• youreads puanı (8.58)


  1. uzun... upuzun bir piyano introsuyla başlayıp hüzüne boğar insanı. ardından vokalle beraber bir tapınakta ayrılık ayinleri gerçekleştiriyor gibi hissedersiniz, ilerledikçe ilerler şarkı hüzününüz artar, ardından mike portnoy'un şarkıya girmesi petrucci'nin distortion'ını açması ile birlikte koparsınız artık bambaşka bir alemde bulursunuz kendinizi...
  2. muhteşem introsunun bile tek başına depresyona geçirebilecek gücü olan dream theater'in efsanevi klavyesi kevin moore'un gruptan ayrılmadan önce dünyamıza kazandırdığı sanat eseri. her dinlediğimde tüylerim diken diken olur...
  3. az önce öğrendiğim dream theater şarkısı. bunca zaman nasıl karşıma çıkmadı bilmiyorum. şoktayım şu an. az önce dinlediğim bir şarkı değildi. kesinlikle değildi. bu şarkıysa diğerleri ne bilmiyorum. bu koskoca bir hayattı. hüzünlü bir hayat hem de. şarkı boyunca ağırlıkta olan piyano insanın içini parçalıyor. bununla birlikte dertten derde sürüklüyor. şarkı bittikten sonra bir süre kendine gelemiyor insan. şarkı üstüne söylenecek pek bir şey yok. efsaneler efsanesi. yapılmış en iyilerden biri. daha iyisi yapılmaz bence artık. git gide batıyoruz biliyorsunuz.

    dinlerken hissettiklerim ise şöyle. şarkı başladığı anda piyanonun o muhteşem melodisine kendimi kaptırdım. klasik bir dream theater şarkısı gibi piyano/klavye girer sonra ya direkt ya da sonradan çatır çatır distortion gitar girer ve petrucci ortalığı dağıtır diye bekledim. müziğe bakış açımı değiştirdi az önce bu şarkı. net bir şekilde hem de.

    birkaç saniye sonra gitarı falan önemsememeye başladım (beni bilen bilir gitarı önemsememem mümkün değildir). çünkü artık şarkı şarkı olmaktan çıkmıştı. ben de ben olmaktan. odamda sandalyemde oturmama rağmen kendimi orada hissetmedim şarkının geri kalanı boyunca. nerede hissettim diye düşünecek olursam hiçbir yerdeydim. en doğru tarifi bu. etrafa dair hiçbir hissim kalmamıştı. anılarımı hissetmeye başladım. en eskilerinden en yenilerine. birbirlerine etkilerini gördüm. biri farklı olsa diğeri nasıl olurdu onu gördüm. anılar önümü arkamı sarmıştı. şarkı ilerledikçe farklı bölümler geldikçe anılar değişti. küçüklük hayallerimi pişmanlıklarımı anılarda görmeye başladım. aradan gelen konuşmalar içime işledi. hayatımın senaryosunu okuyor gibiydi adeta. şarkı bitti. gözümü açtım. telefonu elime aldım ve ⁠⁠⁠"neydi bu ya" yazdım. aklıma ilk bu geldi. ne diyeceğimi bilemez haldeydim. şarkı boyu birkaç saniye öncesini bile hatırlayamadan gelen her yeni notayla bambaşka şeyler yaşadım.

    ayrıca bunun bir de direkt kevin kaydı vardır. albümdeki hali bir türlü ölemeyen , kevin kaydı ise ölmüş bir adamın acıyı anlatışı gibi.

    tamamen gerçek hislerimdir. en ufak bir abartma bile koymadım araya. "abartma be oha" diyenlerin duygularından şüphe bile edebilirim.

    bu şarkıyı yazan eller dert görmesin.
    jimi
  4. aşk acısının fon müziğini seç deseler ilk üçe oynayacak olan piyanonun doğru kullanıldığında rock enstrümanlarıyla ne kadar yakıştığını gösteren insanı kendini içine bırakmaktan alıkoyamadığı bir melankoli denizlerinde yüzdüren şiir gibi şarkı.