• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (9.38)
Yazar oğuz atay
tehlikeli oyunlar - oğuz atay
kişinin kendiyle savaşmasını ve yenmesini, kendini dönüştürmesini hayati bir sorun olarak algılamaya çağıran, çarpıcı ve sarsıcı bir roman. romanın baş kişisi hikmet benol, toplumdaki yoğun kargaşanın temelinde yatan gerçekliği araştırırken, gerçeklerle içtenlikle ilgilenmenin toplumu yönetenlerce tehlikeli görüldüğünü seziyor ve 'oyun oynuyormuş gibi' ilgilenmenin ve yaşamanın yollarını araştırıyor. ve hem 'tehlikeli' hem de 'oyun'la dolu bir yolda gidebileceği son noktaya kadar ilerliyor... (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. hikmet benol her 'albayım' deyişinde sizin de içiniz burkulur; o çaresizliği, yalnızlığı, anlaşılma isteğini, yabancılaşmayı içinizde bir yerlerde en derinden hissedersiniz. aslında hikmet, tutanamayanlar' daki karakterlerden çok daha fazla tutunamamış bir karakterdir.

    içinde o kadar güzel pasajlar barındırır ki dönüp tekrar tekrar okuma isteği uyandırır. oğuz atay' ın en güzel eseridir.

    !---- spoiler ----!

    kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım.

    !---- spoiler ----!
  2. türk edebiyat tarihinin en anlamlı ve güzel mektubunu içeren kitap.

    !---- spoiler ----!

    "sevgili bilge,

    bana bir mektup yazmış olsaydın; ben de sana cevap vermiş olsaydım.ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. sana durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. insanları eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. bu mektubu çok karışık hislerle yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi bilge, aklını başını topla. ben iyi değilim bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim, gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. hiç olmazsa, arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi geri dönmek istiyorum ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. kendime, söyleyecek söz bırakmadım. kuvvetimi büyütmüşüm gözümde (...) sevgili bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. fakat yaralı aklım henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidipgelenazizvarlık masalına kimse inanmayacaktır. bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. bu bir çeşit alın yazısıdır. bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır.."

    !---- spoiler ----!
  3. "nihayet insanlık da öldü. haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, 'yahu insanlık öldü mü..?' diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. bu nedenle gazetelerinde, 'insanlık öldü mü?' ya da 'insanlık ölür mü?' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir.

    fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır ; herkes insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. evet, insanlık artık aramızda yok... "

    cümleleri ve elbette adeta hayatın anlamını açıklayan

    "kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor"

    cümlesiyle kalbimi fethetmiş, oğuz atay romanı. mutlaka tekrar okunacak.
  4. oğuz atay'ın tutunamayanlardan daha beğendiğim asıl başyapıtı.

    kendiyle hesaplaşmaları bitmek bitmeyen hikmet benol'un hikayesi.

    !---- spoiler ----!

    insanı derinden etkileyen birçok söz içerir:

    ''ölmek istiyorum güzel kalmak için yapabileceğim tek hareket bu.''

    ''insan kendini anlatmaktan bıkıyormuş.''

    ''insan bazı güçlüklerden, ancak onları unutmak suretiyle kurtulabiliyor.''

    ''insanlardan kaçıyordum bilge, sonunda onlarsız yapamayacağımı anladım.''

    ''kelimeler aldatıcıydı; bizi gerçeklerden uzaklaştıran küçük tuzaklardı.''

    ''beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.''

    ''oysa bizim bütün güzelliğimiz, yaşantımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti.''

    ''beklenen geç geliyor; geldiği sırada insan başka yerlerde oluyor.''

    "bir insanın, iyi kötü, ortaya bir eser koyması ne kadar zor, ne kadar takdire şayan bir gayrettir bilemezsin.
    -ben ne koyuyorum ortaya albayım?" diye çekinerek sordu hikmet.
    -kendini koyuyorsun evladım; daha ne koyacaksın..."

    !---- spoiler ----!
  5. oğuz atay'ın okuduğum tek kitabıdır. tur101 finali için okumuş olsam da kitaptan oldukça keyif aldım. göndermeleri, olay örgüsü ve karakterleri yapılandırması olağanüstüydü. kendi kafasında dönen olayları yazdığını düşünmesem, dilin kargaşa yaratan kullanımını beğenmediğimi söylerdim; fakat düşünceler, bir kafanın içinde ancak bu kadar dağınık gezebilirdi.
  6. kısa diyalogları, vurucu cümleleriyle kış akşamı kesintisiz şekildr okunması gereken bir kitap hatta biraz dertli tasalı zamanda okunmalı ki daha fazla anlam bulunabilsin. bir de oğuz atay'ı okuma tekniği var: standart olarak, bir kere değil bir kaç kere, yavaş yavaş

    "aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeye başladı; kurduğum hayaller, bir bekar odasının dağınıklığına boğuldu. düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. belirli noktalara biriken eşya, odanın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı."
  7. 'seyyar sahne' isimli tiyatro grubu tarafından sahneye uyarlanan ve erdem şenocak'ın müthiş performansıyla keyifle izleyebileceğiniz türk edebiyatının en iyi romanlarından biri.

    oyunun ne zaman ve nerede oynandığından haberdar olmak için buyrun efendim: http://www.seyyarsahne.com/toy_main.php
  8. şu an okuduğum kitap. bazı yerlerini anlamakta zorlanıyorsunuz. ancak hikmet'in psikolojisini kavradınız mı anlamakta zorlandığınız yerler çok tatlı geliyor insana. küçük, sevimli detayları dikkat çekiyor. herkesin başına gelmiştir mesela. hangi yaşta olursanız olun, bir yerde misafir olarak kalıyorsanız size verilen pijamaların bir yeri size elbet kısa gelmiştir. bunu yakalamış ve kahramanın psikolojisinde çok güzel harmanlamış oğuz atay. bu ince, hoş tespitleri okurken bir yandan gülümserken, bir yandan da içinde bir yerde bir şeyler acıyormuş gibi oluveriyor. bakalım daha ne kadar gülümsetip ne kadar acıtacak oğuz abi.
  9. pek kimse bilmez, bilmesinler de.

    oğuz atay'ın asıl şaheseridir. tutunamayanlar - oğuz atay gibi hacimde ağır, türde serbest değildir. içinde tutunamayanlar'a pek çok gönderme vardır ancak tutunamayanlar okumadıysanız da bu bir sorun teşkil etmez.

    aşağıda herkesin şimdiye dek en az bir kez olsun duymuştur diye düşündüğüm, romanın en ünlü ve herkese başka bir anlam ifade eden cümlesi bulunmakta:

    !---- spoiler ----!

    kelimeler, albayım. bazı anlamlara gelmiyor.

    !---- spoiler ----!
  10. etrafındaki insanlardan tiksinmiş, samimiyetsizlikten ve kendini ispat etme çabasından yılmış, hayatındaki gelişmeleri olduğundan iyi göstermeyi becerememiş,ne kadar absürd bir dünyada yaşadığının farkına varmış, kendini hafife alan, gülerken ağlamaya başlayan, özetle herkesten sıtkı sıyrılmış insanların romanı.