahveleri tanıyarak titrediğini…

    & yandan çarklı durdu. bir iskeleye insan boşalttı. insan aldı, insan!... insan!

    her şeyin fakir elbiseleri gibi lime lime, nem almış sıvalar gibi parça parça döküldüğü zaman, yalnız sen varsın insan. yalnız sen varsın. yalnızlığımın, ihtiyarlığımın, sevimliliğimin, egoizmimin ortasında daha dün şehvetle sarıldığım, kokusundan haz ettiğim; yıldızları, yandan çarklıyı, derin suları, heykelleri, gotik binaları, ağaçlık tenha yolları, pek sevdiğim yeşil yeşil, kırmızı kırmızı, turuncu turuncu yanan işaret fenerlerini geride bırakıp, sana yalnız sana aşığım.

    daha dün dudaklarını, tüylü kollarını, ağzını, kirli dirseğini; şeftali, kaşar peyniri, ekmek, kavun kokan avcunu, memelerini, gözünü öpmüştüm, şimdi kaçıyorsun benden, soğuyayım de gebereyim. yok anam yok! yok hayatım yok! kafamın içindeki tenhalığı, halimdeki yalnızlığı, karaciğerimdeki hastalığı, canımdaki kudretsizliği, sinirlerimdeki derin derin uyku ihtiyacını bahane edebilir, sana da giderayak lanet şarkılar yazmaya çalışırım. kim bilir belki de güzel bulanlar olur. olur, olur ama, gönlüm hala sendedir, sende. şimdi parklarda uyumuş çocukların, ihtiyarlarınla benim gibisin. benim gibi. değil, "ben" sen, hiçbir şey seni sevmekten beni alıkoyamaz.

    ...

    !---- spoiler ----!