• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.11)
the big short - adam mckay
sektör dışından dört kişi büyük bankaların, medyanın ve hükümetin görmekten kaçındığı şeyi, ekonominin küresel çöküşünü gördüğünde akıllarına bir fikir gelmişti: büyük açık. cesur yatırımları, onları her şeyi ve herkesi sorgulamalarının gerektiği modern bankacılığın karanlık, hassas noktasına götürmüştü. michael lewis’in çok satan kitabına ve gerçek bir hikayeye dayanan, adam mckay’in yönettiği büyük açık filminde christian bale, steve carell, ryan gosling ve brad pitt rol alıyor.


  1. film sıkıcı, belgesel gibi ama değil, üstelik yıl olmuş 2016 hala mesaj kaygılı eserler yapılıyor. benim bir dönem tez konusu seçtiğim konu olduğundan bakayım dedim tezi yazmadık bari filmini izleyeyim düşüncesiyle sonuna kadar izledim. umarım oscar falan almaz, böyle parayı basıp, popüler oyuncu toplayıp, deneysel film çekmelerine sinir oluyorum.

    filmde mortgage kötü bir fikir ve dolandırıcılık olarak yansıtılıyor. bu nedenle eksiklik var hesaba katılmayan ve vurgulanamayan bölümleri var. kriz hollywoodlaştırılmış desek yeridir. bazı yorumlarda krizi çok güzel anlattığından falan bahsetmişler buna katılmamız mümkün değil. çünkü vurgu problemi var, genel olarak mortgage fonlarının şişirildiği, bilgisizce cahilce alım satım yapıldığı, kredi notu dolandırıcılığı yapıldığı falan anlatılmış. halbuki bu fonlar başlangıçta gayet mantıklıdır, bu hale gelmesinin tek sebebi elbette olamaz. sen normal düzende 150 bin tl ev alıyor 30 senede kira öder gibi ev sahibi oluyorsun. sistem bunu öngörüyor, bu tam anlamıyla güvenilirdir çünkü zaten maaşlı çalışan birisin, kira ödeyeceksin her türlü onun yerine ev alıyorsun bitince senin oluyor. bunun kredi notu elbette aaa'dır. fakat sen bu ödemeyi borsaya açıp fonlaştırırsan senin 150 binlik evin değeri olur 300 bin 500 bin. haliyle artık kira öder gibi değil iki kira öder gibi ev sahibi oluyorsundur. ve ufak ufak ödemeler seni zorluyordur. bunun üzerine gelişen teknoloji ile bireyleri ihtiyaçlarında muazzam artışlar meydana geldi. 2000 yılı sonrasında çok ciddi cep telefonu, bilgisayar, mp3, tablet yaygınlaştı ve artık kişisel bir ihtiyaç haline geldi. dolayısıyla bunları edinmenin de belli bir maliyeti oldu. yine bankalar kazandı, kredi kartı verdiler inasnlar telefon aldı, bilgisayar aldı, marka giyimler yaygınlaştı, avmler, hazır yiyecekler, kredi araçları ile finanse edildi. dolayısıyla mortgage kredilerini ödeyemez hale gelen binlerce insan türemiş olabilir. yani en başından mortgage balondur saçmadır, sahtekarlıktır denmez. bu bir evrimdir, insanlar harcasın istiyorlar, insanlar faiz ödesin istiyorlar temerrüde düşsün daha çok faiz ödesin, ceza ödesin, ömür boyu çalışsın ve faiz ödesin, borç ödesin istiyorlar. dolayısıyla mortgage krizi patladı, piyasa çöktü de bankalar için ne değişti? hiçbir şey hala dana gibi çalışıp, eşşek gibi faiz ödüyor bütün dünya. o yüzden mesaj kaygısına da gıcığım amerikalıların. mortgage krizinin bir diğer sonucu şudur; her önüne gelen ev sahibi olmasın, bankalar daha az kişiden daha çok faiz elde etsin, ev alan bir daha alsın onu da kiraya verip faiz borcunu kirayla kapatsın. böylece gelir dağılımı arasındaki uçurum kira nedeniyle biraz daha genişlesin, ev sahipleri ve köleler diye toplumu ortadan bölelim. kurum yetkililerinin yemişim 1930'ların özgürlükçülüğünü, çalışsınlar, çok çalışsınlar teknolojik ihtiyaçları için bize faiz ödesinleri barınma için ev sahibine kira ödesinler, beslenme için de fast food falan takılsınlar denilen bir noktadır.

    bunun ispatını da yapıp gidiyorum. bugün istanbul'da kıytırık bir almak istersen minimum 200 bini gözden çıkarman gerekir. 200 binlik ev için banka sana 50 bin peşinat getir der. (%25 yasal sınır) sen 50 bin tl'yi kirada otururken koltuğu kanepeyi yersen ayda 1000 kenara atarak 4 yılda biriktirirsin. sonra gidip kredi çekebilirsin 150 bin tl ve 200 binlik uyduruk 70 metrekare evini alırısın. sonra ne olur 10 sene boyunca ödemeye başlarsın tabi senin maaşın buna yetmez çünkü geri ödemen yaklaşık 250 bin olacak. o arada hemen evlenmen lazım ki hanımla beraber ödeyebilesin. işte on yıl sonra istanbulun kıytırık semtinde boktan bir eve sahip aile olacaksınız. çocuklarınız da ufaktan kemale erince ölseler de şurayı satıp dükkan açsak yav diyecekler. sefaleti rezillik, kölelik. bunun adı bu. şu an kim peşinatsız ev alabilir biliyor musunuz? zaten bir evi olanlar, yani eğer evin varsa ikinciyi alırken peşinat getirmene gerek yok ver ipoteği al, sonra 3. yü de alırsın. senin evin yoksa sana niye uğraşıp, ev aldırsın ki adam? zaten senden baya bi faiz elde ediyor telefondan alışverişten şundan bundan.

    mortgage öyle mi peki? girsen sisteme 30 yıl vade yapsalar ufak ufak kesseler maaştan, sen de onu unutuversen, harcamalarını ona göre kıssan mesela iphone değil de başka bir telefon alsan, kredi kartı kullanmaya korksan falan. nihayetinde kira öder gibi ev sahibi olsan ne güzel olurdu. ama yedirmediler işte, kriz çıktı ayağına yatıp mortgage piyasasını bitirdiler.
    abi
  2. gercek karakterler ustune kurulu, belgesel kivaminda, dolayisiyla izlemesi epey dikkat gerektiren bi film... bu ve benzeri konular ustune cok basarili belgeseller de mevcut, ancak burada bir de grerekli gereksiz hollywood yildizlarinin gecidini izliyoruz... filmin steve carrell'i ciddi bir rolde inandirici kilmasi en basarili kismi...
  3. 2015 yılı amerikan yapımı film.

    !---- spoiler ----!

    film, 2008 "mortgage" krizi öncesi yaşananları ve sonrasını anlatıyor. filmin başından sonuna kadar amerikan "mortgage" sisteminin nasıl çalıştığını anlamaya çalıştım. bildiğim bir iki bir şey vardı, onlar da karman çorman oldu. konu basit de olsa işleyen ^:ya da aslında işlemeyen^ sistemin birçok ayrıntısı var ve film tüm bu ayrıntıları barındırıyor. "econ 102" dersinde gibi hissetmenizin yanında sene sonunda dersten kesin çakacağınızın da bir işareti gibi. arada sırada adı geçen terimlerin ahmet mithat efendinin eserlerinde yaptığı gibi izah edilmesi ve hatta "screen cut" ile izleyiciye anlatılması bile beni bu terim karmaşasından kurtaramadı.

    film kısa sürdü gibi geldi bana; çünkü dediğim gibi sürekli olarak "adjustable rate mortgage" ya da "tranche" veya "collateralized loan obligation" gibi amerikan ekonomik sistemine ait özel terimleri anlamaya çalışmakla geçti zaman. evet, filmin sonunda ufak bir de araştırma yaparak terimler hakkında daha geniş bir bilgim oldu; fakat kendimi "makro econ" dersinde hissetmeme sebep oldu. artık izlediğim bir film miydi ders miydi anlamadım.

    filmin türü için "komedi-drama" belirtilmiş. fakat ben komedi unsuru göremedim. gerçi 2008 yılı "mortgage" krizinin amerika'da patlak vermesi ve bankalarla aracı kurumların başının altından çıkması ve fakat tüm borcu sokaktaki vatandaşın ödemesi ve hatta bu kurumların yöneticilerin hali hazırda devletin önemli mevkilerinde görev yapıyor olmaları yeterince komik. evet, bu açıdan bakınca film tam bir komedi filmi aslında.

    !---- spoiler ----!

    imdb puanı 7,8/100 olan filmi sanırım ekonomistler oylamışlar. benim puanım ancak 7,0/100 olabilir, o da müziklerine tav olmamdandır.
  4. trader kelimesinin türkçe'de tam karşılığı yok. tacir desen çok başka şeyleri akla getiriyor. tdk'nın alışsatışçı gibi bir önerisi belki vardır ama araştırıp kullanayım diyen yok. bizim sektörde trading, trader gibi kelimeler oturmuş vaziyette. mevzuya uzak olmasına rağmen ne iş yaptığımı merak edenlere esnafım diyorum; neticede bir şeyi ucuza alıp (long'a geçmek) pahalıya satmaya çalışıyorum. ya da elimde olmamasına rağmen o şeyi ileride teslim etme sözüyle önce açığa satıyorum (shortlamak ki filmin ismi de buradan geliyor), sonra ucuzlayınca alıyorum. tabi sıradan bir esnafa göre işin içinde çok daha fazla hesap, kitap, analiz var.

    şimdi bu filmdeki adamlar da esnaf. bir şeyin değerinin gelecekte değişeceği inancıyla o şeyi veya ona bağlı hareket etmesi beklenen başka şeyleri alıyor veya satıyorlar. bence bunların ne olduğu çok önemli değil ve hatta filmin ana konusu bence finansal kriz de değil. kriz sağlam bir arka plan ve ilgi çekici bir konu sunuyor. konu kriz olsa çok daha fazla teknik detay ve sayı sunması gerekirdi. oyle yapmıyor. filmin derdi traderlarla. film, onların iç dünyasını, karar verme süreçlerini anlatmakla alakalı.

    filme böyle bakınca, sunduğu başarı hikayeleri tabi oldukça göz kamaştırıcı. özellikle yapacağı yatırımı yerinde incelemek için dedektifliğe soyunan mark baum karakterini sevdim. tabi buna ne kadar başarı derseniz çünkü trading sıfır toplamlı bir oyundur. eğer siz kazanıyorsanız birileri mutlaka kaybediyordur. yani esasında başarılı bir trader olmak, birilerinin cebinden parasını almaktan farklı değildir. bunun hala legal olması tabi güzel bir şey.

    filmin özellikle ikinci yarısında belirginleşen mesaj kaygısını ben de yavan buldum ama demek ki finansal kriz hakkında oscar adayı bir film çekebilmek için bu tip yağlamalar gerekli.
  5. beğenmedim eril bir film bence.
  6. izlenmesi gereken filmlerden. inside job belgesel olduğu için biraz sıkıcıydı. fakat burada film tadında olduğu için hoş olmuş. söylendiği gibi öyle aşırı tanım filan da yok. baktın bilmiyorsun bas space tuşuna internetten tanıma bak neymiş öğren bir daha space tuşuna bas.

    margot robbie'nin sahnesi için bile izlenir yani. ^:xd^