• youreads puanı (9.00)


  1. müzikal evrenimi çok kısıtlı bir sürede fakat çok büyük bir sürat ve yoğunlukla genişleten ve notaları parmağında hisseden bir adamın tanışmam için elçilik yaptığı yüzlerce şarkıdan biri. hayatının özeti olduğunu söylediğinde, ne kadar özet olursa olsun dört buçuk dakikalık bir şarkı hiç kimsenin hayatını karşılayamaz düşüncesini aklımın ucundan dahi geçirmeden kulaklığımı taktığım anı hatırlıyorum. öyle güzel ve tanıdık gelmişti ki, benim için çok değerli olan başka birine kulaklığı paylaşmayı teklif etmesem bencillik olacaktı. ranzada yaşayan güzel kadını seçtim bu paylaşım için. bu şarkıyı benim de hayatımın özeti olarak değerlendirdiğinde, notaları parmağında hisseden adamla aramızda ikimiz dışında biri tarafından objektif olarak onaylanan bir benzerlik olmasına o kadar büyük bir memnuniyet hissetmiştim ki, hiç de benzemediğimiz noktaları görmem çok uzun zaman aldı ama sorun değildi. telafi ediciliği olan tek şey müzikti çünkü, ve iletişimimizin en huzursuz ve kopuk anlarında bile arkada hiç susmadan çalan bir müzik mutlaka vardı. tek kişiyim ben hala'nın görmezden gelemeyeceğim farkı da bu noktada devreye giriyordu: çalmak için, o esnada çalan şarkının bitmesine gerek duymuyordu, seyrek ya da yoğun, sessiz ya da gürültülü, mutlaka ve daimi olarak oradaydı ve varlığından haberdar olduğum andan şimdiye dek hiçbir zaman tam manasıyla susmadı. susmamış yani.

    üç ay kadar önce, 2 gün ve bir geceliğine evim olan bir yerden sıkılıp kendimi dışarı attığımda, bunu yaptığım için hesap vereceğim kimsenin olmamasının rahatlığı, ama neticede gerçekten de kimsenin olmamasının huzursuzluğuyla sokaklar arasında dönüp duruyordum. bağımsız olmak hem bu kadar iyi hem de bu kadar kötü hissettirmemeliydi, mide bulantıları ve belirsizlikler de aynı sebepten var olmamalıydı çünkü zıt yönlü kuvvetler aynı çekim alanına konulduğunda kaçınılmaz olan bazı şeyler vardı, mesela eskimek ve hissizleşmek. ya da aşırı derecede hislenmek. hasarsız bir yol yoktu yani. insan ruhunun dengesizliğinden nasiplenmeden işin içinden sıyrılmak söz konusu değildi. tek istediğim konumunu çok iyi bildiğim ama nerede olduğunu bilmediğim evime dönmekti. ve buna bir gün kalmıştı. yine de döneceğim yerin evim olamayacak kadar soğuk ve yabancı bir haneye dönüşmüş olacağını içten içe çok iyi biliyordum. böyle zamanlarda ailesiz, vatansız ve kimliksiz biriymişim gibi hissederim. yalnızca insan formunda olan ve sokakta yürüyen biri. geçmişi anımsanmayan ve geleceği de olmayan biri. işte o zamanlarda yaşadığım bu hissiyat benim şahsi uyuşturucum. kısa vadede üzerimde müthiş bir uçurma ve koparma etkisi var, ama bu bir bağımlılığa döndüğü için uzun vadede sadece bitkinlik ve tükenmişlik veriyor. o anki uyuşturucum sayesinde doğrulabildiğim yere ertesi gün çok daha sert çarpacağımı bilsem de kendimi durdurmak istemedim. bir sonraki gün intihar edecek ya da idam edilecekmişim gibi o gecemin sakin, huzurlu hatta mutluluk verici geçmesini istedim. kendime kapanmak üzere olan bir mağazadan son anda bir fular aldım(çünkü birkaç gün evvel şehre geldiğim otobüsten inerken kulaklığımdan düşen ve asla bulamayacağım silikonu arama derdinde olduğum için atkımı otobüste unutmuştum, ve üşüyordum), çoktan kapanmış bir başka mağazanın cam vitrinindeki yansımama bakarak saç örgülerimi çözdüm ve fuları boynuma doladım, iskeleyi boylu boyunca yürüdüm, kendime güzel bir yemek ısmarladım, karşıdan karşıya geçmeme onay verecek yeşil ışığın bu kadar uzun süre boyunca yanmamasına belki de ilk kez içimden küfretmedim. nereye olduğunu artık bilmediğim yere dönmeden önce mümkün olduğunca, yayalar için yeşil ışığın yanmayışıyla bile olsa oyalanmak istiyordum çünkü. ve bu aklıma breaking bad'den green light sahnesini getirdi. bir saat gibi gelen 89 saniye boyunca bir noktada dikilip gelip geçen arabaları izledim ve karşıya geçmek için bir yerden sonra sabredemeyen insanların, bunu yapmalarından evvelki konuşmalarını dinledim. sonra nedense içimden kitabevine girmek geldi. tuhaftı çünkü bir süredir hiçbir şey izleyesim, okuyasım hatta dinleyesim bile yoktu. bu konuda bir zaman öncesinde neysem, o dönemde o noktaya 180 derecelik ani bir dönüş yapmıştım. Kitabevinin kapısının önünde durdum. Girişteki klima sıcak hava üflüyordu. Cebimde para vardı. Yapacağım başka hiçbir şey yoktu. Ben de "neden olmasın?" diyerek içeri girdim. tool'un wings for marie'si çalıyordu, nedense o an yeniden çıkmak istedim ama içerisinin sıcaklığı biraz uyuşturmuştu, ben de albümlere doğru yürüdüm. şimdi bunların kesmeşeker ile ya da tek kişiyim ben hala ile bir ilgisi yok gibi geliyor, ama tam da o noktaya geliyorum: bu devasa paragrafın varoluş nedeni sadece kesmeşeker' in bu şarkılarını da içeren kum albümünü o akşam, orada bulduğumu açıklamaktı. ama tam da şimdi, yani bu paragrafı bitiriyorken, tek neden bu değilmiş gibi geldi. sanırım o akşamki ruh halimden bahsetme isteğimi tatmin etmek için kesmeşeker'i bahane olarak kullandım. çünkü gerçekten son akşamımmış gibiydi garip bir şekilde.

    elimde albümle geldiğim yolu geri döndüm, iki kat merdiven tırmandım, yan odalardaki insanları uyandırmamaya özen göstererek sessizce kapıyı açtım, henüz benimsemediğim ve benimseyemeden de ayrılacağım yatağa kıvrıldım. komodindeki discman'ime uzanırken eski kafalı oluşuma memnuniyet duydum, kum'u baştan sona dinledim. Tek kişiyim ben hala 9. şarkıydı, sanırım birkaç defa dinledim onu. çok tuhaf hissettim, çok çok tuhaf hem de. demiştim, öyle ya da böyle arkada çalıyordu aylardan beri. öyleyse yeniden duymak neden bu kadar tuhaftı? işte o anda aylardan beri yaptığım ya da yapmak durumunda kaldığım şeyin, onu dinlemek değil duymak olduğunu anlamıştım. evet, hep duyuyordum, ama uzun bir aradan sonra ilk kez o gece tam manasıyla dinliyordum. ve bu biraz acıttı. dinlemeye olan isteğime rağmen bunu yapmamın önüne geçen enerjisizlik ve yorgunluk, beni bir yerden sonra otomatik pilota bağlayıp duymamın dinlemem için yeterli olduğuna inandırmıştı ve ben bunu yeni fark ediyordum. sonra müziğin hafızası, daha doğrusu müzikle inşa edilen hafıza devreye girdi ve kendisini ilk kez dinlediğim zamanları ve o zamanlardaki kendimi özlediğimi hissettim. ikimiz arasındaki zaman aralığını süpürmeyi o kadar da iyi becerememiş olmalıyım ki yaşadığım iyi ya da kötü değişimlerin, geçirdiğim dönüşümlerin, aldığım hasarların her biri anbean aklımdaydı ve etkilerinden bir yere kadar çıkabiliyordum. o süreçte çok doğru hamleler yapmıştım. bu doğrulukların bana kattıklarından çok daha fazlasını benden koparıp alan çok yanlış hamleler de yapmıştım. sanırım geçmişe özlem duyuşumuzun altında, o zaman parçasına ait olan suretimizin elinde var olan imkanların cazipliği ve de o surete kıyasla şu anki halimizin opsiyonsuzluğundan kaynaklanan bir imkan açlığı yatıyor. o suret için paralel bir evrende hatalar ve seçimler geri alınabiliyorken, her şey hala mümkünken, şimdiki benlik o zaman aralığında yapılan geri dönüşsüz seçimlerin sonuçlarına katlanıyordu. beni bu noktaya getirmiş olan seçimleri henüz yapmamış halime dönmeyi işte bu yüzden istiyordum. tek kişiyim ben hala'yı ilk kez dinlediğim güne mesela. fakat bir şey daha vardı ki, bu geri dönme isteğinin sonunun gelmeyeceğine işaret ediyordu: tam o gün de, belki de the spirit carries on'u ilk defa dinlediğim güne dönmek istemiştim. zaman çizgisinin neresinde olursam olayım, yanlış ya da doğru hissettirmeyen şeyleri seçtiğim sürece hep bir adım daha gerisine dönmeyi isteyecektim; üç hafta öncesine, dört ay öncesine, iki yıl öncesine, beş yıl öncesine... ve zamanı geri döndürmeye dair olan bu yıkıcı istekle elimde kalan kısıtlı zamanı da harcayacaktım. işin aslı, ne kadarı kaldı bilmiyorum ama, hayatımın geri kalanında da bana geri dönmeyi istetecek yanlışlıkta ve eksiklikte seçimler yapacağım. bunu kabullenip ölümü bekleyeyim demiyorum elbette. ama bazı fikirler ve gerçekler kendileriyle savaşılmaya çalışıldığında daha kuvvetli hasarlar vermek üzere şiddetlenebiliyor. ve bunu kabul etmek de, onlarla kazanma ihtimali en yüksek olacak şekilde savaşmanın en iyi yolu. bu yüzden her şeyi doğru yapmak için kendimi kanatmıyorum artık, hem doğru ne ki diyorum. her kafadan farklı bir ses çıkıyor, kendiminkini bile duyamaz hale geliyorum. çok takıntılı ve kuruntulu bir insan olabiliyorum, fazla didikleme gibi de huzursuz bir huyum var. bunun hata olduğunu gördüğümde, darmadağınık olan ve toparlamaya çalışırken kendi kendime daha da dağıttığım zihinsel odamdan taşınma kararı aldım. çünkü belirli bir şeyi çözemeyişimin nedeni, aynı anda her şeyi çözmeye çabalamamdı. ve bu çabaya ne kadar dalıp gittiysem, o kadar çok ve yoğun şekilde yanlış seçimler yaptım. ne kadar yanlış seçim yaptıysam, o kadar da geriye dönmek istedim. ne kadar geriye dönmek istediysem, bir o kadar daha geriye dönmek istedim. çünkü geride hala imkanlar vardı, yapılmamış seçimler vardı, yüceltilen ve gün geçtikçe daha da cazipleştirilen hatıralar vardı. ve bu yüceliğe ve cazipliğe dönmeyi istemek aslında çok boş bir çabaydı. kendi yarattığım bir öykü karakterine aşık olmam ya da geride kalmış bir iskeletin koluna girerek ışıklı bir caddede onunla yeniden yürümeye, daha doğrusu canlanması umuduyla peşimden sürüklemeye çalışmam gibi bir şeydi. resmen bir fanteziyle düşüp kalkıyordum. hatta sadece düşüyordum, kalkamıyordum da. ve boyuna yakınıp duruyordum. kendi kendimi huzursuz etme rekorunu her gün kırıp çıtayı yükseltiyordum da. ve bir gün o çıta öyle yükseldi ki, kafamı kaldırıp baktığımda yükselti farkını gördüm ve o noktadan sonra üzerinden atlamaya çalışmamın artık çok saçma olacağına karar verdim nihayetinde. şu sıralar ise o çıtanın gölgesinde oturuyorum ve kırılmayı gerçekten hak edecek ve bunun için zamanımı ve enerjimi sunmama değecek yeni rekorlar arıyorum. bu kısım da tüm bu boğucu ve mızmızlanan geveze üslubun nihayet çenesini kapattığı ve tabloya umudun ve iyimserliğin dahil olduğu kısım oluyor. ki işte bu şarkı bu yüzden buradaki karmaşanın her aşamasını yansıtabilen bir şarkı.

    !---- spoiler ----!

    her şey güzelmiş sonunda
    hatta bozgunlar bile

    !---- spoiler ----!


    şunu içtenlikle diyecek aşamaya gelecek kadar yaşamış olduğumu bilmek bile yeter. daha erken ölseydim gözüm arkada kalırdı sanırım.