• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (6.67)
swastika geceleri - katharine burdekin
modern toplumlarımızın günden güne totaliter rejimlere doğru kaydığı, filozof slavoj zizek'in dediği gibi kapitalizmle demokrasi arasındaki sonsuz evliliğin bittiği bir dönemde hepimizin kafasını kurcalayan şey nasıl bir geleceğin bizi beklediği. eğer insanlık bu gelecekten işaretleri okuyamayıp bu geleceği değiştiremediği takdirde katharine burdekin'in 80 yıl önce kurguladığı faşist bir dünya olabilir mi bizi bekleyen?şiddet ve hainliğin erkeklere statü kazandırdığı, kadınların damızlık hayvan vasfına indirgendiği bu dünyada herkesin ortaklaşa taptığı tek bir şey vardır: lider 1937'de hitler henüz yaşarken yazılan bu roman, uzun süre unutulmuş ancak 1980'lerde tekrar gündeme gelmişti. "1984" ve "cesur yeni dünya" gibi büyük distopik romanların arasında yer alan swastika geceleri en önemli feminist eserlerden biri olarak görülmektedir. önsözden alıntılarsak:"burdekin swastika geceleri'inde yedi yüz yıllık nazi hegemonyasının ardından bir avrupa hayal ederken, faşizmin tehlikeleri hakkında uyarıda bulunmaktan daha fazlasını yapıyordu. burdekin'in kitabı, faşizm analizlerini, hitler ve onun döneminin özelliklerinin ötesine geçerek ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. faşizmin erkek hegemonyasının olağan gerçekliğinden, cinsiyet rolleri açısından erkek ve kadınları kutuplaştıran bir gerçeklikten nitelik olarak değil, nicelik olarak farklı olduğunu iddia eden burdekin, davranışın "eril" ve "dişil" şekillerini hicvetmektedir. bu açıdan nazi ideolojisi, "erkeklik kültünün" en uç noktaya ulaşmış halidir. erkeklik kültüne karşı öne sürülen güçlü argumanların yanı sıra bu bağlantı, burdekin'in kitabını 1930 ve 1940'larda yazılmış diğer pek çok anti faşist karşı ütopya kitabından ayırır."(tanıtım bülteninden) (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. bir çok edebiyat tarihçisi tarafından en önemli feminist distopyalardan biri kabul edilir swastika geceleri. burada sanırım asıl etken romanın edebi tadından çok seçtiği konu ve yazıldığı dönemdir. bana göre katherine burdekin'in eserini bu bakış açısından hareketle, iki parçalı değerlendirmek gerekiyor:

    öncelikle romanın yazılış ve tanınma sürecine değinmek gerek. katherine burdekin romanı 1937 yılında, murray constantine müstear ismi ile yazıyor ve yaşamı süresince romanı üstlenmiyor. murray constantine müstear isminin edebiyat çevrelerince o dönemde de katherine burdekin'e ait olduğu bilinse de romanın bilinirliğinin artması ve yazarının kim olduğunun öğrenilmesi 1985 yılında, yeniden basılması ile sağlanıyor.

    yani bu roman, hitler'in yüksek oy oranlarıyla "halk tarafından" seçildiği, faşizmin ayak seslerinin duyulmasına rağmen ikinci dünya savaşındaki büyük yıkımın, faşizmin insanlık dışı uygulamalarının netliğe kavuşmadığı bir dönemde yazılıyor. bugün okurken faşizm kazansaydı ne olurdu sorusunu bize sorduran roman yazıldığı dönemle birlikte düşündüğümüzde o günün okuruna aslında son derece önemli ve güncel bir soru soruyor: faşizmin kazanmasına izin verirsek neler olur?

    işte bu soruya burdekin cevabını 700 yıllık bir nazi hegemonyası altında yaşanan, iki kutuplu bir dünya kurgusunda veriyor. kutuplardan biri avrupa ve afrika’ya hükmeden nazi imparatorluğu diğeri ise asya, avustralya ve amerika kıtasına yayılmış, aynısının laciverti japon imparatorluğu. hitler bir kadından doğmamış, gök gürültüsü tanrısı babasından infilak etmiş bir tanrı...yeni bir din, yeni bir sistemin elbette ki temel yapıtaşı. ve bu yeni sistemi ayakta tutan iki önemli düstur var: kadının indirgenmesi, yani tam anlamıyla damızlık birer hayvanlara dönüştürülmesi ve toplumsal belleğin yitimi için harcanan büyük çaba, toplatılan, yakılan, yıkılan sanat eserleri, kitaplar...burdekin bu kurgusu ile faşizmin güçlenmek için neye ihtiyaç duyduğunu başarılı bir şekilde sunuyor: eril güç ve toplumsal bellek yitimi.

    öte yandan bu yeni sistemin nasıl büyük bir güç haline geldiğinin anlatıldığı bölümlerde burdekin çok başarılı bir alt metin sunuyor: totaliter rejimlerin dayandığı popülizm. insanlık tarihi boyunca edinilmiş tüm birikimi kendi havuzuna alarak değiştiren ve kendi gerçeğini, resmi tarihini yaratan faşizm. daha da önemlisi, buna direnmeyerek, kabullenerek, yüzyıllar boyunca erkin dayattığı rollerini benimseyen, "erki /erkeği memnun etmeye odaklı" kadınların bu yenilgideki payı...bu bakış açısıyla beraber okunduğunda roman 1937 yılında, yedi yüzyıllık bir gelecekte görülen bir kabus olmaktan çıkıp bugünün dünyasında hala var olan, kimilerimizin gördüğü, kimilerimizin ise bir bardak ılık sütle geçiştirmeye çalıştığı bir kabus olmaya devam ediyor. bu anlamda romanın acı bir tadı olduğunu, hatta türkiyeli bir okur için çok daha vurucu gelebileceğini söylemeliyim.

    tüm bu derin alt metni de kavradıktan sonra, elimdeki kitabın sadece 230 sayfa olduğunu fark ettiğimde oldukça kısa olduğunu düşünmüştüm. bitirdiğimde de fikrim değişmedi. burdekin eserinde olaylara değil, az sayıda karakter üzerinden diyaloglarla gelişen bir anlatıma yaslanıyor. bu yönü ile zaman zaman ilerlemesi güç, akıcılığı aksayan, arka planı eksik bırakılmış hissi veren bir yönü var. burdekin binlerce sayfa yazsaymış da bu kitap asıl kitaba sadece bir önsöz olsaymış diye düşündürmüyor değil.

    romanın konusunu ya da bu yorumu buraya kadar okuyanların zihninde elbette yer yer başka kitaplar, yazarlar belirmiştir. evet, 1984 ya da damızlık kızın öyküsü gibi burdekin'in bu romanından yıllar sonra kaleme alınmış diğer distopyaların bu romandan bir hayli etkilendiklerini söylemek mümkün. bu anlamda türe ilişkin okumalarda bir liste yapılacaksa eğer, hem swastika geceleri hem de mağrur adam kitaplarını başa koymak kapıyı aralamak için iyi bir yöntem, burdekin iyi bir yol gösterici olacaktır. tavsiye ederim.
    mesut
  2. kitabın tanınmamasının nedeni kurgusu. kurgu kesilmiş hissi uyandırıyor. birçok şeye öncülük edebilir. tarihsel değeri büyüktür. ama edebi anlamda bir şeylerin eksikliği de hissediliyor. kısa geldi hatta. türkçe’ye de epey sonra çevriliyor. gerçi türkçe’ye erken çevrilen ne var?
    sezgi